Ağırlıklı bölümü itibarıyla, Karl Polanyi gibi yazarların iddiasının tersine, kurulmaz, oluşur. Bir başka deyişle o, insanların yapmak istediği şeyi yapmasına, olmak istediği şeyi olmasına keyfî şekilde engel olunmaması hâlinde ortaya çıkan ekonomik yapılanma tarzıdır. Tarihin belki her zamankinden daha hızlı aktığı 20. yüzyılda yaşanan tecrübeler, piyasa ekonomisinin zenginlik ve refah üretme bakımından alternatiflerinden çok daha üstün olduğunu inkârı imkânsız olacak şekilde ispatladı. Artık, olgulara göz kapamaksızın, hiç kimse, merkezî planlamalı ekonominin (komuta ekonomisinin) piyasa ekonomisine üstün olduğunu söyleyemez. Bununla beraber bugün dünyada en yaygın ekonomik model saf piyasa ekonomisi değil, karma ekonomidir. Karma ekonomilerde görülen zenginliğin ana kaynağının da, ekonominin piyasacı kısmı olduğu açık bir gerçektir.
Muazzam zenginlik yaratmasına rağmen, piyasa ekonomisi hak ettiği itibarı akademik ve politik çevrelerde bir türlü görememekte. Özellikle ahlâk açısından eleştirilere maruz bırakılmakta. Kabaca ve doğrudan söylemek gerekirse, ahlâkla bağdaşmadığı ve hatta ahlâksızlığı teşvik ettiği öne sürülmekte. Şüphe yok ki bu eleştiriler haksız. Son yirmi yıldır dilim döndüğünce ve kalemim yazdığınca bunu anlatmaya çalışıyorum. Geçenlerde okuduğum konuyla ilgili ilginç bir makale gerçekten ufkumu genişletti (J. R. Clark ve D. R. Lee, “Markets and Morality”, Cato Journal 31 (1); 1-25). Bu yazıdan yararlanarak piyasa ekonomisi-ahlâk ilişkisine tekrar göz atmak istiyorum.
ULVÎ VE DÜNYEVÎ AHLÂK
Yazarlar, ahlâkı ulvî (magnanimous) ahlâk ve dünyevî (mundane) ahlâk olarak ikiye ayırıyor. Ulvî ahlâkın üç unsuru var: Niyetlenmiş yardım; yardımın bir kişisel maliyet pahasına yapılması; tanınan-teşhis edilebilen kişilere yardım edilmesi. Dünyevî ahlâk ise, söze ve sözleşme vaatlerine sadık kalma, doğruyu söyleme gibi genel kabul gören davranış norm ve kurallarına uyulması; başkalarının mülkiyet haklarına saygı gösterilmesi; kasıtlı olarak başkalarına zarar vermekten kaçınılması unsurlarından oluşuyor. Yazarlar çoğu kimsenin bireylerin şahsî-çıkar-arayışına dayanan bir sistemin ulvî ahlâkla uzlaşmayacağına inandığına işaret ediyor. Bu inancın yaygınlığını benim öğrencilerim ve iş arkadaşlarım üzerindeki gözlemlerim de teyit ediyor. Yine yazarların söylediği ve daha pek çok yazar tarafından da paylaşıldığı üzere, piyasa ekonomisine hak ettiği itibarın teslim edilmesinin önündeki en büyük engel bu, ve ortadan kaldırılmadığı sürece, maalesef, insanlar mecburen piyasada ekonomik faaliyetlerine devam edecek olmasına rağmen, piyasa ekonomisinin entelektüel çevrelerde meşruiyet kazanmasına mani teşkil etmeyi sürdürecek.
