Tiflis Notları 4
Birinci Körfez Savaşı yılları… Şehirde tedirginlik yaratan, yavaştan yükselen ve uzun uzun öten uğultuya benzer sesli sirenler çalardı tatbikat amaçlı. Nükleer saldırı sırasında neler yapılması gerektiği okulların ve devlet dairelerinin belli yerlerinde asılı çerçevelenmiş posterlerde adım adım tarif edilirdi. Sarı alarm, kırmızı alarm gibi çeşitleri vardı, eğer siren kesik kesik çalıyorsa nükleer saldırı riski, aralıksız çalıyorsa hava saldırısı riski var demekti. Siren duyulunda yapılacak ilk iş elektrik devrelerini indirmek, prizde takılı aletleri çekmek ve sığınaklara girmekti. Sığınaklarda günlerce kalmak gerekebileceğinden bir yerde hazır bekleyen, içinde envai çeşit temel ihtiyaç maddesinin bulunduğu sığınak nevalesi saklanması tembihlenirdi. Bunlar bazen derslerde anlatılırdı, okulun sivil savunma kolu bu konularda eğitilirdi. Doğu illerinde gaz maskesi satışları patlama yapmıştı. Saat başı haber geleneği bize o yıllardan kaldı, savaş süresince her saat gelişmeler verilirdi. Haber bültenlerinde önce Saddam’ın elindeki Scout füzelerinin bir binanın içinden, duvarları delerek nasıl geçtiği, sonra da Amerika’nın bize gönderdiği Patriot füzelerinin havada Scout füzelerini nasıl yakalayıp patlattığı gösterilirdi. Saddam istese Ankara’ya kadar vurabiliyordu, biz Sivas’taydık, dolayısıyla hiç hayal kurmadım, sallasa yarısı boşa gider, menzildeydik.
Bu iklimin adı Soğuk Savaş’tı. Hayatı korkulara göre düzenlediğimiz, sürekli tetikte olmayı gerektiren bu ruh hali Soğuk Savaş’ın hararetli yüzüydü. Biz bu iklimin tesiri altındayken Soğuk Savaş’ın bir tarafı büyük bir sarsıntıyla çöküyordu. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından 2 yıl sonra, Gorbaçov devlet başkanlığından istifa ediyor, yerine Boris Yeltsin devlet başkanı oluyor ve SSCB’nin çöktüğü ilan ediliyordu. Her kış gelme tehlikesi olan komünizm artık bir tehlike olmaktan çıkıyordu. Soğuk Savaş’ın asıl iki kutbundan biri yerle bir olunca Soğuk Savaş da sona ermiş oldu. Fakat tabii fiiliyatta öyle olmadı. Körfez’deki sıcak savaş Türkiye’ye gerçek soğuk savaş iklimini iliklerine kadar yaşattı ama aslında Körfez Savaşı’nın bitmesiyle bizim için de soğuk savaş bitti. Fakat fiiliyatta bizim için de öyle olmadı. Soğuk Savaş döneminin siyasetçileri, korkularla yönetme siyasetini kolay kolay bırakamadı ve bir dönem daha korkularla yönetildi dünya. Her ülke kendine bir korku buldu ve onunla devam etti.
***
SSCB’nin çökmesi bölgenin dengelerini değiştirdi, bölge ülkeleri uzun bir süre kendi içindeki kaosla uğraşmak zorunda kaldı. Rusya, birer birer bağımsız olan Sovyetler Birliği sınırları içindeki devletlerle uğraşırken dünyayı canından bezdiren tehdit ve tedirginlik yaratan politikalarına eğilemedi.
Soğuk Savaş’ın korkularla yönetme iklimi savaşın bitiminden sonra bir süre daha devam etti çünkü yönetim kadrosu bu yöntemle çalışmaya alışmıştı. ABD kendine başka bir korku buldu, El-Kaide Soğuk Savaş Sovyetler’inden kalan boşluğu doldurdu, Türkiye’ninse korku iklimini sürdürmesi için epey korkusu vardı zaten. 90’lı yıllar terörün tırmandığı ve OHAL ile 17,000 faili meçhul cinayetin işlendiği, siyasi cinayetlerin patladığı kaos yılları oldu. İrtica da terör korkusunun yetersiz kaldığı alanlarda bizim korku ihtiyacımızı karşıladı.
