Bir insan nasıl, ‘ölene kadar iktidarı bırakmayacağım, savaşacağım’ der?
Kaddafi bunu dedi ve dediğini de yaptı. Şimdi aynı şeyi Suriye’den Beşşar Esed söylüyor. Bana ‘toplu intihar girişimi’ olarak görülen bu ‘iktidar inadı’ galiba bunu söyleyenler için normal, gerekli ve hatta kaçınılmaz bir tutum. Bu tutum ve ‘tutku’yu açıklamak üzere genellikle Lord Acton’un meşhur lafı hatırlatılır; “iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka…”
Hayır ben, bunu yapmayacağım. Çünkü bu ‘tutku’yu iktidarla değil insanla açıklamamız gerektiğini düşünüyorum. Bence iktidar yozlaştırmaz. İktidar sadece bir katalizördür, ‘öz’ü ortaya çıkarır. Kimse ‘iktidarı’ suçlamasın ‘iktidardakilerin yozlaşması’ndan dolayı. Yozlaşmayı ‘dışsallaştırmak’ yerine ‘içeride’ aramak daha doğru olabilir. Doğanıza dönersiniz iktidardayken, kim ve ne olduğunuzu keşfedersiniz. Ve de tabii ki seversiniz keşfettiğiniz doğanızı. Kim sevmez özünü?
Bu yüzdendir iktidarın vazgeçilmezliği. İktidar, varlığınızın taa kendisidir çünkü. ‘Kendi’nden ayrılmak istemez iktidardakiler. Kaybetmek demek iktidarı, kendinizden ‘ayrılmak’ demektir. Ayrılık zordur, katlanılmazdır. Hele ki ayrıldığınız bizatihi varlığınızın ‘öz’üyse… Yani iktidar, hele mutlak iktidar çok ‘varoluşsal’ bir haldir. Onsuz ‘varlık’ olmaz.
Beşşar Esed boşuna demiyor ‘ölünceye kadar çekilmeyeceğim’ diye. İktidarı vermek ölmek demektir zaten, daha ötesi yoktur. İktidar olmayan, ‘egemen’ olmayan Kaddafi için hayat nedir ki? Bunlar için iktidarsız hayat ‘anlamını’ kaybetmez sadece, bizatihi ‘varlığı’ eritir, bitirir.
Varlığı ‘mutlak iktidar’ olanda eritmek, ona erişmek, ‘od’a dönüşmek ne âlâ… Ama bizim tanıdığımız bu ‘firavunlar’ varlıklarını ‘mutlak iktidar’a dönüştürmek derdindeler. Dermansız bir dert onlarınki. Çaresizler. Her biri ‘mutlak’ın izlerini taşıyan insanlar üzerinde kurdukları iktidarla ‘insan’ olabileceğini düşünenler fena yanılıyor. İnsan olmak ‘iktidar’dan vazgeçmekle mümkün belki de; ‘iktidar’ olmak yerine, ‘teslim’ olmakla…
Teslim ol Beşşar Esed! Teslim ol, ya Hakk’a teslim ol, ya da halka. Aslında her ikisi de aynı yere çıkar; ‘hesap vermeye’. Hesapsız, kitapsız iktidar olunur mu? Hiçbir şey yapamıyorsan, çıkar halkına hesap verirsin, helallik istersin. Yani halkın önüne sandığı koyar, onları serbest bırakırsın. Sonunda belki halk ‘yönetme hakkı’nı sana verir.
Hiç anlamam; Ortadoğu’nun bu ‘Müslüman’ diktatörleri sormazlar mı kendilerine bir gün; “bu ülkeyi yönetmem için beni kim seçti?” diye. Kim seçti sizi? ‘Yönetmek hakkı’nı kimden, nereden alıyorsunuz? Hak’tan diyecek haliniz yok. Halkın da seçmediğini biliyoruz. Anladım, siz kendi kendinizi seçtiniz. Bizde de vardı bunlardan. Bilmediğimiz bir ‘şey’ değil yani. Gelip halkın üstüne otururlar böyleleri, bir daha da kalkmazlar. Ama rahat değillerdir yerlerinde. Bilirler ki ‘haksız’dırlar. Halkın yönetme hakkını gasp etmişlerdir. Şiddet ve korku salarak yönetirler. Rahata eremezler yine de bir türlü. Ama vazgeçemezler de. Varlıkları ile iktidarlarını ‘özdeşleştirmişlerdir’ artık. Çekildiklerinde tüm varlıklarının da yok olacağını düşünürler. O yüzden sonuna kadar, ölene kadar savaşırlar. İktidarları için değil, varlıkları için!
Aslında ‘işleri’ kolaylaştıran ‘düzenlemeler’ de vardır. Adına ‘halk iktidarı’ da diyebileceğimiz ‘demokrasi’. İktidarı ‘halk’a verirsin, sonra da sandıkta alırsın. Yine iktidar olursun, yine ‘güç’ kullanırsın. Varlığını tek tek her hücrende hissedersin iktidar olmakla… Ama en azından ‘meşruiyet’in olur. Cepheden cepheye koşturacağına meydandan meydana uçar nutuk atarsın. Üstelik ‘ölene kadar savaşacağım’ diyeceğine, ‘halk görev verdiği sürece bu görevden kaçamayacağını’ söylersin. Belki hâlâ ‘ölene kadar iktidar’ da olursun….
Zaman, 22.11.2011