22 Ağustos’ta HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde dağa götürülen oğlu için oturma eylemi başlatan anne Hacire Akar, 24 Ağustos’ta oğluna kavuşuyor. Eylemi sırasında HDP’lilerin saldırısına uğraması, barış ve insan hakları söylemlerini dillerinden düşürmeyenlerin popüler sivil toplum kuruluşları ve sakinlerinin yalnız bırakmasına rağmen pes etmeyen anne Akar, oğlunu karanlık ve yönetici düzeylerinde dahi ne talep ettikleri belli olmayan bir girdaptan çıkarmayı başardı. Annenin bu başarısı başka anneler için de bir umudun kapısını açtı. Diğer taraftan ailelerin çocuklarını PKK’den kurtarmak istemesinin aynı zamanda Kürt meselesine yapabilecekleri en önemli katkılardan biri olacağını belirtmek gerekiyor.
Hacire annenin eylemindeki başarısının kanaatimce en önemli birinci sebebi Atilla Yayla’nın da belirttiği gibi eylemin doğru bir adreste yapılıyor olmasıdır. Bu temelde muhatabın PKK-HDP olması doğru bir tutumdur. İkincisi, 2014 yılında da aynı adreste ismi o zaman BDP olan partide annelerin bugünkü gibi benzer bir tepkisi ile gelişmiştir. PKK o dönemde olduğu gibi benzer bir sürecin gelişmesini istememiştir.
Hacire annenin tebrik edilecek başarısı başka annelerin de il binasının önüne gelmesinin kapısını açmıştır. Annelerin bu kapıdan girmesi sanıldığı kadar kolay değildir. Bu nedenle onları “tebrik ediyorum” demek başarıyı tam olarak takdir etmeye yetmeyebilir. Zira PKK’nın oluşturduğu bir kültürel alan vardır. Bu mahallede hayatını kaybetmek, ceza evine girmek ve onlar ile birlikte örgütsel bir faaliyette olmak gibi bir pratiğin içinde olmak utanılacak bir olgu olmaktan ziyade övünülecek bir durumdur. Hatta bunun kültürel kodlar içinde takdir ve saygı duyulan bir karşılığı da bulunmaktadır. En genel anlamı ile “bedel ailesi” gibi bir kurumsal kimlik içinde ifade edilmek gibi bir olgunun hayat bulduğu bir mahallede çıkıp acısını içine gömmemeyi tercih etmek, itiraz etmek öyle kolay bir iş değildir. Bu sebeple olsa gerek PKK’dan ayrılan çocuğun sahibi olmak veya PKK’nın faili olduğu bir cinayetin takipçisi olan annelerin Aytekin Yılmaz’ın kavramsallaştırması ile “bir cumartesi günleri” yoktur. Acılar orada tam olarak düştüğü yeri yakmaktadır. Böyle bir akraba veya çocuğa sahip olup bundan utanmadan ve bunu kınamadan HDP’de siyaset yapmanın zaten imkânı olamayacağını belirtmeye gerek yoktur sanırım. PKK’dan ayrılan bir çocuğa, akrabaya sahip olan bir siyasetçinin bunun ile yargılandığı, sivil toplum kuruluşları ve sözüm ona insan hakları aktivistlerinin yalnız bırakacağının bilindiği bir vasatta Hacire annenin açtığı kapıdan girmenin kolay olmayacağını bilmek gerekiyor. Bu nedenle takdir etmek olgunun gerçekliği karşısında basit kalıyor.
