Çocukluğumun oruç günleri bir başkaydı. Komşularımız Ramazanda, bizler ise daha çok Muharrem ayında oruç tutardık. Hiç unutmam annem Ramazan öncesi hepimizi yıkar, paklardı. İlk gün hepimiz oruçlu olurduk. Hayal meyal hatırlıyorum, Ramazan gecelerinde oruç tutmasak da gece yarıları ışıklarımızı açardık. Sebebini yıllar sonra anlamıştım. Komşularımız Ramazan geceleri bizim ışıkları gözetleyip, gündüzleri anneme “Sırma hanım dün gece ışığınız yanmıyordu, yoksa hasta mıydın, uyanamıyorsan biz seni uyandıralım” gibi laflar söylerlerdi.
Yol erenlerinin dizlerinde muhabbet sohbetlerine katıldığımız günlerde Dedelerimiz nasihat verirken: “Bu ayda hiç olmazsa üç gün, başında, ortasında ve sonundaki arife gününde oruç tutun.” dediklerini hatırlarım. Gece sahurda önce abdestler alınır sonra sofraya oturulurdu. Genelde mümkün olduğunca az yenilirdi. Biz çocuk olduğumuz için bizlere biraz da kıyak geçilirdi. “Güler yüz de sadakadır” hükmünce oruçlu olunduğu kimseye hissettirilmez, suratların asılması ve oruçluluk halinin başkalarına gösterilmesi büyük ayıp sayılırdı. Gün batımında sofra hazırlandığında büyük bir sessizlikle abdestler tazelenir ve vakit beklenirdi.
Kırklayan ibadet
Arife günleri bir başka olurdu. Evde koca koca kazanlarda sular kaynatılır ve adeta kırklanırdık. Bütün aile sıra ile yıkanır ve temizlenirdi. Çocukların tırnakları özenle kesilirdi. Hiç unutmam rahmetli Anneannem “evlat kuldan utanırsan el, Allah’tan utanırsan ayak tırnağını kesmeyi unutma” derdi. Tırnak makasını ne zaman elime alsam hep bu sözü hatırlarım.
Alevi ve Bektaşilerde Oruç ritüelinin en yoğun yaşandığı günler Matem günleri olan Muharrem günleriydi ve bu günlerin havası Ramazanın neşesinden ziyade hüzünle iç içe olurdu. Muharreme girilirken arefe günü misali tüm aile temizlenir ve matem günlerine hazırlanırdı. Bazen Eba Müslim aşkına tutulacak oruca niyet edilmişse matem üç gün önce başlardı. Temiz iç çamaşırları istiflenir ve gardıroba dizilirdi. Matem süresince babalarımız tıraş olmaz, kimse yüksek sesle gülmez ve konuşmaz, saçlarımız elle düzeltilir, tarak vurulmazdı. Muharremin girmesi ile birlikte tüm hane halkı karalar bağlar ve evden gülen yüzler kaybolurdu. Yüzlerde derin bir ıstırap okunurdu. Ama tüm bu hale rağmen matem dışarıya yansıtılmaz, Ehl-i tarikler birbirleri ile karşılaştıklarında hüzünle selamlaşırlardı.
Evin kileri ve dolabı bu günlere özel olarak hazırlanırdı. Yumurta ve et kaldırılır, bıçak vurulacak hiçbir şey sofraya konulmaz, bu ayda aslan bile avına pençe vurmaz denilir ve hiçbir canlının hayatına kast edilmezdi.
Çocuklar için ekmek orucu
Matem günleri boyunca su içilmediği için su yerine boğazımızı ıslatacak meyve hoşafları hazırlanırdı. Gece yarısı sahura kalkılır ve abdest alınılarak sofraya oturulurdu. Annem abdest almadan sofraya oturmamıza izin vermezdi. Bu merasim oruç açılırken de tekrarlanırdı. İftar yaklaştığında annemin “haydi çocuklar doğru banyoya. Abdest alıp sofraya geçin” demesi hala kulaklarımdadır. Küçük kardeşlerim ekmek orucu tuttukları için onlar nispeten rahattılar. Kız kardeşlerim öğlene kadar sabreder, fakat açlıktan ağlamaya başladıklarında annem onların başını okşayarak “hadi siz orucunuzu açın, siz ekmek orucu tutuyorsunuz” derdi. Bazen ufaklıklar ısrarla bizi beklerlerdi, iki gözleri iki çeşme.
