Nefret Söylemi ve Yanıltıcı Argümanlar

Türkiye’de nefret söylemi suçu destekçileri, tezlerini savunurken sıklıkla birtakım hatalı veya yanıltıcı argümanlara başvuruyorlar.

Bunlardan en önemlisi çeşitli kimliklere yönelik işlenen suçların sebebinin bu kimliklere yönelik “nefret söylemi” olduğunu kesin ve açık bir olgu gibi ileri sürmek. Burada nefret söylemi ile bu kimlik mensuplarına yönelik işlenen suçlar arasında doğrudan bir neden sonuç ilişkisi olduğu varsayılıyor. Yani birtakım insanlar belli bir kimliğe yönelik olumsuz görüşlerini “nefret” içerikli sözler, yazılar, resimler, karikatürler vb. yollarla dile getiriyorlar. Ardından bu ifadelerden etkilenen insanlar tarafından söz konusu kimlik mensupları çeşitli şekillerde saldırıya uğruyorlar; öldürülüyorlar, dövülüyorlar, tecavüze uğruyorlar veya malları yağmalanıyor, tahrip ediliyor, kundaklanıyor. Sebep sonuç ilişkisini böyle kurduktan sonra bu iddiayı desteklemek için önümüze çeşitli örnekler konuluyor: Madımak Oteli Vakası, Hrant Dink’in öldürülmesi, 6-7 Eylül Olayları, Rahip Santoro Cinayeti, Maraş Olayları, Zirve Yayınevi Vakası vb.

Oysa bu ve benzeri örneklerde durum hiç de suç ve ifade arasında kurulan söz konusu ilişkiyi kanıtlamaya uygun değildir. Bu tür vakaların neredeyse tamamında suçun asıl veya saklı faili olarak karşımıza ister derindeki ister yüzeydeki olsun hep devlet çıkıyor. Bu tür vakaların çoğunda “devlet” doğrudan veya dolaylı olarak çeşitli operasyonel yöntemler kullanarak suçları bizzat kendisi işliyor veya işletiyor. Sahnede failler olarak görünenlerin aslında sadece figüranlar veya yardımcı oyuncular olduğu, asıl aktörün ise neredeyse her zaman devlet olduğu gerçeği olay sıcakken olmasa bile soğudukça ve zamanla gün yüzüne çıkıyor. Öyle ki, bugün yukarıda sayılan türdeki olaylarda devletin şu ya da bu biçimde rolü olduğuna itiraz eden pek kimse yok gibi görünüyor.

Öyleyse en azından bu örnekler bakımından nefret söylemi ile suç arasında varsayılan sebep-sonuç (illiyet) ilişkisi tamamen yanlış kurulmuştur. Bu suçlar belli (gayri meşru) “siyasî” gayeler uğruna önceden planlanan/niyet edilen ve yürütülen operasyonlar veya operasyonların ayakları olarak kasıtlı bir biçimde işlenen suçlardır. Yani bu eylemler gayri meşru siyasî gayeler uğruna yapılan gayri meşru ve gayri hukukî araçlar olarak karşımızda duruyorlar. Dolayısıyla bu vakalardaki suçlar nefret söyleminden etkilenen kimi “sivil insanların” kendiliklerinden ve devletin her türlü güvenlik tedbirini aşarak işledikleri “gerçek nefret suçları” değillerdir. Bu suçlar ya bizzat devlet tarafından veya devletin göz yummasıyla işlenmiş “operasyonel nefret suçlarıdır”.