Diğer taraftan annelerin çocuklarını PKK’dan istemesi, örgütlü bir amacı olmamasına rağmen Kürt Meselesine yapılacak en önemli katkılardan biridir. Çünkü HDP, Kürdi yapıların veya “aydınlar”ın yapamadığını bu anneler yapmaktadır. Kürt Meselesinde özellikle Türkiye koşullarında şiddeti haklı ve gerekli kılacak bir olgu yoktur. Şiddet, sadece ahlaki açıdan yanlış değildir; aynı zamanda Türkiye zemininde Kürtler açısından gerekli ve faydalı da değildir. Aksine şiddet, Kürtlerin lehine olan zemini sabote etmekte, fırsatları terörize etmekte ve Kürtlerin siyasi alanını daraltmaktadır. Açıkçası İmralı Görüşme Notları, KCK-PKK’nın önde gelenleri veya HDK, HDP, İHD gibi sivil toplum kuruluşlarının yaptığı açıklamalarda tek bir gerekçe yoktur ki şiddeti gerekli kılsın. Örneğin sivil toplum kuruluşlarınca itiraz edilmeyen Kandil, HDP ve Öcalan’ı aynı platformda biraraya getirdiğinden dolayı önemli gördüğüm İmralı Görüşme Notları’nda ifade edilenleri genel hatları ile özetlemek gerekirse: Anayasa’da tek bir ulusa yapılan vurgunun kaldırılması / Yerel yönetimlerin mali ve idari özerkliklerinin genişletilmesi, yetkilerinin artırılması ve bu temelde Avrupa Yerel Özerklik Şartı üzerinde Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldırması / Anadilde eğitimin önünün açılması / Devletin ve PKK’nın hakikatler komisyonu kurup faili meçhuller başta olmak üzere ihlal edilen insan haklarının açıklığa kavuşturulması / Köylerinden göç eden insanların haklarının iade edilmesi ve geri dönüşlerinin sağlanması /Çoğulcu kültürel ve siyasal faaliyetlerin gerçekleşmesinin önünün açılması / Öcalan’ın siyasal faaliyetlerde bulunmasının yasal olarak önünün açılması / Terörle mücadele kanunu olmak üzere ceza kanunlarında değişiklikler yapılması…
Aklı başında hangi insan yukarıdaki taleplerin suikastları, karakol basmaları, bombaları genel ifadesi ile şiddeti gerekli kıldığını ifade edebilir? Peki, aklı başında hangi insan şiddet ortamında bu taleplerin hayat bulacağına ikna olabilir?
İfade edilen ve kimseden bir itirazın da yükselmediği genel hatları ile özetlediğim yukarıdaki taleplerinde samimi ve gerçekçi olan bir anlayışın şiddete ihtiyacı olamayacağı açıktır. Bu talepler, şiddet ortamında zarar görecek, gelişmesi sekteye uğrayacak ve korunması zorlaşacak konulardır. Türkiye’de Ak Parti Hükümeti döneminde Kürt Meselesinde hayali bile kurulamayacak adımlar atılmış ve çok değerli gelişmeler olmuştur. Bunlar ile birlikte Türkiye ve dünyanın yönü zaten demokratik, çoğulcu, âdemi merkezci bir anlayış eğilimindedir. Şiddet ve terör ortamı adeta bu gelişmelerin korunması ve geliştirilmesini sabote etmektedir.
Bu temelde Kürtler ve Kürt meselesinde egemen bir anlayış olan örgütlü bir şiddete yönelik itiraz olarak HDP İl Binası önünde eylem yapan bir annenin “size verecek çocuğumuz yok” ifadesi gerekli, anlamlı ve önemlidir. Bu anlamsız, gereksiz ve karanlık savaşa Kürtlerin vereceği bir gencinin olmadığını ifade eden annelerin sesine ses verilmesi gerekmektedir. Anneler doğru bir adreste, doğru bir muhataptan doğru bir talepte bulunmaktalar. Bu anneleri en başta Kürdi sivil toplum ve aydınları yalnız bırakmamalıdır.
Bunun ile birlikte yapabileceklerine ihtimal vermediğim HDP ve ona yakın sivil toplum kuruluşları gerek kayyum atamalarını gerekse de bu annelerin sesini bir fırsata çevirip PKK’ya itiraz yükseltmeli sivil, demokratik, barışçıl, meşru ve temiz bir siyasetin önünü açmalıdır.
4 Eylül 2019