Röportaj: Türkiye’nin Liberalleri ve Siyaset

Konuşan: İsa Tatlıcan, Sabah Gazetesi

“Liberaller AK Parti ile yollarını ayırdı mı” sorusu Liberal Türkiye Grubu Eşbaşkanı Prof. Dr. Berat Özipek’e sorduk. Özipek, liberallerin siyasi tercihlerini, liberallik tanımındaki kavram kargaşasını ve 17 Aralık süreci hakkındaki düşüncelerini SABAH’a anlattı.

Türkiye’nin her kritik dönemecinde “Liberaller AK Parti ile yollarını ayırıyor” haberlerini basında sık sık okuruz. Çözüm sürecinin çıkmaza girdiği, Gezi olaylarının Türkiye’yi sardığı, sivil anayasadan ümitlerin kesildiği, 17 Aralık polis-yargı darbesinin gündemin tepesine oturduğu günlerde kamuoyunun “liberal aydın” olarak tanıdığı bazı köşe yazarları, sert açıklamalarla AK Parti ile liberaller arasındaki zımni ittifakın bozulduğunu açıklarlar. 

 

BUGÜN DE BENZER BİR SÜREÇ YAŞANIYOR

Peki bu algı doğru mu? Liberaller gerçekten AK Parti ile tamamen yollarını ayırdı mı?

Liberallerin siyasi tercihini, 17 Aralık operasyonu hakkında düşüncelerini, Köşk’te kimi görmek istediklerini ve liberal düşünce hakkındaki kavram kargaşasını Liberal Düşünce Topluluğu üyesi ve Liberal Türkiye Grubu Eşbaşkanı sorduk.

 

AK PARTİ’NİN ALTERNATİFİ CHP VE MHP

-Son iki yıllık süreç içerisinde AK Parti ile liberallerin yollarının ayrıldığı söyleniyor. Böyle bir yol ayrımının olduğunu düşünüyor musunuz?

Yılda birkaç kere söylenir bu. Artık Ak Parti ile liberallerin ittifakı sona erdi denir. Ama sürekli sona erdiği söyleniyorsa, arada otomatik olarak yenileniyor olmalı. Kendiliğinden yenilenen sözleşmeler gibi. Böyle değil tabii. Ne ittifak vardı, ne de bozuldu. Liberaller kendi değerlerini izliyorlar ve bunu yaparken pek çok defa AK Parti ile yolları kesişiyor. Bu da çok normal. Çünkü AK Parti’nin alternatifi CHP ve MHP’dir.

-Türkiye’de liberal düşünce denilince akla gelen birkaç isimden birisiniz. Türkiye’deki liberal taban son seçimlerde oyunu hangi partiye verdi?

Ortak bir oy davranışından söz edemeyiz. Ama ben de Prof. Atilla Yayla gibi çoğunun Ak Parti’ye verdiğini düşünüyorum. İkinci sırada ise BDP olmalı. Tarihsel olarak liberaller Kemalist siyasi aktörü değil, İkinci Grup’tan Serbest Fırka’ya, Demokrat Parti’den Özal ANAP’ına “çevre”den gelen siyasi aktörü desteklemiştir. 

Ama insanların oy davranışını belirleyen çok unsur var ve hiç kuşkusuz MHP, CHP veya başka partilere oy veren liberal de vardır.

 

LİBERAL TANIMINDA KAVRAM KARGAŞASI VAR

-Siz de liberal bir isim olarak tanınıyorsunuz Cüneyt Ülsever de. Mustafa Akyol da liberal Mehmet Altan da. Türkiye’de bu konuda bir kavram kargaşası var mı?

Var tabii. Bu yüzden de bazen çok alakasız isimleri bile “liberal” olarak niteleyebiliyorlar. Özal döneminde ANAP’ın muhafazakar olmayan seküler üyelerine liberal diyorlardı. Solcu veya muhafazakar olmayan otomatik olarak liberal olmaz. Bu yüzden de liberalizm kavramının “yolgeçen hanı” gibi herkesi içerecek biçimde kullanılmamasında asıl görev liberallere düşüyor. Bu noktada Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucu başkanı Kazım Berzeg’in onlarca yıl önce yazdığı “Kavram Kargaşasının Yeni Hedefi: Liberalim” başlıklı makalesini anmamız gerek. 