Türkiye terör, terörle mücadele adı altında yapılan vahşet ve bu korkuların sardığı bir korkularla yönetme dönemi yaşadı. Diğer bölge ülkeleri de benzer sıkıntılar ve bağımsızlık mücadelesi ile 90’lı yıllarını kaos içinde geçirdi. Bunda Soğuk Savaş kalıntısı siyasetçilerin rolü büyüktü. Türkiye’de Süleyman Demirel, Gürcistan’da Eduard Şevardnadze… Demirel için “büyük siyasetçi” diyenler Şevardnadze’yi de stratejik deha olarak görüyorlar. Demirel malum; yıkılan Sovyetlerin dışişleri bakanı Şevardnadze’yi ise Demirel’i büyük siyasetçi görenleri övmesi boşuna değil. Bu eski kafa siyasetçileri çağı yakalayamadı, isteseler de kafaları ve siyaset anlayışları Soğuk Savaş mantığının dışına çıkamıyordu, yönetmek için korku gerekiyordu, o korku da duruma göre bulunuyordu.
Ama 2000’lerin başında bir şey oldu. Dünya birden bire değişti. İnternet ve iletişim araçlarının geometrik bir şekilde büyümesi, korkulara gerek kalmadan yaşanabilecek bir dünya tasavvurunu güçlendirdi ve tabiri caizse “eski kafa”yı tasfiye etti.
***
Gürcistan ile Türkiye’yi birbirine benzetirken fark ettiğim en önemli şey, korkularla yönetilme için uygun iklim oldu. Gürcistan ve Rusya arasında yaşanan 2008’deki savaşın başlangıcını Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırması olarak biliyoruz. Fakat meselenin arka planı pek bildiğimiz gibi değil, bu yönteme de Türkiye’den talimliyiz, garibime gitmedi o yüzden. O yılları yaşamış bir arkadaşım işin o kadar basit olmadığını söyledi, Rusya Gürcistan’daki korku iklimini canlı tutmak için Abhazya ve Güney Osetya sorununu sürekli kaşıyor, zaman zaman tahrik ediyor. Savaş öncesinde de defalarca tahrik saldırısı yapıp sivilleri tehdit eden Rusya sonunda Gürcistan’ı saldırmak zorunda bırakmıştı. Eski KGB ajanı Putin, soğuk savaşın mantığını ve yöntemlerini hala başarıyla uyguluyor ve dağılmamış iklimden hala başarı elde edebiliyor. (Hala aynı taktiklerle dönem dönem kaşıyor olayı Rusya http://bit.ly/qUaP6e)
Kafkasya’daki devrimlerin arkasında kim olursa olsun sadece katalizör işlevi görmüştür, devrimlerin altında yatan asıl neden özgürlük isteği. Ortadoğu’ya 10 yıl sonra sirayet eden hava ise neredeyse aynı. İnsanlar korkularla değil özgürlük içinde yaşamak istiyor, hepsi bu. 10 yıl önce Kafkas coğrafyasındaki soğuk savaş diktalarını yıkan “renkli devrimler”in rüzgarı 10 yıl sonra Ortadoğu’daki çağdışı diktatörlükleri yıkıyor bir bir… Rüzgar Ortadoğu’dan sonra tekrar Kafkaslara dönecek gibi duruyor zira Türki cumhuriyetlerdeki diktalar da bu rüzgardan nasibini alacak. Son olarak da Rusya… Sovyet artığı Soğuk Savaş mantalitesinin yegane bekçisi Rusya da özgürlük taleplerine fazla direnemeyecek.
***
Tiflis’in önemli mekanları bir arkadaşımla birlikte gezdik, gezdiren arkadaşım Ukraynalı, Gürcistan’da yaşayan bir gazeteci. Yaşıtız, Sovyetler yıkıldığında 10’lu yaşlardaydık. Sovyet döneminde ilkokul eğitiminin bir kısmını almış, hatırladıklarını soruyorum, fark ne diyorum. Özgürlük diyor, Sovyet döneminde Big Brother seni hep gözetliyordu, şimdi özgürüm diyor. Aslında benim o soruyu sormam bile bir metafor olarak yeterli: Ankaralı bir gazeteci, Kievli bir gazeteciyle Tiflis’te dolaşırken bu soruyu soruyor. Soğuk savaş döneminde ikimizin de ajan olarak tutuklanmasına yetecek çok fazla neden var, fark burada.
Rusya hala bir Sovyet rüyası görüyor. Fakat o rüyadan uyanmak zorunda. On yıl önce Kafkaslardaki devrimin dalgası Ortadoğu diktatörlüklerin kimini yerle bir etti, kimini ise çatırdatıyor. Sovyet artığı korku ikliminin kalıntıları Kafkas devrimleriyle temizlendi, şimdi ikinci bir hamle ile ülkeler medeni demokrasiler seviyesine gözlerini dikmiş durumdalar. Ortadoğu kaçınılmaz bir değişim yaşıyor.
Evet, Rusya hala bir Sovyet rüyası görüyor. On yıl sürer mi bilinmez ama bu özgürlük ateşi soğuk savaş iklimini ısıttığı gibi Rusya’yı da o rüyadan uyandıracak.