Prof. Dr. Haluk Alkan: Bürokrasi siyaset dikte edemeyecek

Röportaj: Fadime Özkan, Star Gazetesi

Cumhurbaşkanı Kararname yetkisi bürokratik vesayetin önlenmesinde hayati öneme sahip. Bu sayede halka hesap vermeyen özerk bürokratik mekanizmaların, politika dikte etmesi ve kararlara ortak olmasının önüne geçilmiş olacak.

***

Yeni bir hükümet sistemi öneren anayasa değişikliğini şimdiye dek hep anayasa hukukçuları ve siyasetçiler değerlendirdi. Fakat paketin bir de siyaset bilimi uzmanlarınca; devlet işleyişi ve kurumlar açısından kritik edilmesi gerek.

Güçlü vesayet-zayıf siyaset üzerine kurulu mevcut sistemi 18 madde ile değiştirmek mümkün olacak mı? Bürokratik oligarşi aşılabilecek mi? Bir direnç olmadan tecrübe devri sağlanabilecek mi? Bürokratik yavaşlık ve vasatlık son bulacak mı? Bürokrasinin iktidar ortaklığını önlemek açısından bu paket neler vaat ediyor?

Bunları ve daha fazlasını doçentliğini “siyasal hayat ve kurumlar” bilim dalında tamamlayan İstanbul Ün. Öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Alkan’a yönelttim, ufuk açıcı cevaplar aldım.

***

İki parti bir müzakere yürüttü, ortaya çıkan metni iktidar partisi sundu Meclis’e. Daha sonra dört partili Meclis Anayasa Komisyonu çalıştı ve 18 maddelik değişiklik metnini oluşturdu. Meclis Genel Kurulu bu metni görüştü ve oyladı. Cumhurbaşkanı da onayladı. Şimdi de halk oylamasına sunuluyor. Lakin; diğer iki muhalefet partisi komisyon ve genel kurul çalışmalarına yapıcı katılım sağlamadı, değişikliğe kategorik olarak karşı çıktı, çıkıyor. Sorum şu: Söz konusu anayasa değişikliğinde izlenen yol-yöntem “demokratik siyaset” ve siyaset bilimi açısından “yeterince” demokratik bir yol olmuş mudur?

Demokratik meşruiyeti iki boyutta ele almak gerekir. Bunlardan ilki demokratik kurumlar ve prosedürler açısından demokratik meşruiyetin anayasa değişikliği sürecinde hayata geçirilip geçirilmediği ile ilgilidir. Sorunuzda da belirttiğiniz gibi, iki parti arasındaki müzakere ile varılan mutabakatın, meclise sunulması, bu metnin komisyon aşamasında yapılan değişikliklerle birlikte Meclis Genel Kurulunca kabul edilmesi ve değişikliklerin halkoylamasına sunulacak olması.  Tüm bunlar anayasal açıdan kurumsal meşruiyetin sağlandığını gösteriyor. İkinci konu, daha sosyolojik süreçlerle ilgili. Değişiklik sürecinde toplumun tüm kesimlerince bu değişiklikler yeterince tartışıldı mı sorusunu içeriyor.

DEĞİŞİM 2007’DE BAŞLADI

Sosyolojik meşruiyet açısından yeterince tartışıldı mı peki?

Her şeyden önce bu bir revizyon. Yeni bir anayasa yapılmıyor.  Mevcut anayasada hükümet sistemi alanında değişiklik yapılıyor. Bu değişikliklerin arka planını cumhuriyetin kuruluşundan günümüze hükümet sistemi hakkında zaman zaman alevlenerek gündeme gelen tartışmalar oluşturuyor.  Muhafazakar – sağ gelenekte özellikle bu yöndeki değişim talebi farklı liderler ve siyasi kadrolarca dile getirilmiş. Daha yakın döneme gelirsek, sanıyorum 2009 yılı sonrasındaki sürece dikkat çekmek gerekir. Aslında, daha öncesinde 2007 değişiklikleri ile gündeme gelen bir konu bu. 2011 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonun kurulması ile birlikte konu kamuoyunun tartışmasına açıldı. Farklı sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, üniversiteler yeni anayasa konusunda toplantılar yaptılar, raporlar hazırladılar, bunların önemli bir kısmı meclise sunuldu. Yani halkın farklı kesimlerinin anayasa hakkındaki beklentileri meclisin hafızasında var. Tüm partiler bu birikime sahip. Sorun bence sonrasında yaşanan süreçlerle ilgili.