 

LİBERAL OLMAK DİNDAR OLMAYA ENGEL DEĞİL

-Liberal dünya görüşündeki bireysellikle, İslam dinindeki kulluk bilincinin birbiriyle çatıştığını düşünüyor musunuz?

Liberalizm ne İslam ile ne de diğer bir dinle zorunlu bir çatışma içindedir. Dinsiz bir liberal olabileceği gibi, İslam’ın kulluk anlayışına sahip bir liberal de olabilir. Bu ona atfettiği anlama bağlı. Eğer Muhammed İkbal gibi “tek bir secde kurtarır insanı binlerce secdeden” diyebiliyorsa ya da Thomas Paine gibi hiçbir dünyevi otoritenin Tanrı’nın insana verdiği hakları geri almaya yetkili olmadığı sonucuna varabiliyorsa, bu onu birey hakları ve özgürlük konusunda duyarlı yapar. Ama sonuçta liberalizm bir din değil siyasi ideoloji ve aynı noktaya bir başkası din dışı bir yolla da varabilir.

 

30 MART SEÇİMİNİN GALİBİ HALKTIR

-Gündemle ilgili görüşlerinizi de merak ediyorum. 30 Mart seçimlerinin galipleri ve mağlupları kimlerdi?

“Son sözü büyük müfrezeler söyler” demiş Frenkler. Demokrasilerde en büyük müfreze halktır ve o da 30 Mart’ta son sözü söyledi. Sergilenen illüzyona kanmadı, “yolsuzluk operasyonunun” ardında gizleneni fark etti. Yolsuzluk söyleminin altında ezilen ve aslında 17-25 Aralık’ın başka bir şey olduğunu hissetmesine rağmen “yoksa sen yolsuzluğa karşı değil misin?” sorusuna muhatap olmamak için susan, hatta kendisini, içine sinmeyen metinleri imzalamak zorunda hisseden birçok entelektüelin aksine, o “görüyorum ve reddediyorum” diyebildi. Bu anlamda asıl galibin, kendisine yönelik bütün algı ve mühendislik projelerini geçersiz kılan halk olduğunu düşünüyorum.

 

CHP ŞARK KURNAZLIĞI YAPTI

-Ya mağlup?

CHP şark kurnazlığıyla seçimi götürebileceğini sandı. En temel konularda ikili dil kullanınca iki kesimi de idare ederim, Kemalistlerle, ultra faşistlerle, hükümeti yeterince demokrat olmamakla eleştirenleri aynı çatı altında tutarsam hepsini kazanırım sandı. Herkesten medet umdu ama bedelini ödemeden. Açık beraberlik değil, tabiri caizse “dost hayatı” yaşamak istedi. Kürt Sorununda elini taşın altına koymadan HDP’den kendisini desteklemesini istedi, üstelik de bunu açık etmeden; Gülen Cemaati’nden destek aldı ama seçimden sonra bunu inkar etti. 

 

CHP VE CEMAAT TABANI İTTİFAKI SİNDİREMEDİ

-CHP-Cemaat ittifakını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir cemaatin bir siyasi partiyi desteklemesi meşrudur. Gülen Cemaati de CHP’yi destekleyebilir. Ama burada acıklı olan, her ikisinin de bu ilişkiyi kabul etmiyor olması. Sanıyorum Erdoğan’ı yenebilirlerse, sonrasındaki kavgada birbirlerini alt edebileceklerine inanıyor olmalılar. İki tarafın da deklare edilen görüşleri göz önüne alındığında bu ilişkideki ahlaki sorunları bir yana bırakalım, sadece pragmatik bir ittifak olarak bakalım, böyle bir durumda dahi taraflardan biri feci şekilde yanılıyor demektir.

 

CEMAATİN SALDIRILARI AHLAKİ OLARAK KABUL EDİLEMEZ

-Cemaatin 7 Şubat MİT Krizinden bu yana AK Parti ile çatıştığı biliniyordu. 17 Aralık operasyonu ile bu çatışma zirve yaptı. Sizce 40 yıllık geleneğine aykırı olarak Gülen hareketi neden böyle bir hamlede bulundu?

