Sahi, Yer Altından Çıkan Silahlar Kimin?

Ergenekon Davası, rahatsız edici bir yüzleşme. Buna katlanmak çok zor! Ama bu sarsıcı yüzleşme olmadan, huzurlu bir gelecek inşa etmek de mümkün olmayacak. Dalan’ın arazisi kazılınca topraktan fışkıran bombalar bakalım “inkâr korosunu” susturabilecek mi? Aslında, kalbiyle kavramak, gözüyle görmek isteyenler için her şey ortada değil mi?

Bedrettin Dalan’a ait Poyrazköy’deki arazide bulunanlarla birlikte, daha önce Ankara Gölbaşı, Zir Vadisi’nde, Sakarya’da ele geçen silah ve muhimmatlar kime ait, bulundukları yerlere kimler tarafından gömüldüler? Kamuoyu bu soruların cevabını arıyor.

Son olarak Poyrazköy’de bulunan cephanelik (Sahi kimin bütün bu silahlar? Kim, nereden buldu ve yer altına gömdü bu silahları? Kimse bir açıklama yapmayacak mı bize?) bana uzun yıllar önce okuduğum seri katilin öyküsünü hatırlattı. 

Sibiryalı bir adam, çok uzun yıllara yayılmış bir süreçte yüzlerce kişiyi öldürmüştü. Adamın yakalanmasından sonra gözler eşine dönmüştü. Gazeteciler adamın eşiyle konuşmuşlar, ona bu kadar yıl eşinden hiç şüphelenip şüphelenmediğini sormuşlardı. Kadının cevabı oldukça ilginçti. “Hayır, hiç şüphelenmedim, ama şimdi bu durumu öğrenince bütün taşlar yerine oturdu”.

Kadının cevabının beni insan doğası, insanın etrafında olup bitenleri anlama ve anlamlandırma biçimleri üzerine derin düşüncelere gark ettiğini hatırlıyorum. Gerçekten eşinden hiç şüphelenmemiş miydi? Eğer şüphelenmemişse neden taşların yerine oturduğundan söz ediyordu? Demek ki taşlar yerinde değildi! Oysa kim bilir ne kadar çok işaret vardı ortada?

Adam yirmi yıl içinde yüzlerce insanı öldürmüştü. Çamaşır yıkarken kan lekesi görmüş olmalıydı kadın! Başka bir seferinde, belki kurcalamaması gereken alet çantasına bakarken orada olmayacak bir şey görmüştü! Eşinin her eve geç gelişinin ardından bir ceset bulunduğu haberini yerel gazetede okuması, adamın hiddetlenip söylendiği bazı komşularının bir süre sonra kayıplara karışması ve daha kim bilir ne işaretler vardı! Belki de çok daha açık izler vardı!

Ama ben kadına inanıyorum, muhtemelen “hiç şüphelenmedi!”. Tabii eğer kadınla karşılaşma imkânım olsaydı gözlerinin içine bakarak “gerçekten hiç şüphelenmediniz mi” diye sormadan edemezdim! Kadın da yüzünde tekinsiz bir ifadeyle “hiç şüphelenmediğini” söylerdi muhtemelen…

ERGENEKON KÖRLERİ

İnsan hazır olmadığı bir şeyi göremiyor. Hele hele gördüğü şey konforunu bozacak, hayatını alt üst edecek bir gerçeklik ise, onu görmemeyi rahatlıkla ‘becerebiliyor’! Yukarıda anlattığım hikâye bu görmeme halinin “kristalize olmuş” bir örneği. Nasıl oluyor da insan gözünün önünde olup biten bir şeyleri görmemeyi becerebiliyor? Ahmet Altan günlerdir köşesinden basının nasıl “Ergenekon”u görmezlikten geldiğini anlatıyor. Sadece basın mı Ergenekon’u görmezlikten gelen? Türkiye’de “modern”, “seküler” cenahın büyük çoğunluğu, “Ergenekon körleri” arasında yer alıyor.

Geçenlerde bu gözlerin bazıları açıldı, bir tür “aydınlanma” haline tanık olduk. Alevi önderlerine, kendilerine yönelik suikast planları gösterildikten sonra, bazı Alevilerde ciddi bir söylem değişikliğine tanık olduk. Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız bir konuşmasında şöyle demiş: “Belgelerde evimin fotoğraflarını, krokisini, geliş-gidiş yollarımı, görevlendirilmiş dokuz kişiyi, kimin patlayıcı temin edeceği, kimin düzenek yerleştireceği, kimin patlatacağı gibi bir düzenek gördüm. O anda aklıma Uğur Mumcu, Hablemitoğlu ve Bahriye Üçok’un karanlık güçler tarafından katledilişi geldi.”

Ben burada en çok sayın Balkız’ın Türkiye’nin geçmişine yönelik referanslarını önemsedim. Sayın Balkız adeta, Ergenekon’un suikast planını gördükten sonra bütün taşlar yerine oturdu diyor. Bir cinayet planını görmek bir anda bütün gardı yerle bir ediyor ve adeta bir tür iç aydınlanma hali yaşanıyor! Demek ki aslında tüm taşlar yerli yerinde değildi! Demek ki aslında, belki itiraf edilmek istenmese de, belli belirsiz bir şüphe kafasının bir yerinde dolaşmaktaydı!