AK PARTİ ÖNERİSİ DIŞINDA ÖNERİ ÇIKMADI

Ne anlamda?

Mecliste oluşturulan komisyon, bileşimi ve karar alma süreci acısından bana göre büyük bir iyimserlikle oluşturulan yapısıyla, Türkiye’ye yeni bir anayasa sunamadı. Bunun yerini, değişim istemine kategorik karşı çıkışlar aldı. Bir tarafın getirdiği öneriler üzerinden yürütülen tartışmalar süreci bloke etti. Sanıyorum bu iktidar partisinin iyimserliği üzerinde de olumsuz etki yaptı.

Aslında Ak Parti başkanlık ile ilgili kapsamlı bir revizyonu Meclisteki komisyonun gündemine getirmişti. Daha açık bir ifade ile Ak Parti’nin birikimi ve değişim talebi kamuoyunda biliniyor ve çok açık. Ancak bunun karşısında alternatif metinler ortaya çıkmadı. Aslında böyle bir süreç oluşabilseydi süreç daha müzakereci bir aşamaya evrilebilirdi. Dolayısıyla, 15 Temmuz sonrasında iki parti arasında sağlanan mutabakat değişiklik sürecine hakim oldu. Müzakereci süreçler, değişimi bloke edecek bir araç olarak kullanılırsa, değişim yolunu bulur. Buna odaklanıldığı için maalesef bugün değişikliklerle ilgili yanlış açıklamalar yapılabiliyor. Hazırlıksızlık nedeniyle asıl konuşmamız gereken noktaların çok uzağında kalabiliyoruz ve zaman zaman absürt çıkarımlar üzerinden değişikliklerin tartışıldığını görüyoruz.

Üstelik, müzakerenin konsensüs doğuracağı henüz bir teori ve bunun kurumlar eliyle hayata geçirilebileceği bir örnek yok. Örneğin İzlanda da anayasa değişiklik süreci beş yıla yayıldı. Sosyal medya etkin bir biçimde kullanıldı. İstişari referanduma katılım oranı yüzde 49’da kaldı. Parlamento süreci de başarısızlıkla sonuçlandı.

PARTİLER VESAYETE KARŞI BİRLEŞMEDİ

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin en önemli gerekliliklerinden biri olarak “siyasi istikrar” vurgulanıyor ve önemseniyor. Fakat demokratik işleyiş ve uzlaşma kültürünün “istikrar”a feda edildiği yönünde bir eleştiri de sürüyor. Siyaset bilimi açısından durum nedir? 

Uzlaşma her hükümet sisteminde istenilen bir durumdur. Siyasal aktörlerin karşılaşılan sorunlarda, çözüm üretmelerini kolaylaştırır. Ancak hiçbir hükümet sistemi uzlaşma zaten olacak diye kurumsallaşmaz, aksine Batılı siyaset geleneği daha çok kötümserlik üzerine kuruludur ve kötüye kullanılmayı önleme üzerinde bir kurumsallaşmayı amaçlar. Uzlaşma kültürü açısından maalesef Türkiye iyi bir karneye sahip değil. Tek seçime dayalı olarak oluşan Mecliste temsil edilen partiler, vesayetçi güçlere karşı demokratik bir işbirliği geliştiremediler ülkemizde. Geliştirebilselerdi zaten, bugün biz bunları tartışıyor olmazdık. O yüzden 70’li ve 90’lı yıllar kutuplaşmış çok partililik diye kavramlaştırılıyor bizde. Sorun çözmeye yönelik bir işbirliğinden çok pazarlıkçı bir paylaşım alanı olarak bakılıyor hükümet olmaya. Tek partili iktidarlar döneminde de uzlaşmacı bir anlayıştan çok tarafına göre tavır belirleme eğilimi öne çıkıyor. Dolayısıyla bizde var olan bir uzlaşma kültürü siyasi istikrara feda ediliyor diye bir şey yok.

