Serhat Tuğan, Haziran 1972 doğumlu. Yaşıt sayılırız onunla. Kasım 1988’de, Sürgünde Filistin Devleti’nin ilan edildiği gece üç arkadaşı ile birlikte Hakkari’de bir bildiri dağıtıyor. Bildiri “Filistinlilerin artık haklarına kavuştuğunu ve Kürtlerin de mağduru oldukları zalim rejimin son bulması için ayağa kalkması gerektiğine” dair görüşleri içeriyor. Bildiğimiz, her birimizin hayatında çok defa gördüğü, okuduğu, yazdığı bildirilerden biri.
Normal bir ülkede olsanız, bu bildiriyi caddede, sokakta, kapınızın önünde görseniz, belki alır okur ama üzerinde çok fazla durmazsanız. Okuyup geçeceğiniz, üzerinde çok da durmayacağınız bir bildiri. Ama Türkiye’de öyle olmuyor, bu bildiri Serhat’a çok ağır bir bedel ödetiyor. O vakit henüz 15 yaşını doldurmamış bir çocuk olan Serhat bildiriyi dağıttığı gece yakalanıyor. Hakkari Emniyet Müdürlüğü’nde çok ağı işkencelere tabi tutuluyor. Vahşeti ile maruf Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde 10 ay tutuklu kalıyor. Sonrasında beraat edip Hakkari’ye dönüyor.
Ölümü kurtuluş görmek
Dönüyor dönmesine de maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalar Serhat’ın hatırından çıkmıyor. Unutmayın henüz 15 yaşındaki bir çocuktan bahsediyoruz. Serbest kaldıktan sonra Serhat ciddi bir şekilde yakalanma, polisin eline düşme ve aynı işkencelerden tekrar geçme korkusuyla yaşıyor. Öyle ki sürekli balkon kapısının önünde ve kapıyı açık tutarak uyuyor. Eğer polis bir daha kendisini almaya gelirse, yine aynı işkencelere uğramaktansa balkondan atlayıp ölmeyi kafasına koyuyor.
Polis, Serhat’ın peşini bırakmıyor, ona aman vermiyor. Daima taciz ediliyor, sokak ortasında elbiseleri ve şalvarı yırtılıyor, ayakkabıları ayağından alınıyor. Herkesin önünde tahkir ediliyor. Ayda en az iki kez rutin olarak yapılan ev araması sıklaşıyor. Ailenin bütün mahremiyeti ayaklar altına alınıyor. Bir noktada bardak taşıyor, Serhat kendisine ve ailesine yapılana isyan ediyor ve nihayetinde hapishaneden çıkmasının üzerinden bir yıl geçmeden dağa çıkıyor.
Dağdaki yaşantısı da uzun ömürlü olmuyor, iki yıla varmadan yakalanıyor. Diyarbakır 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılanıyor. DGM, Serhat’ı “örgüt üyesi” olmaktan 12 yıl 9 aya mahkum ediyor. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi, suçun mahiyeti itibariyle TCK 125. madde (vatana ihanet) kapsamında olduğunu belirtiyor ve idama hükmediyor. Ancak suçun işlendiği tarihte yaşı küçük olduğundan cezası müebbet hapse çevriliyor.
DGM Savcısı bile, Yargıtay’ın bu yorumuna isyan ediyor, dosyayı temyiz ediyor ama Yargıtay 9. Ceza Dairesi cezayı onaylıyor. Ardından dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gidiyor. Serhat’ın ablası ve avukatı Rojbin Tuğan’a göre hakimlerin birebir yaptıkları görüşmelerde “Haklısınız, berat etmesi gerek ama bizi bunu kurulda diyemeyiz. Yoksa biz de onunla aynı duruma düşeriz” dediklerini belirtiyor. Korkularına esir düşen hakimler Serhat’a kesilen cezayı yerine buluyor.
DGM Adaleti
Serhat, asker hakimlerin görev yaptığı DGM tarafından yargılandı ve cezalandırıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birçok kararında, askeri üye nedeniyle DGM’lerde tarafsız ve bağımsız yargılama yapılamayacağını kayda geçirdi ve bu sebepten ötürü Türkiye’yi mahkum etti. Türkiye bu sorunu aşmak için Öcalan Kararı’ndan sonra DGM’lerden askeri hakimi çıkardı, akabinde de 2004’te DGM’leri tümden kaldırdı. DGM’lerin yerine Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kuruldu.2014’te bu mahkemelerin varlığına da son verildi ve böylece Türkiye’nin hukuk sisteminde olağanüstü yargılama usulüne tabi bir mahkeme kalmadı.