Yazarların işaret ettiği üzere ulvî ahlâkın yaradılıştan veya evrimci gelişimden geldiği ve insan için bir mecburiyet olduğu söylenebilir. Ancak, o, iki nedenle yaygın bir toplumsal işbirliğinin ve refahın temeli olamaz. İlk sebep, her birimizin kendilerine gerçekten ihtimam gösterebileceği insanların sayısının, verimli bir ekonomik sistemde işbirliği yapması gereken insanların sayısına göre çok az olmasıdır. İkincisi, geniş ve gelişmiş bir ekonomide yer alan üretici ve tüketicilere enformasyon ve müşevvik sağlamanın pazarlardan ve fiyatlardan daha etkin bir yolunu keşfetme mecburiyetidir. Bu yüzden, ulvî ahlâkla yetinme tercih edilerek dünyevî ahlâka olan ihtiyaç ortadan kaldırılamaz.
Ulvî ahlâkın kodları, ancak ve ancak benzeşen insanlar arasında ve küçük ölçeklerde etkili şekilde işleyebilir. Bu yüzden, o, açık toplumda işbirliğini genişletmekten çok sınırlar ve ayrımcılığı geriletmekten çok besler. İnsanlar çeşitli sebeplerin etkisiyle bildikleri, tanıdıkları, teşhis edebildikleri kişilerle dayanışmaya gitmek ister. Bu insan hayatının asla yok edilemeyecek bir gerçeğidir. Dolayısıyla, ulvî ahlâk gerekli ve spontanedir; ama geniş toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez. Buna karşılık, dünyevî ahlâk işbirliği imkânlarını artırır ve refahı artırmanın yanında sosyal dayanışma ve özgürlüğü de güçlendirir. Bunu doğrulayan örnekler kolayca verilebilir. Yazarlar ABD’de yaygın olan imece usulü ahır-ev yapmayı örnek veriyor. Ben daha anlaşılır olması için kasko sigortasını ele alacağım.
EKONOMİNİN AHLÂKI
Bir köydeki araba sahipleri, içlerinden birinin arabasına zarar gelmesi hâlinde bunu vasıflı işgücü, zaman, parça ve para katkısıyla ortaklaşa gidermeyi taahhüt eden bir anlayış geliştirebilirler. Bu çok takdire şayandır; ancak, komşu köy, kasaba ve şehirdeki araba sahiplerine bir fayda sağlamaz. Köydeki insanlar dil, din, etnisite vb. bakımlardan benzeştikleri için bu dayanışmaya girer ve benzeşmeyenleri dışlar. Bu bir ulvî ahlak davranışıdır. Oysa, zamanımızdaki otomobil kaza sigortası (kasko) insanlar arasındaki işbirliğini ve ortak refah çabasını hem mekân hem kapsanan insan-araç sayısı bakımından köydekiyle karşılaştırılamayacak ölçüde genişletir. Bu, adeta mucizevî bir olaydır. Kasko sigortası sayesinde mümin ile ateist; zengin ile fakir; Hıristiyan ile Müslüman; beyazla siyah dayanışma içine girer. Bunun olması için birinin diğerine benzemesi, hatta birinin diğerini bilmesi ve önemsemesi gerekmez. Birbirlerinden nefret ettikleri hâlde işbirliği yapabiliyor olabilirler.
Buna benzer pek çok örnek verilebilir. Hepsinde de karşımıza aynı manzara çıkar. Ulvî ahlâk sınırlı ve benzeşik insan grupları için gerekli ve geçerlidir. Bütün hayatı ona dayandırma yolundaki çabalar, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, fıtratı icabı imkânsızdır ve sonunda merkezî planlamacılığa, otoriteryenizme vücut verir. Dünyevî ahlâk ise her geniş ve çeşitlilik içeren toplumun uygarlık ve zenginlik yoludur. Söz konusu yazıdaki yaklaşım, daha önce H. Spencer ve F. A. Hayek gibi büyük özgürlükçü filozoflar tarafından da işlendi. Mikro etik-makro etik veya kozmos ahlâkı-telos ahlâkı ayrımı da bu iki farklı ahlâkı ve fonksiyonlarını analiz etmede kullanılabilir.
Piyasa ekonomisi ne ahlâksızdır ne de ahlâka karşıdır. Alternatifleriyle önyargısız olarak karşılaştırıldığında en ahlâklı ve uygarlığa en yarayışlı ekonomik sistem olduğu inkâr edilemeyecek açıklıkta ortaya çıkar.
Zaman, 27.04.2012