Sağlık çok çetrefil ve zorlu bir alan. Bu yüzden, sektörle ilgili konularda ucuzcu genellemeler yapmaktan ve mucizevi öneriler geliştirmekten uzak durmak lazım. Ancak, serbest hekimlere yapılan muamelenin haksızlık ve yanlışlığı gün gibi aşikâr. Meslek seçme ve icra etme, kendi işlerini kurma hakları örtülü yollarla ellerinden alınmak isteniyor. İnsan haklarına açıkça aykırı bu durum ne yazık ki medyada ve siyasette yeterince ilgi ve tepki çekmiyor.Türkiye’de 120 bin kadar doktor olduğu ve toplam 200 bin doktora ihtiyaç olduğu söyleniyor. Aradaki açık sağlık hizmetleri alanındaki kıtlık vakıasını ağırlaştırıyor. İktidar partisi, toplumdan gelen baskılara cevap olarak, doktorların çalışma hayatına, azamî verimliliği getireceğine, dolayısıyla vatandaşların taleplerinin daha iyi karşılanmasına hizmet edeceğine inandığı bir düzen getirmek istiyor. Daha doğru bir lisanla söylemek gerekirse, sağlık hizmetlerini planlamaya çalışıyor. Bu planlama çabası, vasıflı insan gücü yanında tıbbî cihazları ve ortamları, yani sağlık yatırımlarını da kapsıyor. Böylece ortaya ilginç bir tablo çıkıyor: Ekonominin diğer alanlarında nispeten serbest piyasacı olan iktidar, sağlık ekonomisinde tersi istikamette hareket ediyor; devletçi, merkezî planlamacı bir sistem kurmaya çabalıyor. Sağlık, hislerin ve romantizmin, belki de kaçınılmaz olarak, egemen olduğu bir alan. Konu sağlık olunca ekonominin temel kuralları unutuluyor ve herkesin istediği nitelik ve nicelikte, istediği vakit ve yerde ve de bedava sağlık hizmeti alabileceğinin mümkün olduğu varsayılıyor. Bunun olması için tek yapılması gerekenin, devletin sağlık sektörünü planlaması olduğu sanılıyor. Toplumda olduğu gibi bakanlık bürokrasisinde de buna kuvvetle ve samimiyetle inananlar var.
Meseleye daha şümullü bakarsak, sağlık sektörünün yoğun bir ekonomik boyutunun olduğunu görürüz. Toplumda belli sağlık hizmetlerine talep oldukça, normal şartlar altında, bu talebe cevap verecek mal ve hizmet üretimini yapmak isteyenler çıkacaktır. Ancak, talebin ne miktarı ne de nitelik, nicelik, mekân ve zaman bakımından iç dağılımı bir kişi veya bir kurum tarafından önceden görülebilir ve bilinebilir. Zira talep, bütün özellikleriyle, sabit değil değişkendir. O zaman, maksimum verim için sektörün işleyişini azamî ölçüde kendi haline bırakmak, yani potansiyel üreticilerin üretim müşevviklerini ortadan kaldırmamak gerekir. Ne yazık ki, bu olmuyor. YÖK tıp fakülteleri üzerinden doktor arzını, SB mevzuat üzerinden hizmet arzını sıkı denetim altında tutuyor. SB kendi elindeki kaynakları elbette bir plana uygun olarak istihdam etmeye çalışabilir. Ancak, özgür bir ülkede, bir sektörün bütünüyle devlet tarafından planlanması hem imkânsızdır hem de kabul edilemez bir durumdur. Bir taraftan kamunun gücü fıtri olarak buna yetmez, diğer taraftan planlama kaçınılmaz olarak zor ve hak ihlali içerir. Bir planın her görüşü, tarzı ve tercihi tatmin etmesi imkânsız olduğundan, en güçlünün (iktidarın; tekelci odakların ve, en kötüsü, ikisinin ittifakının) dediği olur, bunu istemeyenlere karşı örtülü (yönetmelik) dolaylı (maliye) ve doğrudan (polis, savcı, mahkeme) güç kullanılır.
