Son günlerin popüler tartışma konularından biri, AK Parti’nin “milliyetçi” yahut “tutucu” bulunan çıkışları. Kürt sorunundaki “Milli Güvenlik Kurulu dili”nden Kars’taki “ucube”ye, Başbakan’ın “aksırıp tıksırma” sözünden “Alevi açılımı”ndaki kapanmaya kadar, hem tutum hem de dil açısından eleştiriliyor iktidar partisi. En çok eleştirenler de, bugüne kadar pek çok konuda AK Parti’ye destek çıkmış olan “liberaller.”
Bu isimlerin en yetkinlerinden biri olan Gülay Göktürk, Bugün gazetesindeki köşesinde iyi yorumladı bu meseleyi. AK Parti’nin muhtemelen bir “seçim stratejisi” izlediğini ve MHP tabanından oy almak için kimi özgürlükçü ve reformist pozisyonlardan geri adım attığını yazdı. Bu stratejiyi neden yanlış bulduğunu da izah etti.
Benzer görüşleri, çok daha sert bir üslupla, Ahmet Altan da dile getirdi. (Bu arada Başbakan’ın Altan’a hakaret davası açması ise hiç iyi olmadı.)
Ben ise, aslında ortada sadece bilinçli bir seçim stratejisi değil, aynı zamanda klasik “üslup sorunu” ve anlaşılır bir “iktidar yorgunluğu” olduğu kanısındayım. Ancak eğer ortada AK Parti oylarını maksimuma çıkarmaya matuf bir strateji varsa, bence de burada bir yanlışlık var.
Yanlışlığın temelinde de, AK Parti’nin, ne kadar çok oy alırsa ülkeyi o kadar kolay yönetebileceği zannı yatıyor. Aynı zanna göre, partinin en önemli vaadi olan “sivil anayasa”nın hayata geçirilebilmesi içinde, önümüzdeki seçimlerde muazzam bir “AK Parti zaferi” gerekiyor.
Oysa gerçekte tek mesele, ülkenin en reformist partisi olan AK Parti’nin aldığı oyun oranı değil. Daha da önemlisi, bu partinin diğer partilerden ve onların tabanlarından aldığı tepkinin dozu.
Mesela, bakın, diyelim ki AK Parti yüzde 55 oy gibi inanılmaz bir zaferle çıktı Haziran’daki seçimlerden. Memlekette her şey güllük gülistanlık mı olacak? Güle-oynaya sivil anayasa mı yapacağız?
Belki evet, belki de hayır.
Belki de hayır, çünkü seçimi kaybeden Kemalist ve bilhassa ulusalcı kesimler belki daha da öfkelenecek. Belki öğrenci eylemleri daha da artacak, yumurtaların yerini taşlar alacak. “Sivil dikta” söylemi daha da güçlenecek ve “demokrasi dışı yollar”a bel bağlayanların sayısı artacak.
Başbakan’a ve diğer hükümete yönelik çirkin “stadyum protesto”ları belki daha da artacak.
Dahası, belki Kürt sorunu da daha kötüye gidecek. Kendi tabanını AK Parti’ye kaptırmakta olduğunu gören PKK, belki “savaş”ı yeniden başlatacak. Memleket, Allah korusun, yangın yerine dönecek.
Bütün bu kötü ihtimaller mümkün, çünkü Türkiye derin fay hatları ile parçalanmış çetrefilli ve zor bir ülke. Bu ülkeyi yönetmek için de, muhalif grupların öfkesini dindirmek, onlarla uzlaşma zeminleri yaratmak gerek.
Hele “sivil anayasa” gibi, toplumun her kesimini kapsaması gereken bir projenin başarılabilmesi için, bu işe öncülük edecek AK Parti’nin sadece güçlü değil aynı zamanda ılımlı ve yapıcı olması lazım.
Kabul; muhalifler, özellikle de Kemalistler arasında hiç iflah olmayacak yeminli AK Parti düşmanları var. Bunlar, “dinci” ve “gerici” saydıkları iktidarı, ağzıyla kuş tutsa bile, düşman gibi görmeye devam edecek.
Ama her kesimin radikalleri ve ılımlıları olur. Hükümetin de muhalefetin en azından ılımlı unsurlarıyla diyalog kurabilir kıvamda olması gerek.
Hem kendisinin, hem de memleketin iyiliği için…
Star, 19.01.2011