UZLAŞMA KÜLTÜRÜ VESAYETÇİ PARTİLER YÜZÜNDEN GELİŞMEDİ

Uzlaşma kültürü neden gelişemiyor?

Bence bizde uzlaşma geleneğinin gelişememesi vesayetçi sistemden kaynaklanıyor. Bazı siyasi aktörler, siyaset sürecine baskı kurabilen vesayetçi organlar üzerinden rekabeti yürütmeyi tercih ettiler. Dolayısıyla yeni gelişen siyasi gruplara ve karşıt gördükleri rakiplerine karşı vesayetçi organlarla işbirliğine girerek kendilerine alan açmaya çaba harcadılar. Bu nedenle temel siyaset aktörleri arasında uzlaşmayı sağlayan gelenekler oluşmadı. 1982’den beri Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, gerek akademik çevrelerde gerekse hemen her siyaset aktörünce ifade edilmesine rağmen geçen otuz küsur yıla rağmen yeni bir anayasa yapılamamasının temel nedeni de budur. Bir felsefesi olmayan, daha çok pratik amaçlara odaklı değişiklikler dışında toplumsal sözleşme niteliğinde yeni anayasal belge ortaya konulamadı. Bu konuda atılan adımlar da az önce ifade ettiğim gibi blokajlara takıldı.

YENİ SİSTEM SİYASİ UZLAŞMA GETİRİR

Yeni hükümet sistemi, sorunu aşmamıza yardım eder mi?

Yeni sistem, vesayeti zayıflatıcı mekanizmalar getirmesi yönüyle siyasi tarafları uzlaşmaya zorlayacak bir zemin oluşturabilir. Daha siyaset odaklı, siyaset yolu ile çözüme ulaşma eğilimi bu zeminde güç kazanabilir.

YASAMA VE YÜRÜTME BAĞIMSIZLAŞIYOR

Sistemin işleyişi ve denetlenmesi açısından en fazla merak edilen başlıklara geçmek isterim. Yeni sistemde yürütme üzerindeki denge-denetleme nasıl olacak?

Cumhurbaşkanlığı sistemi yasamanın üstünlüğünü koruyan, buna karşı kendi alanında güçlü bir yürütme yapısının oluşmasını hedefleyen bir anlayışla kaleme alınmış. Cumhurbaşkanının vetosunu aşma, kararnameleri yürürlükten kaldırma konusunda Meclisin salt çoğunlukla karar alması yeterli. Oysa bunun için ABD’de Kongrenin her iki kanadının ayrı ayrı üçte iki çoğunlukla karar alması gerekiyor. Normlar hiyerarşisinde kanunlar kararnamelerin üstünde. Mevcut anayasada var olan, Meclisin KHK yolu ile yasa yapma yetkisini yürütmeye devri yeni sistemde olmayacak. Altı alan dışında diğer tüm konular kanunla düzenlenecek. Yani yasama alanının düzenleme yetkisi kararnamelere göre oldukça geniş tutulmuş.

Buna karşılık Cumhurbaşkanının yürütme alanında önceliği tanınıyor. Genel yasal düzenlemelere bağlı olarak, Cumhurbaşkanı bakanlarını atayıp, görevden alabiliyor, üst kademe yöneticileri yine Cumhurbaşkanı tarafından atanıp, görevden alınabiliyor. Yürütme alanı ile sınırlı olarak kararname çıkarabiliyor. Bu yolla bakanlık kurabiliyor, kurumsal revizyon yapabiliyor. Yasama alanına müdahale etmediği sürece politika belirleme, bu politikanın gerektirdiği bakan ve bürokratlarla çalışma ve politikaların gerektirdiği kurumsal revizyonları yapabilme yetkilerine sahip.

