Mesele, ne Kürt meselesi ne de PKK; nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımız meselesi. Elbette elinde silah olan bir örgütle silahlı mücadele yapılır, yapılmalı.
Buna kimsenin itirazı yok. Ancak şu soruyu da göz ardı etmeyelim; bu mücadelenin sonunda nasıl bir Türkiye doğacak?
Tecrübeyle sabit; PKK ile mücadele devletin de toplumun da kimyasını bozuyor. Mücadelenin süresi, araçları, psikolojisi herkesi derinden etkiliyor. Bizi başkalaştırıyor. Demokrasiyi zayıflatıyor, hukuku zedeliyor, çoğulculuğu öldürüyor. Yani yaşadığımız ‘çevre’yi boğucu hale getiriyor. Milliyetçilikler yükseliyor, hoşgörüsüzlük ve güvensizlik artıyor. Sonunda iş gelip bizim ‘nasıl yaşadığımız’a dayanıyor. Bu nedenle, sorun ne PKK ne de Kürt meselesi olarak kalıyor; bizim, hepimizin sorununa dönüşüyor.
PKK saldırdıkça özgürlükler vazgeçilebilir, hukuk esnetilebilir görülüyor insanlara. Devlet de, toplum da sertleşiyor.
Dün ‘açılım’ politikasına destek verenlerin büyük bir kısmı bugün ‘açılımın yanlış olduğu’ kanısında. Kimse de sormuyor; iyi de ‘açılım’ denilen proje yürütüldü mü ki? Habur ve Tokat’ın ardından açılım adına ne yapıldı?
Toplumsal ve siyasal zeminde ‘açılım’ yapmanın siyasal riskleri ortaya çıkınca, devlet bu işi ‘tepeden’ Öcalan’la görüşerek halletmeye çalıştı. O da olmadı. Bakın, Öcalan-MİT görüşmesi geçen yıl deşifre olduğunda ‘ne olmuş yani, devlet terörü bitirmek, PKK’yı silahsızlandırmak için elbette örgütle görüşebilir’ diyenlerden eser kalmadı şu günlerde. Meselenin güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceğini söyleyenler hemen ‘müzakereci’ sıfatıyla PKK’ya yapıştırılmaya çalışılıyor.
Kısaca, Türkiye daha ‘sert’ bir iklime doğru gidiyor, ağır bir kış yaşayacağız…
Bunun siyasal uzantısı BDP’li milletvekillerinin ‘dokunulmazlıklarının kaldırılmasına’ varacak gibi. Bir adım sonrası da BDP’nin AYM tarafından kapatılmasıdır. BDP’nin terörle, şiddetle, PKK ile arasına mesafe koymadığı sır değil. Bu durum kuşkusuz partinin demokratik meşruiyetini ciddi olarak zedeliyor. Kapatılması kimseyi şaşırtmaz. Peki, iki milyona aşkın seçmenini ne yapacağız?
Bir diğer soru PKK ile alakalı; PKK nasıl bitirilecek? PKK’nın artan saldırganlığına tepkiler hakikaten çığ gibi büyüyor. Haksız da değil bu tepkiler; siyasetin imkânlarının sınandığı ve de tükendiği düşünülüyor. Tek kalan seçenek olarak da PKK’yı silahla bitirmek görülüyor.
Tamam da bu, denenmemiş bir yöntem değil ki! Devlet PKK’yı silah yoluyla bitirme stratejisini zaten hiç bırakmadı. Şimdiye kadar 30 binin üzerinde PKK’lı öldürüldü. Hatta eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ‘PKK’yı beş defa bitirdik’lerini ilan etti. Ama PKK terör eylemlerine hâlâ devam edebiliyor.
Bu ortamda söylemesi kolay değil, ama gerçekçi olmak adına sormak zorundayız; PKK şimdiye kadar silah yoluyla bitirilemediyse bundan sonra nasıl bitirilecek? Niyetim elbette moral bozmak falan değil; mücadele edilecekse de gerçekçi bir zeminde yapmak lazım bunu. Şunu bilmek gerek; PKK son yıllarda mevcut konjonktürde olduğu gibi uygun bir bölgesel ortamı hiç bulmamıştı. Dün, Profesör Sedat Laçiner dile getirdi; ‘Türkiye bugün dört devletle savaşıyor’: Suriye, İran, Irak ve İsrail.
Savaş belki abartılı bir ifade, ama bu dört ülkeyle çok derin sorunlar yaşadığımız, siyasal ve diplomatik çatışma içinde olduğumuz kuşkusuz. Peki, doğrudan fiilî bir çatışmaya girmeden bu ülkelerin bize karşı yürütecekleri yıpratıcı strateji neye dayanır? Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz; PKK.
Sonuç şudur; PKK tarihinde görmediği bölgesel desteğe şu sıralar sahip. Hep çatışma içinde olduğu İran bile arkasında. Ne yaparsak yapalım terör maalesef kısa vadede bitmeyecek. Türkiye 1990’ların psikolojik ortamına geri döndü; ‘PKK’yı neyle ve nasıl bitirirseniz bitirin’ noktasındayız. Bunun sonuçlarını eminim hatırlayanlar vardır.
Ne PKK biter ne Kürt sorunu çözülebilir mevcut koşullarda. Korkum, son on yıllık demokratik kazanımların da feda edileceği bir noktaya doğru kaymak. Devlet buna hazır, toplum da hazır hale geliyor…
Zaman, 04.09.2012