Bugün Türkiye solunu özetleyen iki sözcük sorulsa, aklıma ilk sırada “hastalık” ve “ölüm” geliyor. Bazı kesimleri ayırmakla birlikte, Türkiye’de çıkan sol yayınlara bir göz gezdirip sol söyleme dikkat kesildiğinizde sizin de zihninizde benzer bir izlenim oluşacaktır muhtemelen. Bunların neredeyse tüm içeriği şiddet, iç savaş ve öldürmekle ilgili ya da bunlara referans vermektedir. Bunun nedeni Türkiye’de solun şiddeti ve ölümü kutsamayı bir ilke olarak görmesi. Ancak bu durumun, her dönemde olduğu gibi zaman ve strateji bakımından da anlamı var.
Türkiye’deki solun bu durumunu anakronik ve ahlâkî bir sorun olarak görebilir, buradan hareketle bir eleştiri yapabilirsiniz. Ancak meselenin göründüğünden çok daha ciddi sonucu, bu “ölüm seviciliğinin”, yani ölmeye ve öldürmeye hayran olma halinin toplumsal karşılık bulduğunda tehlikeli boyutlara ulaşabilecek olmasıdır.
Türkiye’de sola ilişkin bir şeyler yazmak istediğimde lisans yıllarımdaki bir tecrübem aklıma geliyor hep: Uzun yıllardır çok yakın olduğum bir arkadaşım, lisans yıllarında “devrimcilik” hastalığına yakalanmış ve içine düştüğü kollektivizmle adeta “robotlaşmıştı.” Bir gün ona, “devrim yaptığınızda bize ne yapacaksınız?” diye sorduğumda, “hepinizi asacağız” demişti. O zaman anlamıştım, şiddeti kutsayan bir ideolojinin, insan aklı ve ahlâkında nasıl bir tutulma ve yozlaşma yarattığını. Düşünsenize, neredeyse çocukluktan beri arkadaş olduğunuz birini ideolojik görüşünüz öyle söylediği için asmak amacındasınız.
Kendimi bir anlamda şanslı hissediyorum elbette. Bunu söyleyen arkadaşım ve yoldaşları şimdiye kadar “devrim” yapmayı başaramadılar. Komünizm ve versiyonları hiçbir dönem bu ülkenin sistematiği olmadı; ancak geçmişte başka ülkelerde bu tecrübeyi yaşayıp daha şanssız olanlar, en yakın arkadaşları tarafından asıldılar. Bu ülkelerde halkı sokağa çağıran “devrimci ağabeylerin” kendileri hiçbir zaman sokakta olmadı, ancak ölen “yoldaşları”nın kanı üzerinden edebiyat yapmaya ve sıradakiler içinse propagandaya devam ettiler. Kutsal “devrim” hayalleri gerçek dünyada iktidar ve rant kavgasına dönüştüğünde, “eşit ve özgür” devrimciler liderlerinin katliamına uğradılar. “Devrim” hiçbir zaman “ütopya”ya denk gelmedi sokakta; geçtiği yerlerde ölümden başka bir şey bırakmadı.
Bu hal Türkiye’ye kronik sıtma şeklinde bulaştı. Nöbet, titreme ve ateşle kendini gösterir oldu. İnsandan insana bulaştı. Hastalık ruh halini öylesine bozdu ki ölümden başka bir şey düşünemez oldu. Dolayısıyla, hayata dair gerçekçi hiçbir şey söylemedi. Söylediği hiçbir şey “yaşam”da karşılık bulmadı. Her şey, soyutluğun labirentlerinde dönüp dolaşıp nihayetinde ölümün kutsallığına çıktı.
Bu nedenle PKK solu küçücük çocukların bedenleri üzerinde rahatlıkla “devrimci halk savaşı” sloganları atar. Birileri bu sloganları o çocukların cenazelerinde tekrarlar. DHKP-C solu, terörizmle ölüm dağıtırken, birileri de “biz de sizi seviyoruz” desteği verir. Söylemesi çok acı ama işte bu yüzden tüm insanî ahlâkiliğini yitirmiş darbeci FETÖcüler, 249 insanımızı katleder, devleti yıkıp iç savaş çıkartmaya yeltenir ve CHP solu onlar için “adalet” ister.
Bugün sizi sokağa davet edenlere bir kez daha bakın. Onlar size sıtma bulaştırıp ölüme razı olmanızı bekleyenler. Onlar, yaşamda karşılığı olan hiçbir şeye dair sözü olmayanlar.
Onlar, ölümü kutsayanlar.