Hz. Hüseyin aşkına…
Muharremde yemek sorun değildi ama susuzluk dayanılır gibi değildi. Oruç açıldıktan sonra bile suya içmek için dokunulmazdı. Sofradaki hoşafla ve varsa bir bardak çay ile idare etmek gerekiyordu. Sanırım büyükler onlara bile pek yaklaşmıyorlardı. Fakat hiçbir şey bardaktaki saf suyun yerini tutmuyordu. Bazen bir başıma kaldığımda elim bidonlardaki suya gider, bardağı doldurur, sonra bardak dudaklarıma yaklaşırken Kerbela’da susuz şehit düşen İmam Hüseyin ve Yetmiş iki sahabesi aklıma gelir, ellerim titrer ve bardağı bırakırdım. Oruçlu olsun olmasın evde kimse sade suya el sürmezdi. Öyle bir hava oluşurdu ki, su içmek sanki Kerbela sahrasında Ehlibeytin önünde su kırbalarını saçarak içen Yezid’in ordusunda Hz. Hüseyin efendimize kastedenler gibi olmak demekti. İftar vakti sofra hazırlandığında biz küçükler Ramazan alışkanlığı ve okulda öğrendiklerimiz nedeniyle kulaklarımızı dört açıp ezan-ı Muhammedi’yi beklerdik beklemesine ama hiç ezanla birlikte oruç açtığımızı hatırlamam. İmamın Allahu Ekber nidası ile sofraya kurulur ama büyüklerimizin ikazı ile ellerimizi hemen geri çekerdik. Ezan okunur ve annem karanlığın kavuşmasını beklerdi. Dedelerimiz öyle demişti, hava kararmadan oruç açılmayacaktır. Gündüzün aydınlığı iyice gidip gecenin karanlığı kavuştuğu vakitte Dedemizin desturu ve duası ile oruçlar tuz ile açılırdı. Ve kesinlikle hangi orucu tutarsak tutalım orucumuzu su ile açmazdık; Ehlibeyt susuz bir şekilde oruç tutup bir hurma ile orucunu açarken biz nasıl olur da tatlı su ile orucumuzu açabilirdik? Öyle öğrendik, bidat bile olsa bunlar bizim için böyle anlamlıydı.
Oruç terbiye eder
Aşure günü öncesinde annemle alışverişe gider ve bilumum bakliyat ve çeşitli aşurelik malzemeler alırdık. Dev gibi kara kazanlar aşure kaynatılmak için birkaç gün öncesinden iyice temizlenir, yıkanır ve hazır bekletilirdi. Sabahtan kara kazanın altına odunlar sürülür ve en az oniki çeşit malzemeden yapılacak olan ve koca bir mahalleye yetecek kadar aşure kaynatılıp kıvamı gelinceye kadar kaynatılırdı. Hepimiz oruçluyduk ve bize geleneğin bir uzantısı olarak gelen bir ritüel orucumuzu sakatlardı. İster oruçlu ol, ister olma aşure tamam olduğunda Dedelerin duaları eşliğinde herkese bir lokma Hüseyin aşkına sunulur ve oruca devam edilirdi. Ve hiç kimse orucunun bozulduğunu düşünmezdi. Ve bu zamanlarda şunu öğrenmiştik, oruçluyken bile oruçlu olduğumuzu söylememeyi. Kamber Dedem hep “Oğul, insan orucu kendisi için, nefsini terbiye için tutmalı. Öyle ki oruçlu iken, seni gören kişi senin oruçlu olup olmadığını anlamamalı, oruç senin özünü arıtmalı, gönül aynanı parlatmalı. Her daim dilin zikir üzere, nefsin oruç üzerine olmalı, dört kitabın özünde bu yazar” derdi.
Yıllar sonra İncil’i merak edip okumaya başladığımda Hz. İsa’nın Ferisilere hitaben söylediği sözleri gördüğümde evet dedim kendi kendime dört kitabı hakkı ile okuyan dünyaya aynı mana gözü ile bakar.
Aşk-ı muhabbetle Allahu Teala cümle tutulan oruçlarımızı kabul eyleye…
Açık Görüş, Star, 05.09.2010