Bugün DGM’ler mevcut değil. Ama onların hukukun en temel prensiplerini çiğneyerek verdikleri kararlar hükmünü icra ediyor ve Serhat gibi yüzlerce insanın hayatını karartıyor. Hapishanede yaşlanan bu insanlar yakalandıklarında çocuk yaştaydılar. İfadeleri ve yer gösterme tutanakları ağır baskı ve işkence altında alındı. Uydurma tanık beyanlara ve hukuka aykırı yüzleştirmelere dayanılarak haklarında kararlar oluşturuldu. Yargılandıkları mahkemelerin adil ve tarafsız olmadığı sabitti. Bütünüyle hukuksuz bir sistemin verdiği kararlar, bu insanların ömürlerini dört duvar arasında tüketmesine neden oluyor.
DGM’lerle yüzleşme
Türkiye’nin DGM adaleti (!) ve bunun yarattığı tahribatla yüzleşmesi gerekiyor. Yakın bir tarihte bazı umut verici gelişmeler oldu. Serhat ile aynı cezaya mahkum edilen İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu hakkında, hukuken mevcut olmayan DGM hükmünün taraflı ve yanlı olmasından ötürü yeniden yargılanma kararı verildi ve Mirzabeyoğlu hapisten çıktı. Yine Yakup Köse ve Rıdvan Çağrıcı da serbest bırakıldılar.
Tuğan Ailesi de oğullarının yeniden yargılanmasını istiyorlar. Çünkü Serhat, 25 yıldır cezaevinde kendisi ile aynı kod adı (Şerwan) taşıyan bir kişinin cezasını yatıyor. Rojbin Tuğan, sonradan tespit edilen bu delil nedeniyle, Serhat’ın dosyasının açılması ve yeniden yargılama yapılması için başvuruda bulunduklarını, ama mahkemenin yarım sayfayı bile doldurmayan baştan savma bir gerekçe ile taleplerini reddettiğini ifade ediyor.
Serhat, şu anda Diyarbakır D Tipi Cezaevinde yatıyor. 22 Temmuz’da hapishanedeki 25. yılını dolduracak. Dile kolay; 43 yıllık bir ömrün 25 yılını zindanlarda geçirmek. Serhat ve onun gibi çok sayıda mağdur adaletten umutlarını kesmiş haldeler. Ama anneleri, babaları ve sevenleri hakkın yerini bulması için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Apoletli nefretin adaleti
Rojbin Tuğan, ömrünü kardeşinin dosyasına adadı, Serhat ve onun durumunda olanlar için adaletin gerçekleşmesi için bütün hukuki imkanları zorlamaya devam ediyor. Son söz onun olsun:
“Serhat’ın dosyası bir hukuk katliamının, intikam ve nefret duyguları için hukukun nasıl kullanılacağının en iyi örneği. İçinize sindiremeyeceğiniz, isyan edeceğiniz ve bizlere hukuk fakültelerinde öğretilenlerin hepsinin yalan olduğunu göreceğiniz bir dosya. Belki de ileride üniversitelerde Kürt sorununun çetrefil hale gelmesine yargı eli ile yapılan katkılara en iyi örnek olarak okutulacak bir dosya.
DGM’lerin adaletinden kardeşimin payına ömrünü, çocukluğunu, gençliğini zindan zindan gezerek çürütmek düştü. Serhat, apoletli bir nefretin adaletine kurban edildi, hayatı söndürüldü. Benzeri birçok dava ile birlikte bu dava, devletin güvenliğini emanet ettiği mahkemeler tarafından hukukun, adaletin ve ülkenin geleceğinin nasıl dinamitlendiğini gösteren bir dava olarak Türk hukuk sisteminin ayıplar listesinde baş taraflarda yer alacak.
Bir avukat olarak bunu çok iyi biliyorum. Bir Kürt ve bir kardeş olarak ise duygularımı burada ifade etmem çok zor.
24 yıldır gitmediğimiz yer, çalmadığımız kapı kalmadı. Bir mucize için çıktık yola. Ama hayat bu, 24 yıl sonra olsa da halen adalet için umudumuz var. Hepimiz için, birbirimizin yüzüne utanmadan bakabilmemiz için ve suskunluğumuzun ağır yükünden kurtulabilmemiz için her şey mümkün. Geç olsa da…”
Serbestiyet, 02.07.2015