Herhangi bir kurumdan söz etmiyoruz.
Sözünü ettiğimiz kurum, askeri vesayetle, darbelerle, darbe teşebbüsleriyle hesaplaşma sürecinin en kritik kurumu… Bu kurumun ortadan kaldırılmasından ya da etkisiz hale getirilmesinden söz ediyoruz.
Haftalardır özel yetkili mahkemelerle ilgili tasarlanan değişiklikler konusunda spekülasyon yapılıyor.
Spekülasyon diyorum, çünkü hükümet kafasında ne olduğunu bir türlü net bir biçimde açıklamıyor. Gün geçmiyor ki basına farklı bir bilgi sızmasın. Bu bilgiler sık sık birbiriyle çelişiyor. Bir bakıyorsunuz, hükümet içinden bir kaynak “Adı değişecek, önemli bir şey yok” diye bir açıklama yapıyor; ertesi gün duyuyorsunuz ki, bu mahkemelerin toptan kaldırılması da masada…
Hepimiz muhtemel değişiklikler konusunda bir şeyler yazıp çiziyoruz ama esas olarak da sabırla hükümetin tasarısını ortaya koymasını bekliyor; eleştirilerimizi o somut metin üzerinde yapmak istiyoruz.
Ama hükümetin böyle bir şey istemediği besbelli. Bu kadar önemli bir konudaki bir yasa tasarısının Meclis kapanmadan bir gün önce ortaya çıkarılmasının başka bir anlamı olabilir mi?
Alan kısıtlaması neye yol açar?
Tasarının ortaya çıkmasıyla yasalaşması arasındaki kısa sürede pek bir şey söyleme fırsatımız olmayacağını göz önüne alarak “testi kırılmadan” birkaç önemli uyarıyı tekrarlamaktan başka çaremiz yok:
Bir: Tutukluluk halinin çok uzun sürmesi ve maksadını aşan bir biçimde çok yaygın kullanılması konusunda yapılacak değişiklikler geniş kesimlerin desteğini alacaktır. Ben kendi payıma bu konuda bir sorun görmüyorum.
İki: Ancak, mahkemelerin yetki alanının “terörle mücadele” olarak kısıtlanması, “silahlı terör örgütü” dışında tüm organize suçların (cuntalar da dahil) özel yetkinin görev alanı dışına çıkartılması, bu mahkemelerden beklenen faydayı çok ciddi olarak baltalayacaktır.
Unutmayalım ki, terör örgütleri uyuşturucu ya da kaçakçılık gibi organize suç örgütleriyle iç içedir; finansmanını bu tür faaliyetlerden sağlar. Görev alanındaki bu daraltma, savcıların suç örgütünü tepeden bir bütün olarak görmelerini ve hızlı bir biçimde soruşturmalarını engelleyecek, terör örgütüyle mücadelede büyük zaaf yaratacaktır.
İzin varsa, özel yetki yok demektir
Ve üç: Düşünülen değişikliklerin en vahimi ise, soruşturma izninin genişletilmesidir. Bu değişiklik tek başına özel yetkili mahkemeleri çökertmeye yeter. Çünkü özel yetkili mahkemelerin derin devlet yapısını çözmelerini sağlayan en önemli farklılığı, o zamana kadar yargıya yasak olan alanlara girebilmesi, bütün kilitli kapıları açabilmesi ve soruşturma görevini o yasak alanlarda da gerçekleştirebilmesiydi.
Eğer siz bu temel farkı ortadan kaldırırsanız, fiilen özel yetkili mahkemeyi ortadan kaldırmış olursunuz. Eğer siz, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, emniyet ve diğer üst düzey bürokratlarla ilgili olarak MİT benzeri bir düzenlemeye gider, bu kişiler hakkında soruşturma ve kovuşturma açılmasını, gözaltına alınmaları ve sorgulanmalarını izne bağlamaya kalkarsanız, alınan bütün mesafeyi yok etmiş, başlangıç noktasına dönmüş olursunuz.
Türkiye kamuoyu bu soruşturma izninin ne olduğunu çok iyi biliyor. Özel izin verme durumunda olanların ıslak imzalı darbe planlarını kâğıt parçası diye yutturmaya kalktığını, LAV silahlarını boru diye lanse ettiğini, “kendi adamını” yargının eline vermemek için nasıl “aslanlar gibi” direndiği daha unutmadı.
Darbeciler Cumhuriyet tarihinde ilk defa yargı önüne çıkabildiyse, biz bu sevinci yaşayabildiysek, özel yetkili mahkemeler soruşturma iznine gerek olmadan çalışabildiği için çıktı. Şimdi, izin sistemini tekrar geri getirmek, orduyu, emniyeti ve bürokrasiyi yeniden yargının ulaşamayacağı bir yere taşımak demektir.
Peki ne uğruna yapılabilir böyle bir geri dönüş?
Genelkurmay Başkanı Özel’in hükümet üyeleriyle yaptığı çeşitli görüşmelerde MİT’e tanınan izin kalkanının askerlere de tanınması için ısrarcı olduğunu duyuyoruz.
Eğer izin sisteminin genişletilmesi “ihtiyacı” MİT krizinde takınılan tutumun diyet ödemesiyse, ülke bu hatanın bedelini çok ağır ödüyor demektir.
Bugün, 29.06.2012