NASIL İKNA OLUNUR

İyi de neden laik olduğunu iddia eden bu Cumhuriyet biz Alevilere haklarını tam olarak vermiyor? Eğer bu Cumhuriyet laik vatandaş arıyorsa bizden daha mükemmel bir örnek mi var? Peki neden bir türlü muteber vatandaş olamıyoruz? Neden bizlere karşı yapılan provokasyonlarda hep bir derin devlet izi var? Kim bilir buna benzer ne sorular Alevilerin kafalarının bir yerlerinde dolaşmaktaydı? Daha doğrusu, bilinç altlarında diyelim… Muhtemelen bu soruların bilinç düzeyine çıkmalarına izin vermiyorlardı. Ama Sayın Balkız’ın kendisine yönelik cinayet planını görmesinin ardından Mumcu, Hablemitoğlu cinayetlerini hatırlaması, aslında bu soruların ve onlara yönelik cevapların kafasının bir yerlerinde her zaman dolaştığını gösteriyor.

Tıpkı seri katilin eşi gibi, Sayın Balkız’da karşılaştığı yeni bilgiyle bir anda geçmişi farklı bir okumaya tâbi tutuyor, anlam dünyası bir farklılık kazanıyor. Taşlar yerli yerine oturuyor! Bu defa içimiz yanmadan bir provokasyonun önüne geçilmiş olması ve Sayın Balkız’ın duygu ve düşüncelerini samimiyetle kamuoyuyla paylaşması toplumsal barış ve demokrasi için umutlarımızı arttırıyor.

Hayatta öyle anlar vardır ki, aniden gardınız düşer… Bir anda, karşılaşılan acı, görmemenin verdiği sahte rahatlık duygusunu, konforu, kimliği kaybetmenin vereceği acıyı aşar ve işte böyle anlarda tüm yaşamınızı, tüm geçmişinizi bambaşka bir okumaya tâbi tutarsınız. Sizi temin ederim, bugün Ergenekon’un avukatlığına soyunmuş olan bazı medya ve siyaset erbabı da, kendilerine veya çocuklarına yönelik bir suikast planıyla karşılaşsalar, onların da birden söylemlerini değiştirdiklerine tanık olurduk. İşin tuhaf tarafı Ergenekon gibi bir örgüt var oldukça hiç kimsenin hayat güvencesi yok bu ülkede…

YAŞAM TARZI VE ERGENEKON

Bugün Ergenekon’u savunan herkes yarın bir provokasyon için savundukları örgütün kurbanı olabilirler… Ama işte Alevilerinki gibi yakıcı bir karşılaşma olmadığı sürece, pekçok insan Ergenekon diye bir örgütün var olduğuna inanmadığını söylemeye devam edecek. Çünkü Ergenekon örgütünün varlığını kabul etmek, onların kimlik duygularını tehdit ediyor.

Ergenekon, “modern”, “çağdaş”, “yurtsever”, “laik” vd. gibi kavramların feci şekilde içlerinin boş olabileceğini, bir sürü karanlık ve pis işi saklamak için bu kavramların birer dekor olarak kullanılabildiklerini ima ediyor. Ergenekon bizi Türkiye tarihini sorgulamaya teşvik ediyor.

Bazıları için Ergenekon davası, sorgulanamaz bir üstünlük duygusunun, adeta bir sınıf ve statünün kaybını ima etmekte… En fazla evin bahçıvanı payesi verilecek olan “gerici Müslüman”la evi eşit bir şekilde paylaşmak, sürekli çıbanbaşı olarak görünen “gayrimüslimin” bu ülkenin en baş mağdurlarından biri olduğunu kabul etmek, Osmanlı’nın çok kimlikli yapısından çıkarken, nasıl ırkçı ve şövenist bir yapıya sürüklendiğimizi görmek ve daha pekçok şey demek Ergenekon’la yüzleşmek…

Bütün bu nedenlerle de, bu “karşılaşma”, konfor ve ezber bozucu, tedirgin ve rahatsız edici. Bütün bu nedenlerle, kuyulardan çıkan kemikleri, topraktan ve etraftan toplanan bombaları görmemeyi, “konuşmaları” duymamayı tercih ediyorlar. Aksi takdirde tüm taşlar yerli yerine oturacak, takke düşüp kel görünecek! Bir anda tüm Türkiye tarihi gözlerinin önünden bir film şeridi gibi akıp gidecek! Kurdukları sahte kimlikleri yerle bir olacak!

Ortaya çıkan bütün ilişkiler ağı, bilgi ve belgeler sadece Ergenekon’u değil, karanlık bir geçmişi yüzümüze çarpıyor. Rahatsız edici bir yüzleşme anı bu. Buna katlanmak çok zor! Ama bu sarsıcı yüzleşme olmadan, huzurlu bir gelecek inşa etmek de mümkün olmayacak! Dalan’ın arazisi kazılınca topraktan fışkıran bombalar “inkâr korosunu” susturabilecek mi? Kalbiyle kavramak, gözüyle görmek isteyenler için her şey ortada değil mi?

Yenişafak, 26.04.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et