Daha önce de yazdım. Türkiye’de 2012 sonuna kadar yaklaşık 50 üniversitede rektörlük seçimleri yapılacak. Bu üniversitelerden bir kısmının elli binin üzerinde öğrencisi olduğu dikkate alınırsa; toplumsal etkisi büyük seçimlerden söz ettiğimiz açıktır.
***
Dünya üniversiteleri arasında değişik kurumlar tarafından yapılan sıralamalar var. Amanda H. Goodall diye bir kadın araştırmacı, “Bu sıralamalarda ilk 100’e giren üniversiteleri kimler yönetiyor?” diye sordu ve bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen bir soruya cevap aradı. Sonuç ilginç:
İyi üniversiteler iyi araştırmacılar tarafından yönetilmektedir.
Bu sonuçla bağlantılı bir dizi yan sonuçtan da söz edilebilir. Örneğin, bir üniversite dünya sıralamasında daha yukarıya tırmandıkça o üniversiteyi yönetenin literatürde daha da yüksek atıf alan biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine bununla bağlantılı olarak elde edilen bir başka sonuç, hayat boyu aldığı atıfları artan bir üniversite yöneticisi yönettiği üniversitenin de performansını yükseltmektedir.
Peki, iyi araştırmacıların, yönettikleri üniversitelerini sıralamada daha da yukarılara çıkarmalarında hangi faktörler etkili olmaktadır? Buna yönelik cevaplar muhtelif: İyi bir araştırmacı, yönettiği insanlar için iyi bir rol modelidir. Dahası, iyi bir araştırmacı olarak yönettiği kurumun varlık sebebi üzerinde kafa yorma konusunda daha yetkindir. Küreselleşen ve dışarıdan kaynak bulmak durumunda olan üniversiteler için iyi bir araştırmacı olan rektör, bağış toplamada oldukça güvenilir biri olarak değerlendirilir. İyi bir araştırmacının üniversite için koyacağı çıta, birinci sınıf hedefler üzerinden olur. Zamanla, kurum kültürü aynı zamanda iyi bir araştırmacı olan yöneticinin kültürüyle kültürlenir. Açıklamalar bu şekilde uzayıp gidiyor.
***
Ülkemizde üniversiteler geçmişte o kadar basit sorunlarla uğraştı ki rektörlük seçimleri bu sorunların tortularıyla birlikte yapılıyor. Örneğin, rektör adayları hâlâ “Özlük haklarına dokunmayacağız” diyebiliyorlar. Oysa özlük haklarına dokunmamak Anayasanın amir hükmü, aksini yapmak zaten mümkün değil.
Her ile bir üniversite kurulmasının kendi içinde sorunlu yanları da ortaya çıkıyor zamanla. Örneğin, taşradaki üniversiteler sürekli daha da içine kapanan üniversiteler haline geliyor. “Evrensel şehrin sakinleri” olması gereken üniversite öğretim üyeleri de ufku bulundukları ilin sınırları aşmayan insanlar olmaya zorlanıyor.
***
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Türkiye’nin kuruluş sırasına göre dördüncü sırada kurulan üniversitesi. Üniversite olarak biz de seçimlere gidiyoruz. Halen, adaylığını kamuoyuyla paylaşmış dört aday var.
Üniversite olarak bizim doğrultumuz ne olur? Buna, hiç kuşkusuz, üç aşamalı bir sürecin sonunda karar verilecek. Tabii ki, ikinci ve üçüncü aşamaları da belirleyecek olan öğretim üyeleri bu karar verme sürecinin merkezinde yer alacak.
Yukarıdaki tarife uygun bir aday var mı? Elbette var. Peki, bu aday kim? Onu Üniversitemizdeki “sessiz çoğunluk” zaten biliyor.
***
Ak Parti, memleketin her tarafını duble yollarla kapladı. Bir sonraki seçimlerde “Her tarafı duble yollarla kaplayacağım” diyen bir Ak Parti veya böyle bir vaatte bulunan başka bir parti, bu ülke insanın ilgisini çeker mi? Bence çekmez.
Ben ne demek mi istiyorum? Üniversitelerin değiştiği ve değişmesi gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Rektörler artık, “beşeri sermaye”nin daha fazla önemsendiği; öğretim elemanlarının, içinde faaliyetlerini yürüttükleri binalardan daha kıymetli addedildikleri bir üniversite hayaliyle belirlenir diye düşünüyorum. Buna kendi Üniversitem de dâhil mi? Elbette.
***
Peki, bizde seçim sonuçları ne olur? Bunu öngörmek oldukça zor. Bir tarafta, “her dönemin adamları” ve “onlardan medet umanlar” yer alıyor, diğer tarafta ise “değişim” diyen “sessiz çoğunluk”. (Yine de bir kanaatim yok mu? Elbette var: Bkz. T.C. Anayasası, Md. 175.).
Ya tersi olursa! Evrensel ilke geçerli olur, derim: Herkes lâyık olduğu şekilde yönetilir.
Rota Haber, 31.05.2012