Türkiye’nin son birkaç yıldır karşı karşıya kaldığı olaylar güçlü bir orduya ihtiyacı olduğunu gösterdi. Bütünlüğünü koruyan, iyi silahlanmış, toplumla güçlü bağlara sahip bir ordu bu coğrafyada ayakta kalmanın ön şartı. Hiçbir soyut ilke bu gerçeği gözden kaçırmaya sebep olamaz. Diğer taraftan, ordunun kendi sınırları içinde kalması ve seçilmiş siyasî otoriteye itaati de demokrasiyi korumanın ön şartı. Bu yüzden orduya zarar verebilecek tutumlardan ve yıkıcı eleştirilerden kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Bununla beraber ordudan gelen yanlışlara işaret etmenin ülkeye ve halka karşı sorumluluğun bir gereği olduğu da açık bir gerçek.
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar yılbaşı için yayınladığı mesajda şöyle demiş: “Ordumuz geride bıraktığımız yılda, şerefli üniformayı kirli ve kanlı emellerine maske yapmaya kalkışan, asil milletimiz dışındaki karanlık odaklara uşaklık ettiği açıkça görülen bir şer, terör ve ihanet çetesinin, tarihimize kara bir leke olarak geçecek cinnetine, ihanetine şahit olmuştur.” Benzer mesajlar daha önce başka muvazzaf veya emekli subaylar –meselâ eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ- tarafından da verilmişti. Bu mantığa göre 15 Temmuz alçak darbe teşebbüsü ordunun ihanete uğraması anlamına gelmekte.
Öyle mi? Demek ki ihanete uğrayan Türkiye, halk, demokrasi değil ordu. Bu yaklaşım tipik bürokratik vesayet mantığının tezahürü. Orduyu toplumun, vatanın önüne koyuyor. Çok üzücü doğrusu. Bu tür açıklamayı okuyan yabancılar sanabilir ki ordumuzun siyasî tarihi tertemiz ve demokrasiye sadakat gösterileriyle dolu. Generaller amirleri olan siyasetçilere daima saygı gösterdi ve onların emirlerinin dışına çıkmadı. Ordu bir bürokratik vesayet düzeninin ana direği olarak görev yapmadı. Sivil hayata müdahalelerden daima sakındı.
Bu tavrı bilerek veya bilmeyerek darbeciliği onaylayan bir başka bakışta daha görüyoruz. Bu da 15 Temmuz’u değerlendirirken ikide bir darbe teşebbüsünün emir komuta zinciri dışında yapıldığının vurgulanması. Bunu uçurumdan kıl payı kurtulan AK Parti cephesi de, muhalefet partileri de, ordu çevreleri de söylüyor. Ne yani, teşebbüs emir komuta zincir içinde olmadı diye generallere şükran mı duymalıyız? Bu şekilde bize bir lütufta mı bulundular? Teşebbüs emir komuta zinciri içinde yapılmış olsa meşru mu olacaktı? Ordu mensuplarının darbe emir konuta zinciri içinde olmadı diye böbürlenmesi mi yoksa darbecilik virüsünden nasıl tamamen kurtuluruz diye düşünmesi mi gerekli?
Vesayetçi yapılanmayla mücadele devam ediyor. Bu mücadelenin bir ayağı vesayete payanda olan kurumsal yapılanmayı ortadan kaldırmaksa diğer ayağı vesayetçi zihniyeti tamamen silmek veya önemli ölçüde geriletmek. Aslında ikincisinde mesafe almadan ilkinde de kalıcı şekilde ilerleme sağlamak imkânsız. Bu yüzden bürokratik vesayeti ciddî bir tehlike olarak görenlerin gevşekliğe kapılmaması lâzım.
Bürokratik vesayetle mücadelede ne kadar başarılı olunacağını zaman gösterecek. Umarım hayal kırıklığına uğramayız. Ama öyle anlaşılıyor ki, darbeci çetelerle insan bazında uğraşılırken, bürokratik vesayetçi zihniyet olduğu gibi yerinde duruyor. Yaşamaya devam ediyor. Yargıtay’dan HSYK hakkında gelen açıklamalar gibi Genel Kurmay Başkanı’nın bu beyanı da vesayetçi zihniyetin yansıması.