serbest hekimlerin sessiz çığlığı
Serbest hekimlerin dramı, planlamanın nasıl mağduriyete sebep olduğunun en iyi örneğidir. Serbest hekimler, kendi işlerini yapmak istiyorlar. Sayıları yalnızca üç bin civarında ve bu hekimlerin yaklaşık bini İstanbul’da. Bir kısmının yıllardır muayenehanesi var. Belki de yarısı devlette hiç çalışmamış. Çoğu ortalama gelir sahibi, bazılarının sandığı veya iddia ettiği gibi parayla oynamıyor. Zaman içinde hem muayenehanelerinin fizikî varlığı, hem hasta kayıtları, hem hastalarıyla kişisel insanî ilişkileri bakımından muazzam bir yatırımı gerçekleştirmişler. Üstelik bu hekimler, kutsallaştırılan söylemle ifade edersek, emekçi. Kazanmaları, işlerinin başında olmalarına ve bilfiil çalışmalarına bağlı. Kendiliğinden kazanç getiren bir yatırımları ya hiç yok ya da sembolik seviyede. Onların çalışmaktan engellenmesi sağlık hizmetlerine katkı sağlamayacak, zarar verecek. Eminim, bir kısmı mesleği bırakacak. Diğerleri, ister devlette ister özel hastanelerde çalışsın, mutsuz olacak, kendini köle işgücü gibi hissedecek. Bu insanların yıllardır biriktirdiği bilgi ve hastalarıyla kurdukları güven ilişkisi de böylece heba olacak. Buna kimin hakkı var? Böyle olmasının hekimlere, hastalara, sağlık sistemine ve ülkeye ne yararı olabilir?
Bırakın kişisel mağduriyeti, serbest hekimler, içine itilmek istendikleri düzen sağlık sistemine muazzam katkı sağlayacak olsa bile, işlerini yapmaktan alıkonamazlar. Çünkü, bu onların hem meslek seçme, meslek icra etme ve iş kurma özgürlüğünün hem anayasal eşit vatandaşlık statüsünün ihlali anlamına gelir. Bu değerler, Türkiye demokratik bir ülkeyse, ne iktidarların plan, hesap ve temennilerine ne de başka insanların yararına ve mutluluğuna kurban edilebilir. Meslek seçme ve iş kurma evrensel özgürlüklerdir ve Türkiye’nin 1982 Anayasası’nda bile kabul edilmiştir. Bu yüzden SB’nin yanlışta ısrarını anlamlandırmak gerçekten zor. Bakanlığın ağustosta yürürlüğe girecek yönetmelikte koştuğu şartlar ve bu yönetmeliği yürürlüğe koymaktaki hırsı korkutucu. Sanki ortada bir cinayet var ve bakanlık faili bir an evvel bulma çabasında. Bakanlığın serbest muayenehanelere antipatisi, bir yıldır yönetmeliğe uyan yeni muayenehaneler açma başvurularına bile izin vermemesinden belli. Yönetmeliğin içeriği ve verilen intibak süresi de gerçekçilikten uzak. Türkiye’nin yapı stokunun, yani binalarının ortalama özellikleri belli. Bunun sorumlusu doktorlar mıdır ki onlara muayenehanelerinin bulunduğu binaların temel vasıflarını değiştirme gibi absürd bir şart koşuluyor ve sadece bir yıl veriliyor? İstanbul özelinde binaların yüzde 70’i ruhsatsız. Başbakan bile yıllarca “kaçak” binada oturmak durumunda kalmadı mı? Bakanlığın aile sağlık merkezleri bu standartlara uygun mu? Ya hastaneler? Kamunun kendisinin gerçekleştiremediği şartları vatandaşa dayatma hakkı var mı? Bu, hukukun hâkimiyetine uyar mı?
Sağlık çok çetrefil ve zorlu bir alan. Bu yüzden, sektörle ilgili konularda ucuzcu genellemeler yapmaktan ve mucizevi öneriler geliştirmekten uzak durmak lazım. Ancak, serbest hekimlere yapılan muamelenin haksızlık ve yanlışlığı gün gibi aşikâr. Serbest hekimlerin meslek seçme ve icra etme, kendi işlerini kurma hakları örtülü yollarla ellerinden alınmak isteniyor. İnsan haklarına açıkça aykırı bu durum ne yazık ki medyada ve siyasette yeterince ilgi ve tepki çekmiyor. Serbest hekimlerin kendileri de çelebi ve kanunlara uyan insanlar oldukları için meramlarını sükunetle, uygarca anlatmaya çalışıyor. Onlara yakışmaz ama, saldırgan olsalardı, kamunun parasını haksız yere talep etselerdi, sağı solu yakıp yıksalardı, belki böyle olmazdı, medya da siyasiler de soruna daha çok ilgi gösterirdi.
İktidar serbest hekimlerin sessiz çığlığını duymalı ve insan hakları, adalet ve barış adına serbest hekimlerin meslek seçme ve icra etme özgürlüğünü çiğnemekten uzak durmalı.
Zaman,08.07.2011