Peki, bu vakalar öncesinde nefret söylemine rastlanılmasını ve hatta bazı vakalarda nefret söyleminde görülen fark edilir artışı nasıl açıklayacağız? Bana iki açıklama oldukça makul geliyor. İlki, bu tür ifade ve yayınların bizzat operasyonların bir parçası olmasıdır. Bu tür operasyonları yürütenler hedeflenen siyasî sonuçları ortaya çıkarabilmek için belli bir kamuoyu algısı üretmeye ve kamuoyu algısını manipüle etmeye ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla operasyonu yürütenlerin bu tür ifade ve yayınların üretilmesi veya yayılmasında rolü ve katkısı olabileceği kabul edilebilir bir iddiadır. Aslında pek çok durumda bu ilişki bir iddia yerine bir olgu düzeyindedir. Örnek olarak Hrant Dink vakasında/operasyonunda Kemal Kerinçsiz’in rolünü hatırlayabiliriz. Genel olarak Ermenilere ve spesifik olarak Hrant Dink’e yönelik zaman zaman nefret söylemini bile aşan ve tehdit-saldırganlık içeren sözler sarf eden Kerinçsiz, daha sonra açılan Ergenekon davasında mahkûm edildi. İkinci olası açıklama, bu olaylardan önce görülen nefret söylemi örneklerinin dikkati çekecek düzeyde ve güçlü bir etkiye sahip olmamasına rağmen, söz konusu olaylardan sonra dönülüp geriye bakıldığı zaman görünür hale gelmiş olmasıdır.

Nefret suçu ve nefret söylemi meselesinde yeterince üzerinde durulmamasına rağmen çok önemli bir mesele var. Tarih boyunca ve halen işlenen nefret suçları arasında hiçbir şekilde kıyas kabul etmez derecede ağır, kapsamlı tahribatı yüksek ve sayısı fazla olanlar ya bizzat devletler/hükümetler tarafından ve/veya devletler/hükümetler sayesinde işlenmiş olanlardır. Nefret suçu farklı kimlikleri sebebiyle insanların suça maruz kalmasıysa eğer, herhalde devlet veya devlet olma iddiasındaki militer örgütler tarafından işlenen soykırımlar, etnik temizlikler, sürgünler, tehcirler, işkenceler, zorla çalıştırmalar, köleleştirmeler, yağmalar, yangınlar, gasplar en hasından nefret suçlarıdır. Yaygın olarak devletler ırk, milliyet, etnik köken, din, mezhep gibi farklılıklar üzerinden inşa edilen ideolojileri ve bu ideolojilerle uyumlu siyasî gayeleri ve hedefleri uğruna bu suçları işlemişlerdir. Devlet bu suçları işlerken sıklıkla bazı toplum kesimlerini de kendine suç ortağı yapar. Bunun için hedefteki grupla diğer toplum kesimleri arasında var oluş-yok oluş karşıtlığı veya daha hafifinden çıkar çatışması kurgulanır ve pompalanır. Devlet doğrudan ve açıktan bu suçları işleyemediği durumlarda ise bu suçların işlenmesi için arka planda organize eder, teşvik eder, kışkırtır, hedef gösterir, yardım eder, göz yumar, görmezden gelir, suçu soruşturmaz, suçluları yakalamaz veya cezalandırmaz. Yine, muhtelif gayeler uğruna nefret söyleminin en hası devlet kurumları, devletin zor kullanma tekeli ve kamu finansmanı kullanılarak devletler tarafından üretilir, yayılır ve pekiştirilir. Nefret suçlarının devletler vasıtasıyla işlendiği örnekler konusunda tarih bize karşı fazlaca cömerttir!

Bunlar bir yanda dururken, pek çoklarının ilk aklına gelenin nefret suçlarının engellenebilmesi için devletlerden nefret söylemi olarak tanımlanan ifadelerin yasaklanmasını ve bu ifade sahiplerinin cezalandırılmasını istemek olması gerçekten sarsıcıdır. Kim bilir, belki de bu çıkarımın arkasında şöyle bir yargı vardır: ‘Devlet iyidir ancak onu ele geçirenler kötüdür veya devlet iyidir ancak ona hâkim olan ideal kötüdür’. O halde, iyi ellere teslim edildiğinde veya iyi bir idealin hizmetine verildiğinde, devlet yeryüzü cenneti kurmaya ehildir. O halde, buyursunlar fikirlerimizi ve ifadelerimizi sansürlesinler!

Bu yazı Zaman Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et