Totaliter rejimlerde rejim karşıtlarının nasıl susturulduğunu biliyoruz. Türkiye de yarı totaliter yarı demokratik bir rejimi sürdürmeye çalıştığından rejim karşıtlarını susturmada tam totaliter rejimlerin sahip olduğu imkânlara sahip değil, bunları susturmada çeşitli sorunlarla karşılaşıyor.
Hakaret ve aşağılama da rejim yandaşlarının rejim karşıtlarını sindirmede sıkça başvurdukları bir yöntem… Yalnız, kâğıt üzerinde bütün yurttaşlar hakarete karşı korunduğundan, hakarete uğrayan kişiler bazen mahkemelere başvurarak hak talebinde bulunabiliyorlar. Türk adalet sisteminde hukukun kâğıt üzerinde görülmeyen bir görevi de rejimi korumak olduğundan, yargının hakarete karşı hak talebinde bulunanlara karşı tavrı, hak talebinde bulunanın rejime sadakatlerine bağlı olarak değişiyor.
Kimlere Hakaret Edilebilir
Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmalı bir konudur. Ama bazı kesimleri ve bazı insanları aşağılama özgürlüğü en çok kullanılan özgürlüklerden biridir. Hükümet mensuplarına “Zırcahil”, “Hacıfışfış”, AKP’ye oy verenlere “Bidon kafalı” vs demek belli ki eleştiri sınırlarını aşmıyor. Atatürk’ün doğduğu evin ziyaret defterini tuvalet kapısı gibi kullanan meczup, Başbakan’a sövdüğü için kahraman ilan ediliyor.
Bir gazete Tarım Bakanı için “Sen alınır satılır bir zavallısın, üstelik ederin de 310 bin lira” diye yazar. Tarım Bakanı bunu yazanları mahkemeye verir. Yargıtay gazeteyi haklı bulur. Gerekçe: “Davacı siyasi bir kişidir. Davranış ve icraatları konusunda basının sert şekilde de olsa eleştiri hakkı bulunmaktadır. Bu sözler sert eleştiri niteliğindedir. Tazminata gerek yok.” (Mayıs 2005). Yargıtay başka bir davada, hükümet üyelerine yapılan eleştiriler için, “sert, kırıcı, hatta küçük düşürücü olabilir. Böyle durumlarda hukuka aykırılık ortadan kalkmaktadır” diyor.
Tercüman gazetesi yazarı Servet Kabaklı, Prof. Dr. Baskın Oran için, “Çanağına yal konulunca ve etli kemik vaadini duyunca yaltaklanan, kuyruk sallayan kaniş, uyanık geçinen şapşal, salak, tescilli hain, zavallı, T.C. devletine, milletimizin birliğine kalleşçe ihanet hançeri sokan” diye yazıyor. Baskın Oran kendisine dava açıyor. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi de Kabaklı’yı tazminata mahkûm ediyor. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararı Baskın Oran aleyhine bozuyor, dosya tekrar 2. Asliye Hukuk’a geliyor, bu mahkeme kararında ısrarcı olunca da dava Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gidiyor. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kabaklı’nın ifadelerini 20’ye karşı 23 oyla düşünce açıklaması olarak kabul ediyor.
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi, Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer’in kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle emekli General Osman Özbek aleyhine açtığı davada Osman Özbek’i tazminat ödemeye mahkûm etti. Dosyayı inceleyen Yargıtay 4`üncü Hukuk Dairesi, tazminat kararını oy birliği ile bozdu. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin gerekçesi, biz hukukun inceliklerinden anlamayanlar için çok ilginç: “Davacı Anayasa ile bağdaşmayan görüşler savunduğuna göre eleştirilere de katlanmak durumundadır.” Bizim bu karardan anladığımız, Anayasa ile bağdaşmayan görüşler savunanlar her türlü hakarete katlanmak durumundadır, kanunların koruması altında değildirler.
Yılmaz Karakoyunlu, Cumhuriyet gazetesinden Necati Doğru’yu mahkemeye veriyor. Sebep Varlık Vergisi’nin kötülüklerini işlediği eserinden dolayı Necati Doğru’nun kendisine hakaret etmesi… Yargıç Yılmaz Karakoyunlu’nun davasını reddediyor. Gerekçe: “Varlık Vergisi’nin konduğu dönemde savaş koşulları, halkın süpürge tohumundan yaptığı ekmeği yemek zorunda kalışı ve verginin Tanzimat döneminden kalan ayrıcalıklarla ticareti elinde tutan azınlıklardan alınması zorunluluğu, film ve onu savunan yandaşlarınca gözetilmediği için sert biçimde eleştirilmiştir…”. Haberi veren Melih Aşık adalete teşekkür ediyor. (26.3.2002, Milliyet).