CUMHURBAŞKANININ DENETİMİ

Doğrudan halk tarafından seçilen, dolayısıyla meşruiyet açısından Meclise bağımlı olmayan Cumhurbaşkanı için, başkanlık sistemlerinin temel mantığına uygun olarak gensoru, yani siyasi nedenle görevden alma yetkisi Meclise tanınmamış. Buna karşılık genişletilmiş bir cezai sorumluluk söz konusu. Meclis üçte iki çoğunlukla Cumhurbaşkanının tüm suçlarla ilgili olarak yargılanmak üzere Yüce Divana sevk edebiliyor. Meclis bunun dışında araştırma komisyonları yolu ile bakanlar dahil kamu görevlilerini çağırıp dinleyebilir, bilgi ve belge talep edebilir. Şu farkı unutmamak gerekir, yeni sistemde yürütme yasamanın içinde değil, yani yürütmenin dahil olduğu bir süreçle komisyonlar artık çalışmayacak. Bu tam anlamıyla bir yasama fonksiyonu.

BÜTÇEDE ÖNCELİK MECLİS’İN

Bütçe konusunda ise Meclisin önceliği korunmuş. Meclis, daha önceden onay vermediği hiçbir yeni harcamayı kabul etmediği sürece yürütme bu konularda harcama yetkisi kullanamayacak.

SİYASİ DEĞİL HUKUKİ DENETİM

Cumhurbaşkanı ve hükümetin siyaset odaklı değil hizmet odaklı denetlenebilmesi mümkün olabilecek mi bu yolla?

En azından siyaseten görevden alma söz konusu olmadığı için, araştırma komisyonları ve cezai sorumluluk, hukuki ve yürütmenin etkililiği temelinde yürütülmek zorunda. Siyaseten de yapsanız, hukuki bir gerekçe bulmak zorundasınız.

YENİ SİSTEMİN KİLİTLENME RİSKİ VAR MI?

İstikrar ve denetleme dengesinde işler umulduğu gibi gitmezse eğer, sistemin kilitlenmesi ihtimali var mı? Varsa tedbiri var mı?

Her hükümet sisteminde kilitlenme sorunu yaşanabilir. Örneğin, 7 Haziran’da yaşadığımız gibi, Meclisin hükümet çıkaramadığı bir durumda parlamenter sistemlerde kilitlenme sorunu ortaya çıkar. Yarı başkanlık sistemlerinde ise kilitlenme daha çok yürütmenin iki güçlü aktörü Cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklanır. Başkanlık sistemlerinde ise bütçe başta olmak üzere yasama ile başkan anlaşamazlarsa sistem kilitlenebilir. Dolayısıyla her hükümet sistemi demokratik sınırlar dahilinde kilitlenmeyi önleyici mekanizmalara ihtiyaç duyar. Örneğin parlamenter sistemlerde yaşanabilecek kilitlenmeleri önleyici mekanizmalara başvuran sistemlere aklileştirilmiş parlamentarizm deniliyor.

ÜÇ MEKANİZMA KİLİDİ AÇAR

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kilitlenmesi ihtimaline karşı tedbiri var mı? 

Cumhurbaşkanlığı sistemine bu açıdan bakıldığında üç kilitlenmeyi önleyici mekanizma görüyoruz. Bunlardan ilki eş zamanlı seçim. Halk aynı konjonktüre bağlı olarak iki sandık üzerinden nasıl bir yasama yürütme ilişkisi istiyorsa ona göre dengeleri dağıtabilir. Uyum esas alınıyorsa örneğin, Cumhurbaşkanı ile Meclis bileşiminin aynı siyasi eğilimden olmasını tercih edebilir. Böyle bir durumda yürütme ile yasama arasında kilitlenme ihtimali zayıflatılmış olur.

İkinci mekanizma karşılıklı seçimlerin yenilenmesidir. Cumhurbaşkanı ve Meclis hayati bir konuda anlaşmazlığa düşerlerse ve bu kriz doğuracak önemde bir sorun oluşturuyorsa, hem Cumhurbaşkanı, hem de Meclis karşılıklı olarak seçimlerin yenilenmesi kararı verebilir. Bu durumda iki otorite arasındaki uzlaşmazlıkta halk hakem olur.