Gerçekten de tuhaf görünüyor. Yıllarca “tedbir” diyen bir cemaatin, nasıl olup da böylesine akıl dışı bir kararla hükümete karşı huruç ettiğini anlamak güç. Bence en akla yakın açıklama şu olabilir: Sanıyorum ki Batı’da bir yerlerde Erdoğan’ın kaleminin kırıldığı kanaatini edindiler ve bu savaşta yenilen tarafta olmak istemediler. Mesele sadece siyasi bir analiz hatasından ibaret de değil, ondan çok daha önce, ahlaki bakımdan kabul edilemez bir durum var ortada…

 

İSLAMİ CEMAATLER AK PARTİ’NİN YANINDA DURDU

-İslami cemaatlerin AK Parti’ye verdiği destek, Ali Bulaç’ın analizlerinde altını çizdiği gibi “devletten besleniyorlar” şeklinde açıklanabilir mi? 

Cemaatlerin devletçi olması başkadır, devletten beslenmesi başka. Türkiye’de cemaatler devletten beslenmiyor. Cemaatlerin bu kavgada hükümetin yanında yer almalarının bir ekonomi politiği var ama Bulaç’ın söylediği anlamda değil. Alt ve orta sınıflardan gelen ve inançları yüzünden Cumhuriyet tarihi boyunca acı çeken cemaatlerin, “çevre”den gelen ve hem sınıf hem de kimlik bakımından umut bağladıkları hükümetin saldırı altında olması karşısında onun yanında durmaları çok anlaşılır bir durum. 

-17-25 Aralık operasyonu başarılı olsaydı bugün nasıl bir siyasi ortam olurdu Türkiye’de?

Ülke sonu belirsiz bir fetret devrine girerdi. On yıllık bir değişim ve dönüşüm sürecinin ürünü olan bir siyasi düzenin hala bu kadar kırılgan olması rahatsız edici ama öyle.

 

GÜLEN HAREKETİ İKTİDARI DEVİRSE DE KAYBEDECEKTİ

-Gelinen noktada Gülen hareketinin başlattığı bu savaşta başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, hem de ilk günden beri. Cemaatin kaybedeceği bir savaştı bu, hem de hükümeti alaşağı etmeyi başarsa bile. Hatta asıl yenilgi onlar için o gün başlayacaktı; ki hala da öyle. Bunu nasıl göremediklerini anlamıyorum. Bu kavgada devletçi sermaye ve oligarşi medyasının, sosyolojik anlamda söylüyorum, kaybettiğinde çekileceği mahallesi var ama cemaatin döneceği mahalle kalmadı. Çünkü alaşağı etmeye yeltendiği siyasi aktör DP-AK Parti geleneğinden geliyor ve ağırlıklı olarak kendilerinin de içinde olduğu alt ve orta sınıflardan oy alıyor. 

 

CEMAATİN BUNDAN SONRAKİ TAVRINI YİNE GÜLEN BELİRLEYECEK

-Önümüzde iki önemli seçim daha var. Gülen Cemaati’nin nasıl bir yöntem izleyeceğini düşünüyorsunuz?

Gülen Cemaati açısından bu kavgaya girmek çok hayati bir yanlıştı ama geldiğimiz aşamada bile, bugün düştüğü kötü duruma rağmen bunu anlamış görünmüyor. Bir özeleştiri mekanizmasının veya sürecinin olmaması da siyasi tutumlarının ne kadar akıl dışı olduğunu görmelerini önlüyor. Bunu ona anlatabilecek bir Cemaat içi irade söz konusu olmadığı sürece, tutum değişikliği, sadece ve sadece Fethullah Hoca’nın bunu anlamasına bağlı görünüyor. Dolayısıyla nasıl bir yol izleyeceklerini tahmin etmek, onların rasyonel karar verebildiği varsayımıyla mümkün ve bu olmadığı için de yapacaklarını öngöremiyorum. 

