PKK ile ilk görüşen AKP değildi. Daha önce Özal, Demirel, Erbakan ve Genelkurmay Başkanlığı kimi kez aracılar, kimi kez de doğrudan PKK ile irtibat kurmuştu. AKP’nin farkı görüşmeleri kamuoyuna açık bir şekilde yapmasıydı. Çözüm sürecinin alamet-i farikası, bir siyasi iktidarın ilk defa halkın bilgisi dâhilinde PKK ile masaya oturması ve yaşanmakta olan probleme siyasi çözüm aramasıydı.
22 Temmuz’dan sonra iki buçuk yıllık aradan sonra çatışmalar tekrar başlayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sürecin buzdolabında olduğunu”söylemişti. Yani mevcut şartlar altında süreci yürütmenin imkânı yoktu ama süreç tamamen rafa kaldırılmış da değildi. Eğer görüşmeleri mümkün kılan asgari bir zemin oluşursa süreç buzdolabından çıkarılabilir ve sürece devam edilebilirdi.
Fişi Çekmek
Fakat Erdoğan son Muhtarlar Buluşması’nda sert bir açıklama yaptı ve “önümüzdeki süreçte ne bölücü terör örgütünün ne de onun güdümündeki parti ve diğer yapıların asla muhatap alınmayacağını” söyledi. Böylelikle Erdoğan, Bahçeli’nin önerdiği noktaya geldi: Süreci buzdolabına kaldırmakla yetinmedi, buzdolabının fişini çekti ve sürecin bittiğini resmen ilan etti.
Aynı konuşmada Erdoğan yeni yol haritasının işaretlerini de verdi. Buna göre, önce PKK ve HDP devre dışı bırakılacak ve bunlara yaptıklarının bedeli ödetilecek. Akabinde kamu düzeni tesis edilecek ve bölge ayağa kaldırılacak. Muhatap olarak da “halk”a başvurulacak ve sorunun kökten çözümü için gereken ne varsa yapılacak.
Türkiye’de garip bir yönetim anlayışı var. Yönetim erkini ellerinde bulunduranlar, geçmişte birçok kez denenen ve müspet bir sonuç üretmediği tescil edilen metotları kullanmakta bir beis görmüyorlar. Her seferinde daha önce tecrübe edilen yöntemleri izleyip farklı neticeler doğmasını ümit ediyorlar. Kendilerini buna inandırıyorlar da. Fakat bittabi bekledikleri gerçekleşmiyor, her seferinde sukut-u hayale uğruyorlar.
Erdoğan’ın söylemi de bu çerçevede düşünülebilir. İlk defa duyduğumuz sözler değil bunlar. Neredeyse PKK’nin silahlı eylemlerine başladığı ilk günden bu yana görev yapan her hükümet bu cümleleri kullandı. Hepimizin kulakları“Halk ve terörist ayırt edilecek, terörist kesinlikle muhatap alınmayacak, halka gidilecek ve onun istediği yapılacak”vb. ifadelere aşina. Lakin yine hepimiz gayet iyi biliriz ki, bu yaklaşımdan bir çözüm çıkmaz.
Halk Kimdir?
Zira bu yaklaşım çok mühim sorunlarla malul. Şimdilik iki tanesine değineyim: İlki, içeriğin belli olmamasıdır. Daima“gerekenler yapılacak” deniliyor da bu “gerekenlerin” ne olduğunu bir açıklığa kavuşturulmuyor. İktidarın kafasında bir gerekenler listesi olabilir. Bunu hayata geçirdiğinde meseleye bir nokta koyacağını düşünebilir. Ama sorun iktidarın listesi ile halkın gereklilik olarak nitelendirdikleri arasında bir uyuşmanın olmasıdır. Eğer uyuşma değil de çatışma varsa, o zaman çözüm için yapılan hamleler sadece sorunun daha da giriftleşmesine neden olur.
İkincisi ve daha önemlisi, halk derken kimin kastedildiğidir. Eğer “halk” bölgede yaşayan herkesi kapsıyorsa, unutulmamalı ki bu halkın önemli bir kısmı PKK’nin tabanını oluşturuyor ve HDP’ye de oy veriyor. Dolayısıyla PKK ve HDP’yi dışlamanın bu halka kabul ettirilmesi ve böylelikle bir çözüme varılması söz konusu olamaz. Yok, eğer PKK ve HDP’yi destekleyenler “halk”ın dışında tutuluyorsa, zaten bir lakırdı etmeye hacet kalmaz. Bu takdirde çözümü unutmak, dükkânı kapatmak ve darabayı çekmek gerekir.
Velhasıl “o iş bitti” denilerek o iş bitmez. Devletin eski alışkanlıkları ve diliyle de bu mesele çözülmez.
Yeni Yüzyıl, 23.01.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/o-is-boyle-bitmez-1039