Son olarak, bütçe konusundaki anlaşmazlığın kamu hizmetlerinin aksamasıyla sonuçlanacak bir kilitlenmeye yol açmaması için getirilen bir düzenleme var. Buna göre Meclisin bir önceki yıl onay verdiği bütçe yeniden değerleme oranına göre yenilenerek yürürlüğe girecek, ancak Cumhurbaşkanının yeni Meclisin gündemine getirdiği politikalarla ilgili bütçe talepleri ile ilgili konular üzerinde her iki makam uzlaşmak için müzakereye devam edebilecekler. Dolayısıyla Meclis, Cumhurbaşkanının politikaları konusunda bütçe üzerinde bir tür denetim yetkisi kullanabilecek, ancak bu ABD’de gördüğümüz gibi bir kilitlenmeye yol açmayacak.

BÜROKRASİ SİYASET DİKTE EDEMEYECEK

Bürokratik vesayetin önlenmesi nasıl sağlanacak?

Kararname yetkisi bu açıdan hayati öneme sahip. Cumhurbaşkanı halka vadettiği politikalarla ilgili düzenleme ve atama yetkilerine sahip olacak. Dolayısıyla, yürütme alanında, halka hesap vermeyen özerk bürokratik mekanizmaların, politika dikte etmesi ve kararlara ortak olması gibi sonuç doğurabilecek bir zeminin oluşmasının önüne geçilmiş olacak. Böyle bir sonuç çıksa dahi bu, Cumhurbaşkanının hatalarına bağlı olabileceği için halk rahatlıkla seçtiği kişiyi sorumlu tutabilecek.

PERFORMANS ÖNE ÇIKAR

Bürokrasinin iktidara ortak olmasının önlenmesi önemli ancak bürokraside biriken tecrübenin devlet yönetimi için iktidara devredilmesi de önemli. Bürokrasinin yeni sisteme uyumu nasıl sağlanacak?

Burada iki husus var. Birincisi politika belirleme ve uygulamada stratejik öneme sahip üst kademe yetkililerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanıp, görevden alınabilecek olması. Dolayısıyla bu kişiler belirlenirken, profesyonelliğin esas alınması zorunlu, aksi takdirde siyaset yaptığı atamadan dolayı halka hesap verir. Halktan onay almış, politikaların hayata geçirilmesinde liyakat sahibi uzman kişilerle çalışmak Cumhurbaşkanı için son derece önemli.

İkinci husus sınav ve atama yöntemi ile göreve gelen bürokratik kadrolarla ilgili. Burada seçim işlemi ile ilgili yasal düzenlemelere ve Cumhurbaşkanı kararnamesine bağlı olarak oluşturulacak birimlerin seçiliş sürecini yöneteceği, kurumlar arasında işbirliğini sağlayacağı mekanizmaların üretilmesi gerekecek. Performans ile görevde kalma ilişkisi kurulacak. Performansı geri kalan bürokratların, hizmet içi eğitime alınması, daha etkili olabilecekleri birimlere kaydırılmaları, bunların hiç birinden sonuç alınamaz ise görevden alınabilecekleri yeni bir sistem ile ancak bürokrasi dinamizm kazanabilir.

TECRÜBE ŞANTAJA DÖNÜŞMEZ

Uzak-yakın geçmişte belli kurumlarda bürokrasinin direndiği, kurum/devlet tecrübesini iktidarla paylaşmayarak iktidarın yanlış yapmasını beklediği durumlar oldu. Başbakanların bürokratik oligarşinin karşısında aciz kaldığını, şikâyet ettiğini de biliyoruz. Benzer bir direnç olursa?

Dediğim gibi, bürokratik oligarşinin dayandığı mevcut mekanizmalar, kurumsal açıdan yeni sistemde artık olmayacak. Bu zeminde vesayet söylemi inandırıcı olmayacak. Tabii ki değişim zaman alacak, ancak artık yalnızca mevcut tecrübeye bağımlı kalınmayacak, tecrübe transferi de mümkün olabilecek.