Başörtülü kadınlar her ne kadar Türk kadınının % 65 kadarını temsil ediyorlarsa da, bunların üniversiteye girmek isteyenlerini “sıkmabaş” diyerek aşağılamanın serbest olduğunu biliyoruz… Bir zamanlar Türküm demeye cesaret edenlere hakaret etmek de serbestti, onlara “faşo” denirdi; Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde devletin düşmanları arasında yer alıyorlardı. Şimdi onlardan, devrim muhafızı olarak yararlanılmaya çalışılıyor… Daha önceleri de, halkın büyük bir kesiminin adı “kuyruk”tu. Onları temsil eden partinin liderinin sıfatı da “Morrison”du. Şimdi onlar da rehabilite edildiler, laikliği ve darbeleri savunmada kullanılıyorlar.
Anayasa Mahkemesi başkanımız Yekta Güngör Özden, rejim karşıtlarını “Kimse Atatürkçü olmak, laik olmam zorunda değil, ama Atatürkçü olmayanlar bağnazdır, serseridir” diyerek cezalandırıyor. Kimse de, ben Atatürkçü değilim, ama “serseri” de değilim diye mahkemeye başvurma cesaretini gösteremiyor. Başvursa da, yukarıdaki örneklerden alacağı cevabın belli olduğu görülüyor.
Kimlere Hakaret Edilemez
Buna karşın mahkemeler ve Yargıtay, Anayasa Mahkemesi üyelerine, ordu mensuplarına, Mine Kırıkkanat’a, Süheyl Batum’a yapılan eleştirilere karşı hiç de hoşgörülü değil. Bir Anayasa profesörü Anayasa Mahkemesi üyelerini eleştirirse, hakaret sayılır ve kolayca 50 milyar lira tazminat ödemeye mahkûm edilebilir.
Abdurrahman Dilipak, 28 Şubat’ın kahramanlarından emekli general Güven Erkaya’nın ölümü üzerine “Hakkımı helal etmiyorum” diye bir yazı yazarsa, yazdıkları hakarettir ve icra yoluyla evi satılarak cezalandırılabilir. Ama Tuncay Özkan ve Cüneyt Arcayürek, muhtıra vermedi diye Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a, darbecilere yeşil ışık yakmadı diye eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e istediğini söyleyebilirler; ne onlar rahatsız olurlar, ne de savcılar kendiliğinden harekete geçer. Başbakan Tansu Çiller’e, saygılı davrandığı için de eski bir Genelkurmay Başkanına etek giydirilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu köşe yazarı Ahmet Hakan’ı, yazar Mine Kırıkkanat’a “Bu faşist cesareti karşısında şapka çıkarıyoruz” dediği için tazminat ödemesi gerektiğine hükmetti. Mine Kırıkkanat, Radikal gazetesindeki yazısında, kendince piknik yapan insanları, “Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta, kara halkımız kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir. Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı!” diyerek kınamıştı. Mine Kırıkkanat, Vatan gazetesindeki köşesinde de bir okuyucusunun ağzından, başını örten kadınlar için “… o karakterdeki bir örtünün altında insan beyni barınamaz” diye yazıyor (15.02.2007). Kırıkkanat benzer üslubu bütün yazılarında kullanıyor; bunların hiç biri hakaret sayılmıyor, Ahmet Hakan’ın “Bu ‘faşist cesareti’ karşısında şapka çıkarıyoruz…” demesi hakaret sayılıyor.
Bakırköy 10. asliye Hukuk Mahkemesi, köşe yazısında Süheyl Batum’a “Ergenekoncu, darbesever ve mezeci” diyen İhsan Dağı’yı 10 bin TL tazminat ödemeye mahkûm etti. Bu “mezecilik” de ne oluyor diye merak ettim. Meğer İhsan Dağı, “Sabah’tan Mahmut Övür, Süleyman Soylu’nun DP’den ayrılması durumunda partinin ‘birilerine’ meze olacağını yazmıştı. / 16 Mayıs’ta yapılacak DP olağanüstü kongresi yaklaştıkça ‘mezeciler’in kimlikleri ortaya çıkıyor. Süleyman Demirel destekli Hüsamettin Cindoruk ve Süheyl Batum gibi isimlerin, DP’yi olağanüstü kongrede ele geçirmek için harekete geçtikleri haberleri yayılıyor. DP genel başkanı Süleyman Soylu’nun partiyi ‘darbesever’ bu insanlara teslim edeceğini düşünmüyorum” diye yazmış. Bakalım Yargıtay, Baskın Oran’a hakaret edenlere gösterdiği toleransı İhsan Dağı’ya gösterecek mi?
Kanun metinlerinde hakaretle ilgili neler yazıldığını bilmiyorum; uygulamadan anladığım kadarıyla: Rejim karşıtları kimseye hakaret edemezler, ama onlara hakaret de serbesttir; devrim muhafızları ise herkese hakaret edebilir, ama onlara asla hakaret edilemez.