Ölçü kaçmasın!

Darbe soruşturmalarının sağlıklı bir şekilde ilerlemesini güçleştiren iki önemli neden var: İlki, 15 Temmuz’un önceki darbelerden çok ayrı bir karakter taşımasıdır. 15 Temmuz, asker içinde “Halaskâran-ı Zabitan” ruhuyla hareket eden bir grubun gerçekleştirdiği eski darbelerden farklıdır. Bu, dini kisveleri bürünmüş ve uzun vadeli bir çalışmanın ardından toplumun derin damarlarına nüfuz etmiş bir örgütün organize ettiği bir darbedir. Eski darbelerde ister sivil ister asker olsun darbenin faillerini tespit etmek rahattı. Oysa 15 Temmuz’da darbeye dâhil olanları tamamen ve hatasız bir şekilde ortaya çıkarmak çok zor bir iş.

İkincisi, hiçbir şahsın bu örgütle olan bağlantısını kabul etmemesidir. Gülenistlerin diğer örgütlerden ayrışan bir yönü de bu. Gülenistlikleriyle maruf kişiler dahi irtibatını reddediyor ve hatta en sert Gülen karşıtı pozlara bürünebiliyor. Öyle ki, muhtemelen Gülen’in kendisi Türkiye’ye iade edilip mahkeme önüne çıkarılsa örgütünü inkâr edebilir ve “Kim düşürdü beni buraya?” diye şekvacı olabilir.

Azami hassasiyet mecburiyeti

Bu iki hususun altından kalkılması gereken ağırlığı büyüttüğüne şüphe yok. Bir de bunlara her darbe sonrası oluşan kaosu, ihbar yağmurunu, kişisel hesapları, vb. eklediğinizde ortalık allak bullak oluyor. Suçlu-masum birbirine giriyor ve o çok kullanılan ifadeyle kurunun yanında yaş da yanıyor.

İşlerin bu denli çetrefil olması, devletin çok daha hassas olmasını gerekli kılıyor.  At izinin it izine karışmaması, kimsenin boş yere mağdur edilmemesi, kul hakkına girilmemesi için devlet kılı kırk yarmalı. Bir kimsenin görevinden ihraç edilmesi, o kişinin ailesinin ve ailesinin hayatına doğrudan tesir eder. Böylesine mühim bir işlemi tesis ederken devlet, ayrıntılı incelemelerde bulunmalı, iddialara ilişkin kapsayıcı soruşturmalar yürütmeli, delillere ulaşmalı ve kararlarını titizlikle vermelidir.

Ne var ki işler bu mecrada akmıyor. FETÖ’ye ilişkin soruşturmalar genel bir güzergâhta seyrediyor. Hukukilikten uzak birtakım ölçütler tayin ediliyor. FETÖ ile bağlantılı olduğu için kapatılan bir bankada parası bulunmak, okullarda öğretmenlik yapmak, sendikaya üye olmak işten çıkarılmanın bir gerekçesi olabiliyor.

Evrensel ilklerin ihlali

Hukuki açıdan bakıldığında birkaç temel hukuk ilkesinin ihlal edildiği görülüyor. Bunların başında “kanunsuz suç olmaz” ilkesi geliyor. Bahse konu bankalar, okullar, sendikalar, dernekler, vb. 15 Temmuz’a kadar yasal çerçevede faaliyet yürütüyorlardı. 16 Temmuz’dan sonra bunların KHK’larla kapatılması, 15 Temmuz’a kadar bunlarla ilişkili olan kişileri suçlu yapmaz. Bir kimse ancak kanunun “suç” olarak tarif ettiği bir fiili işlemiş ise cezalandırılabilir. Eğer böyle bir fiil yoksa hiç kimse sadece bu kurumlarda parası olduğu, çocuğu okuduğu ya da kendisi buralarda çalıştığı için suçlanamaz, idari ve adli müeyyidelere tabi tutulamaz.

Keza “suçun şahsiliği” ilkesine aykırı bazı tutumlara da rastlanıyor. Suç, bireyseldir. Yalnızca işleyeni bağlar. Hiç kimse birinci dereceden de olsa yakınlarından birinin eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulamaz. Bir kişi bir suç işleyebilir ya da hakkında böyle bir iddia bulunulabilir. Tahkikat onun hakkında yapılır, gerek görüldüğünde dava onun aleyhine açılır ve netice de verilen karar da bir tek onu bağlar. Bir kişinin suçundan ötürü onun annesi, babası, kardeşleri veya diğer yakınları herhangi bir cezalandırılmaya tabi tutulamaz.

“Masumiyet karinesi” ise bir kenara atılmış gibi. Hakkında kesinleşmiş bir hüküm kurulmayan birinin suçlanamayacağı ve bunun hepimiz için hayati derecede önem arz eden evrensel bir hukuk ilkesi olduğu unutulmuş sanki. Kendi ve çevresi dışındaki herkese bol kepçeden darbeci, bölücü yaftası yapıştırma yarışına girenlerin sayısı artıyor.

Toptancılığın konforu

Toptancılık, konforlu bir hal. Hem incelikli düşünmeye ihtiyaç duymuyor, hem de iktidar sahiplerine geçici bir rahatlık ve kudret sağlıyor. Fakat hem yakın hem de uzak geçmişten de gayet iyi biliyoruz ki, toptancılık revaçta olduğu her dönemde büyük mağduriyetler oluşturmuş ve telafisi güç yaralar açmıştır. Dolayısıyla toptancılığın konforu kısa vadelidir. Orta ve uzun vadede ise toptancılık son derece tehlikelidir ve kendisinden medet umanların başını da dara düşürür. Herkesi aynı kaba koyan bir yaklaşım, bumerang gibi döner sahibini vurur. Hukuken kabul edilebilir sınırın dışına taşan her işlem, ileride Türkiye’nin başına çok büyük belalar açar.

Akim kalsa da, gayesine ulaşsa da darbe sonraları güç zamanlardır. Kargaşa olur, çerçöp birbirine karışır. Lakin bu ilelebet sürmez; toz duman dağılır, işler nispeten yoluna girer. Bugünlerde göz batmayan –hatta bazı mahfillerde alkışlarla karşılanan- gayri-hukuki kararlar zamanı geldiğinde gün yüzüne çıkar. Ve o vakit herkes verdiği kararlarla tartıya çekilir. Hukuk erkini kullananların bunu her daim akıllarında tutmalarında ve kararların altına imza atarken bu bilinçle davranmalarında fayda vardır.

Olağan ya da olağanüstü fark etmez, hukuk her zaman ölçülü davranmayı emreder. Ölçülü kaçırmamak için mutedil hareket etmek lazım. Daima ama bilhassa şimdilerde…

Serbestiyet, 22.09.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et