Bazen rastlıyorum bazı yazarlar için şöyle diyorlar: “İyi bir yazar ama yalnız takılıyor.” Bazılarına göre ise yazarın yalnızlığı kendini beğenmişliğinden kaynaklanıyor. Yazarlar hakkında bu gibi yargılar yanlış bir ezberden kaynaklanıyor. Sayısal bakımdan yalnızlık yazarın kusuru değil, normalidir. Eğer gerçek sahici bir yazarı tanımlıyorsak bu yazar yalnız bir insandır. İki nedenden dolayı yazarlar yalnız kalırlar: Birincisi normal olanıdır, çünkü bir insan kitap okurken ve yazarken yalnız olmak zorundadır. İnsan bu iki etkinliği sadece yalnız, tek başına kaldığında gerçekleştirebilir. Yazarlığın hakkını veren, iyi okuyan ve iyi yazan bir yazar yalnız olmak zorundadır. Bu yalnızlık yaşam boyu onun kaderi olur.
İkincisi de yine birincisiyle bağlantılıdır. Eğer bir yazar özgün olur, ezber bozarsa akıntılara karşı yürek çekerse ekstra bir yalnızlık daha eklenir normal yalnızlığına…
Yalnızlığın birinci kategorisinde çok yazar vardır. Sürekli okuyup yazdıkları için çevreleri çok kalabalık olmaz ve bu okuyan yazan yazarın tercihidir. İkinci kategorideki yazarların sayısı çok değildir. Bunlar normal yalnızlığın üzerine özgün oluşları ve ezber bozmaları nedeniyle de mahallelerinden aforoz edilirler. Dünya edebiyatında Tolstoy, Dostoyevski, Kafka bu ekolden sayılırlar. Kafka bir yazısında, “Yazmak, mutlak bir yalnızlıktır, kişinin kendi soğuk benliğine düşmesidir.” Ernest Jünger ise, “Yalnızlık yazarın acılarına değil, sermayesine dahildir.” der.
Decartes ise yazarın başka bir özelliğinden bahseder ve yalnız olmadığını söyler: “İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” Kitap okuyan bir yazarın yalnız olmadığı fikri bir başka yaygın görüştür. Stefan Zweig, “Kitap okuyan insanlar, dünyayı yalnız kendi gözleriyle değil, sayısız insanların ruhsal bakışlarıyla görebilirler.” diyerek bu görüşü derinleştirir. Kendi deneyimimden bahsedecek olursam bence de kitap okuyan biri yalnız değildir. Dünya klasiklerini okuyan bir insana yalnızdır diyebilir miyiz? Tolstoy, Victor Hugo, Balzac, Dostoyevski, Anton Çehov okuyan birinin yalnız olduğunu kim iddia edebilir. Hatırlıyorum on yıl kaldığım hapishane günlerimde kendimi hiç yalnız hissetmedim. Bunu kesinlikle okuduğum kitaplara borçluyum. Kitapların eşlik ettiği bir dünya yalnız değildir. Bazen roman kahramanlarından çok şey öğrenir insan, hatta birlikte kaldığın insanlardan daha çok. Roman okumuş insanlar anlar ne dediğimi. Bazen etrafınızda çok insan olur ama siz yalnız olduğunuzu hissedersiniz. Bazen yanınızda kimseniz olmaz ama kitaplarla hemhal olduğunuz için yalnız hissetmezsiniz kendinizi. Victor Hugo kitabın önemi üzerine şöyle bir cümle kurmuştur: “Bir kitap dünyadan daha büyüktür, çünkü maddeye düşünceyi de katar.” devamında ise, “En mutlu insan, kitap hazinesine veya kitapsever arkadaşlara sahip olandır.” der. Kitapların insan üzerinde yarattığı ruhsal zenginlik küçümsenmemelidir. İnsanın yalnızlığını sayısal bakımdan açıklayan görüş, kitapların insan üzerinde yarattığı ruhsal çoğulluğu ve anlamı göz ardı ediyordur.
Konuyu özetleyecek olursam öncelikle yazarların yalnız oluşları bir kusur değil, uğraşlarının ve yeteneklerinin sonucudur. İkincisi kitaplarla hemhal olan bir yazar ruhsal bakımdan kendini yalnız hissetmiyor olabilir. Buraya kadar anlattıklarım edebiyata, edebî olana içkindir. Bugün bu süreç böyle devem ediyor mu emin değilim. Günümüz yazarı artık yalnız değil, kalabalık olmak istiyor. Her gün bir toplantıya, bir kitap fuarına davet etseniz koşa koşa gidecek olanlar var. Eskiden yazarların boş vakti yoktu. En dolu zamanlarında bile kitap okurlardı. Şimdi boş zamanlarında bile kitap okumak istemeyen yazarlar var. Geçmişte yazarın yalnızlığı bir asalet sayılırken, bugün bu yalnızlık bir kusur sayılıyor. Eskiden yazarlar özgün şeyler yazdıkları için mahalleleri tarafından linç edilirlerdi. Şimdiki yazarlar mahalleleri tarafından baş tacı edilmek istiyorlar. Dijital çağla birlikte edebi olan çok şey edepsizleştirildi. Edepsiz olan baş tacı olunca, edebî olanın yalnızlığını özlüyoruz.

