Demokratik siyaset özü itibariyle rekabete dayanır. Siyaset arenasında fikirler karşı karşıya
gelir. Her bir kesimin, grubun ya da partinin önem atfettiği fikirleri vardır. Toplumsal
sorunlara en iyi çarelerin bu fikirlerden çıkacağını savunurlar. Ülkeyi en iyi kendilerinin
idare edeceğini belirtirler. İşbaşına geldiklerinde refah ve özgürlüğü en yüksek standartlara
kendilerinin ulaştıracağını iddia ederler. Bunun için de halkın kendilerine destek vermesini
sağlamak için yoğun bir çaba sarf ederler.
Rekabet, halk için de iyi sonuçlar üretir. Zira düşüncelerini hayata geçirmek için iktidara
gelmek gerekir. İktidarın anahtarı ise halktadır. Bu nedenle iktidarı hedefleyen her parti, halkı
ikna etmelidir. Halka gitmeli, sorunlarını dinlemeli, taleplerini almalı ve alternatif çözümler
üretmelidir. Siyasetçi, halkla hemhal olmalı, halkın ihtiyaçlarını karşılamalı, onun isteklerine
denk düşen projeler üretmelidir. Her bir parti, diğerlerinden daha iyi olduğunu ispatlamakla
mükelleftir. İktidara giden yolu açan bu demokratik rekabetten istifade eden halk olur.
RAKİP VE DÜŞMAN
Evet, siyaset rekabetten azade düşünülemez. Ama burada iki hususa dikkat edilmeli. İlkin,
rekabet ile düşmanlık birbirine karıştırılmamalı. Siyaset bir “savaş” gibi düşünülmemeli,
siyasette gaye karşındaki ortadan kaldırmak olmamalı. Karşıdakinin bir “düşman” değil,
sadece bir “rakip” olduğu kabul edilmeli. Bu, son derece mühimdir. Çünkü rakip, varlığını
meşru gördüğündür. Düşmanın yok edilmesi hedeflenir, oysa rakip ile mücadele edilir. Rakip,
kuralları belli bir oyun içinde yarışa tutuştuğundur.
İkinci olarak da, siyasetin de salt rekabetten ibaret olduğu sanılmamalıdır. Siyasetin rekabet
kadar uzlaşmayı, işbirliğini ve sorumlulukla hareket etmeyi gerektiren bir boyutu da vardır.
Ne kadar farklı noktalarda durulursa durulsun yine de arada ortak olan bir söz bulunabilir.
Siyasetçinin mahiri, bu ortak sözü bulan ve bu ortak söze gelebilendir.
Bilhassa bütün bir toplumu derinden sarsan (Ankara Tren Garı’ndaki katliam gibi) vakalarda
siyaset erbabından bu basireti göstermesi beklenir. Zira büyük acılar siyasi kışkırtmalar
için mümbit bir zemin oluşturur. Ortada tüm milleti kanatan bir yara olduğunda, bu yarayı
kaşıyanların sayısı çoğalır. Yaşananları anlama çabası ve başkalarını dinleme ihtiyacı
dibe vurur. Kutuplaşma derinleşir, şiddet alevlenir, siyasi ortam daha bir kırılgan bir
hale gelir.
SİYASETÇİNİN İMTİHANI
Siyasetçi gerçek imtihanını böyle anlarda verir. Siyasetçinin kalibresi böylesi zor zamanlarda
ortaya çıkar. Kimi ilk aklına geleni ve kendisinden bekleneni söyleyip yangına körükle
gidebilir. Kısa vadede bir kazanç da sağlayabilir bu davranış ama uzun vadede bunu yapanı
sıradanlaştırır.
Siyasetçiyi büyük yapan, ortak bir acıyı bir siyasi hesaplaşma vasıtası kılmaktan uzak
durması, acı üzerinden bir rant çıkarmaya tevessül etmemesidir. Siyasetçiyi farklı kılacak olan
zor zamanlarda taşın altına elini koyması, tahrike kapılmaması, nefret diline karşı durması,
peşin ithamlardan kaçınması, toplumsal gerilimi düşürmesi ve uzlaşmaya kapı açmasıdır.
Uzlaşma, hayatidir. Çünkü Gürbüz Özatınlı’nın dediği gibi, günümüzde Türkiye’de en
öncelikli siyasi değer “toplumu çatışmalardan korumak”tır. Böyle bir mutabakat
oluşmadıkça toplum yakasını belalardan kurtaramaz.
Yeni Yüzyıl, 04.11.2015