BÜROKRATİK YAVAŞLIK BİTER

Siyasi-ideolojik direnç olmasa da bürokratları siyasi iktidarın talimatlarını yerine getirme konusunda sıkıntıya sokacak bir diğer sorun; bürokratik çarkların çokluğu ve yavaşlığı. Yeni sistemde bunu aşmak mümkün olabilecek mi?  

Yeni sistem kararnameler yolu ile kamu kurumlarının oluşturulmasına imkân tanıyor. Tabii bütçesi Meclis tarafından onaylanmak koşulu ile Cumhurbaşkanı, etkililiğin gerektirdiği her türlü kurumsal düzenleme ve revizyonu kararnameler yolu ile yapabilecek. Dolayısıyla daha hızlı karar alabilen, belli hayati hizmetlere ve alanlara odaklı yeni kamu yönetimi birimleri oluşturulabilecek. Bu, bakanlıkların altında yapılabileceği gibi, büsbütün yeni kurumlar oluşturulmak suretiyle de hayata geçirilebilecek. Yeni atama sistemi, siyaseten denetlenebilir bir bürokratik yapı doğurmaya elverişli. Dolayısıyla hizmet açısından hata yaptığında, bunun doğrudan denetlenebileceğini bilen bir personel kültürü oluşabilecek.

TEK ADAM MI, İKİ MEŞRU MERCİ ARASINDA DENGE Mİ?

Yasama ve yürütme arasındaki bağımlılık ve vekalet ilişkisi sonlanacak, tamam. Ama şu da bir eleştiri: “Yasama 600 vekille bir yanda, yürütme 1 kişiyle bir yanda. İkisi arasında demokratik olmayan bir durum var, dolayısıyla bu bir tek adam rejimi”. Sorum şu: Öyle mi? Yasama ile yürütme arasında bir hiyerarşi olacak mı?

Bu iki otorite aynı alanda değil ki. Kişi olarak cumhurbaşkanı yürütme alanını yönetecek. Yasama alanı ise Meclisin. Az önce belirttiğim gibi, düzenleme ile yasamanın önceliği korunmuş bulunuyor. Belki burada ortak yetkilerde yürütmeye bir öncelik tanınmış mı sorusu akla gelebilir. Bu açıdan özellikle seçimlerin karşılıklı olarak yenilenmesi durumu çok dillendiriliyor. Cumhurbaşkanı tek kişi olarak bu kararı verebiliyorken, Meclis üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile karar alabilecek diye. Sistemin genel mantığına bakılmalı. Cumhurbaşkanı en fazla iki kez bu makama seçilebilecek bir kişi, dolayısıyla bu yetkiyi kullanabilmesi süre kısıtına bağlanmış. Cumhurbaşkanı seçimlerin birlikte yenilenmesi kararı alırsa, dönemini kaybediyor. İlk döneminde yenileme kararı verirse, süresinden vazgeçerek, son bir defa aday gösterilirse seçime girebilir. İkinci döneminde bu kararı verirse aday olamıyor. Oysa Meclise böyle bir süre kısıtı getirilmemiş. Az önce ifade ettim seçimlerin yenilenmesi, iki aktörün çözümleyemediği bir krizi aşmak için anayasaya getirilmiş bir mekanizma. Cumhurbaşkanının bu seçeneğe başvurması dönem kısıtı ile kayıtlanmış. Meclisin de bu seçeneğe başvurabilmesi için, kriz konusunda güçlü bir eğilimin oluşması gerekiyor. Bunu nitelikli çoğunlukla kayıtlamazsanız, sistem çalışmaz. Dolayısıyla konuya meşruiyetlerini doğrudan halktan alan iki otoritenin kendi alanlarındaki hâkimiyetinin sağlanması olarak yaklaşmak gerekiyor.

MECLİS BY-PAS EDİLMİYOR, BİLAKİS…

Yasama ve yürütme arasında rol dağılımında bir karmaşa yaşanabilir mi peki? Cumhurbaşkanı kararnameleri yasamadan rol çalmak mıdır mesela? Meclisin by-pass’ı anlamına gelir mi? Cumhurbaşkanı kararnameleri yasamanın yasa yapma fonksiyonunda zaafa yol açmasın diye bu değişiklik paketinde nasıl bir tedbir alındı?