 

ÇÖZÜM SİVİL ANAYASA

-Devlet sizce bu tür paralel yapılara karşı hukuk kuralları içinde kendisini nasıl korumalı?

Bunu yapısal anlamda ve kesin biçimde, ancak sivil anayasayla çözebilirsiniz. Öteki türlü çok zor bir iş bu ve kurum içi süreçlerle veya soruşturma açarak yapabilecekleriniz sınırlı. Dahası, Türkiye pratiğini göz önüne aldığımızda, bunun ihlal üretmeden yapılması da imkansız. İşte tam da bu yüzden yeni anayasa diyorum. Somutlaştırayım, Cemaatin yüksek yargıdaki olağandışı ağırlığı nedeniyle hükümet haklı olarak yargıdan korkuyor. Peki ne yapmalı? “Fethullahçı” olmak hakim olmamayı gerektirmez. Ama evrensel tecrübe gösteriyor ki, yargıyı tek sınıf, meslek, mezhep veya siyasi görüşten de oluşturmamak gerekir. İşte anahtar tam da burada. Yüksek yargıya ilişkin TBMM’de üzerinde uzlaşılan Sivil Anayasa hükümleri, yüksek yargının çeşitlilik ve çoğulculuk temelinde inşa edilmesine elverişli. 

-Erdoğan Çankaya’ya çıkmak isteyecek mi? Çıkmak isterse seçimi kazanabilir mi?

Erdoğan isterse çıkar ve hakkıdır. Halk da ona oy verir.

 

AMAÇ ERDOĞAN’I DEVRE DIŞI BIRAKMAKTI

-Önümüzdeki haftalarda Başbakan Erdoğan Çankaya konusunda kararını açıklayacak. Sizce Başbakanlıkta devam mı etmeli Köşk’e mi çıkmalı?

AK Parti’den Erdoğan, Davutoğlu, Atalay ve az sayıdaki birkaç ismi dışta tutarsanız, geriye ANAP’tan çok da farklı olmayan bir parti kalır. Erdoğan ve bazı isimlerin, sevin veya sevmeyin, idealist bir tarafları var bu özellikle zor zamanlarında çok önemli oluyor. Zaten 17 Aralık Operasyonu ile başlayan müdahalenin Erdoğan’ı hedef almasının anlamı tam da buydu. Amaç AK Parti’yi yıkmak değil, Erdoğan’sız, yönetilebilir bir Ak Partiydi. Başarmış olsalardı, muhtemelen yine Ak Partili bir yönetim olacaktı ama iktidarsızlaştırılmış biçimde.

 

ERDOĞAN SONRASI SAĞLAM DURACAK BİR BAŞBAKAN’A İHTİYAÇ VAR

-Bunun cumhurbaşkanlığı açısından anlamı ne?

Anlamı şu: Türkiye henüz Kemalist oligarşiden liberal demokrasiye geçişi tamamlamış değil. Sivil anayasa, ardından temel yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve hepsinden önemlisi de Çözüm Süreci’nin tamamına erdirilmesi. Bu dönemeçleri aşarken daha çok meydan okuma ve direniş olacak. İşte o zor zamanlarda her şeye rağmen sebat edecek bir başbakan gerek. Başbakan kim olur bilmiyorum ama zor zamanda sağlam durabilecek biri olmalı. 

-Ne gibi durumlarda mesela?

Generallerin istifa resti çektikleri YAŞ toplantısını hatırlayın, o gün Erdoğan değil de başkası olsaydı, muhtemeldir ki korkar, “sayın paşalarım lütfen oturunuz, bu iş usulet ve suhuletle, devlet tecrübesi içinde halledelim” derdi ve biz bütün demokratik kazanımları kaybedip tekrar başa, askerlerin perde arkasından yönettikleri pretoryen bir rejime dönerdik ve bugün Çözüm Sürecinden falan bahsedemezdik. Bu ülkenin tarihinde en önemli olay Çözüm Süreci’dir; 90 yıllık ağır bir günahın yükünden kurtulma ve çocukları hayatta tutma iradesidir ve başbakan olacak kişi, bu konuda yarın ihtiyaç duyduğumuz en cesur adımları atabilecek kişi olmalıdır 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et