Pragmatizme övgü

Hükümetin Kürt Açılımı’nı, öyle büyük bir tantanayla yapacağını düşünüyor ve bekliyorsak boşuna bekleyeceğiz galiba…
Erdoğan ve ekibi hiç alışık olmadığımız, tamamen farklı bir yöntem izliyor. Son derece düşük profilli, sessiz sedasız yol alınan, atılan adımların ismi sonradan konularak ilerleyen, laftan çok işe bakan -hatta özellikle birçok şeyi lafa dökmeden gerçekleştirmeyi tercih eden- bir yöntem…

Öyle ki, biz hâlâ “Hadi paketi açıklayın” diye duralım; açılımın en kritik ayakları da dahil birbirinden önemli gelişmeler, ilerlemeler zaten olmakta.

Bakın, biz acaba dağdan nasıl inecekler, ne zaman inecekler, hangi formülle inecekler diye konuşurken dağdan iniş başladı bile… Önce Öcalan 1999’dakine benzer biçimde, Kandil’den, Mahmur’dan ve Avrupa’dan üç ayrı grubun Türkiye’ye gönderilmesi çağrısı yaptı. PKK da hemen açıklama yaparak çağrıya olumlu yanıt verdi. Eğer program değişmezse yarın -pazartesi- ilk grup Türkiye’de olacak. Öcalan’ın bu çıkışının Hükümetin ve devletin bilgisi dışında olduğunu düşünmemiz zor. Besbelli ki ortada bir eşgüdüm ve bir yol haritası var ve bu yol haritası adım adım hayata geçirilmekte. Beklentimiz o ki, kimse döndüğüne pişman edilmeden, mümkün olan en kısa zamanda normal hayatına kavuşacak. Onların deneyimi dağdaki diğerlerine cesaret verecek. Eve dönüşün arkası gelecek. Ve bütün bunlar, “af çıkaralım-çıkarmayalım” tartışmalarına hiç girilmeden, ortalık ayağa kaldırılmadan, mevcut düzenlemelerden yararlanılarak gerçekleştirilecek.

Evet, hükümet hiç alışık olmadığımız türden bir yol izliyor ve galiba doğrusu da bu…

Yıllar yılı Kürt meselesinde kavramlar üzerinde kavga ettik. Ama ne oldu? Üzerinde tartıştığımız o kavramlar ayağımıza dolanıp bizi kıpırdayamaz hale getirdi.

Bundan iki yıl kadar önce şöyle yazmıştım:

“Ben kavramsal tartışmaları önemseyen biriyim. Ama buna rağmen, şu anda bulunduğumuz noktada, Kürt meselesinde daha pragmatik bir tutum alınması iyi olacak gibi geliyor bana. Konu o kadar acil, o kadar hayati, o kadar kritik noktada ve kavram tartışmaları o kadar içinden çıkılmaz halde ki; belki de diyorum, bu kez biraz tersten başlamakta yarar var. Meseleye farklı bakışlar olduğunu kabul edip, kavramsal tartışmaları bir süre için bir kenara bırakarak, üzerinde anlaşılabilecek noktalarda somut adımlar atsak, daha ileride bu adımların yarattığı olumlu ortamlarda aynı kavram tartışmalarına tekrar dönebilir ve belki daha kolay empati kurabilir, daha kolay yol alabiliriz.

Kürt meselesi Cumhuriyetin başından beri Türkiye’nin en büyük, en girift, en acılı sorunu olmuş.

Böyle büyük sorunları bütün büyüklüğü ile masaya koyup, her noktasında uzlaşma sağlamak, bütün aktörleri aynı anlayışa getirmek ve topyekûn bir çözüm bulmak çoğu zaman mümkün olmaz. Tam tersine, sürekli olarak bütün üzerinde anlaşmaya çalışmak, küçük adımlar atmanın önünde engel haline gelir. Öyle durumlarda, sorunu parçalara ayırmak, parça parça, adım adım ilerlemek, anlaşma sağlanan noktalarda çözümlere girişmek daha akıllıca bir yol olabilir.

Bugün sanıyorum Kürt meselesindeki durumumuz bu. Lafa biraz ara verip somut adımlar atmanın zamanı…

Bir bakarsınız o adımlar sandığınızdan çok daha olumlu bir hava yaratır. O kadar ki, tekrar temel kavramları tartışmaya döndüğünüzde, farklılıkların hiç de sandığınız kadar önemli olmadığını fark edersiniz.”

Sanırım hükümetin son birkaç yılda yaptığı da zaten bu. Herkesi şaşırtan bir hızla TRT Şeş’in açılışı, ardından Kürt Enstitüsü konusunda atılan adımlar, terörü bitirmenin dış koşullarının yaratılması için atılan bütün o radikal dış politika değişiklikleri, DTP’yi muhatap almama politikasından vazgeçiş, koruculuğun kaldırılması konusunda hazırlıklara başlanması ve şimdi de yine adı konmadan, yine sessiz sedasız gerçekleştirilmeye çalışılan bir Eve Dönüş Operasyonu…

Yaşanan bu süreç, hayatı ideolojik mücadele içinde geçmiş; ideolojinin her şeyin belirleyicisi olduğuna inanan; her meselenin önce fikirsel planda çözülüp sonra pratiğe geçmesi gerektiğine inanan sol kökenli insanlar için gerçekten de kolay anlaşılabilecek bir durum değil.

Ama ben bu süreç içinde merkez sağ hareketin -bugün AK Parti’de belirginleşen- pragmatizmine şapka çıkarttığımı itiraf etmeliyim.

Toplumla yoğun bağı olan büyük kitle partileri, laftan çok işe bakarak; daha az fundamentalist, daha pragmatik bir yol izleyerek; tıpkı temsil ettikleri insanlar gibi hatalar yaparak, yalpalayarak, zaman zaman bocalayıp geri adımlar atsalar bile sonunda sağduyunun gösterdiği yola geri dönerek, yani hep toplumun ve dünyanın gerçeklerine bağlı kalarak, “ilkeci” tutumda direten küçük ideolojik gruplardan çok daha kolay yol alabiliyorlar.

Aslına bakarsanız politika da ancak böyle yapılabiliyor. Baştan çizilmiş dört dörtlük programlar doğrultusunda, her şeyi baştan kararlaştırarak, hiç sapmadan, dümdüz bir çizgi izleyerek reformlar yapmayı hayal etmek, sonuçta hiçbir şey yapamamayı, özetle siyasetin dışında kalmayı getiriyor.

Bugün, 18.10.2009
 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et