Değişiklik açık biçimde yürütme alanında kararname çıkarılabileceğini belirtiyor. Anayasa bu konuda altı alan sayıyor. Bakanlık kurma, kamu kurumu oluşturma, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Devlet Denetleme Kurulu, Bakanları ve üst kademe kamu görevlilerini atama ve Genel Kurmay Başkanlığı. Dikkat edilirse bunların hepsi yürütme alanındaki kurum ve görevlilerle ilgili. Değişiklikler bununla da yetinmiyor. Kararnamenin yasama alanı karşısında sınırını da çiziyor. Hak ve özgürlükler alanında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamayacak örneğin. Yani Trump’ın seyahat özgürlüğünü kısıtlayan kararnameleri bizde söz konusu olmayacak. Kanunla düzenlenmiş bir konuda kararname çıkartılamayacak. Olası bir çatışmada kanun maddeleri öncelikli olacak. Yine Meclis çıkartabileceği bir kanunla, kararnameyi kaldırabilecek. Bence bu konuda fazla titizlik gösterilmiş. Ama yasamanın önceliğinin korunduğu da son derece açık.

OTORİTERİZM İKİ SEÇİMLE GELMEZ

Asgari yüzde 50+1 oy ile seçilen cumhurbaşkanın otoriterleşme ihtimaline karşı nasıl bir tedbiri içeriyor halkoyuna sunulan yeni sistem?

Sistemin kendi iç mantığı zaten tedbirleri de içeriyor. Öncelikle Cumhurbaşkanının hâkimiyet alanı yürütme ile sınırlı. İkinci olarak Cumhurbaşkanı en fazla iki defa göreve seçilebilecek. İki defa seçim kısıtı getirilen bir kişi sistemi otoriterizme sürükleyemez. İşlemleri Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın denetimine açık. Mevcut sistemdeki yargı denetiminden bağımsız tek başına işlem yapabilme yetkisi kaldırılıyor örneğin. İfade ettiğim gibi Meclis karşısında sorumluluğu mevcut sisteme göre daha geniş. En önemlisi salt çoğunlukla alanını koruyan bir yasama iktidarı var. Meclis, Cumhurbaşkanının kendi görev alanından çıkarak yaptığı her türlü işlemi bu yolla ortadan kaldırabilir.

FEDERAL SİSTEM SÖZ KONUSU BİLE DEĞİL

Son soru: Yeni hükümet sistemi federalizmi dolayısıyla bölünmeyi beraberinde getirir mi?

Bu konudaki tartışmalar Anayasada 123. Maddesinde yapılan değişiklikle, 126. Maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyor ve maalesef en yetkili isimlerden duyuyoruz bu yöndeki açıklamaları. 123. Maddede yapılan değişiklik “Kamu tüzel kişiliği kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur” ifadesine yer vermekte. Bu maddedeki değişiklik doğrudan Anayasa’nın 104. maddesinde yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanının kararname ile bakanlık kurabilmesi yetkisiyle ilişkilidir. Buna karşılık 126. Maddede yeni sistem herhangi bir değişiklik öngörmüyor. Dolayısıyla bu madde 1982 Anayasasının ilk şekliyle yürürlükte. 126. Madde kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, “birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir” diyor ve ekliyor “bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir” diye. Dikkat edilirse kurulan merkezi idare teşkilatı ve böyle bir teşkilat ancak kanunla kurulabiliyor. Yani Cumhurbaşkanı kararname ile bırakın federal bir yapıyı, birkaç ili içine alan bir merkezi teşkilat bile kuramıyor. Üstelik Anayasa’nın ilk üç maddesi üniter devletin özelliklerini içinde barındırıyor. Ayrıca yerel yönetimlerin kurulması da ancak kanunla olabiliyor. Tabii buna federalizm ile hükümet sistemleri arasında doğrudan bir ilişki olmadığını eklememiz gerekiyor. Güney Kore, örneğin üniter bir başkanlık modeli, buna karşılık Hindistan federal parlamentarizm ile yönetiliyor.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et