Neden sadece bizim Anayasa Mahkemesi sorunumuz var

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve Cumhurbaşkanı’nca referanduma sunulan anayasa değişikliği paketinin Anayasa Mahkemesi tarafından “kısmi iptali” Türkiye’nin bir Anayasa Mahkemesi sorunu olduğunu bir kez daha gösterdi.

Üstelik bu sorunun varlığını bizzat Mahkeme Başkanı da yetkileri olmamasına rağmen “işin esasına” girdiklerini söyleyerek itiraf etmiş oldu. Niçin bizim bir Anayasa Mahkemesi sorunumuz var da Amerikalıların yok? Sadece Amerikalıların değil, şu ülkelerin de böyle bir sorunu yok: İngiltere, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Norveç, Danimarka, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, İsviçre, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Hindistan, Brezilya, Arjantin ve Mauritius. Bu ülkelerin bir anayasa mahkemesi sorununun olmaması acaba iktisaden kalkınmış ve gelişmiş bir demokrasiye sahip olmaları mıdır? Şüphesiz bu, sebeplerden birisidir. Fakat başka bir neden daha var. Bu ülkelerin bir anayasa mahkemesi problemi yok, çünkü bu ülkelerde bir anayasa mahkemesi yok. Evet, çoğu insanın sandığının aksine her ülkede anayasa mahkemesi diye bir mahkeme bulunmuyor ve bu saydığım büyük çoğunluğu dünyanın en gelişmiş ülkesi olan ve hepsi de tam demokrasi ile yönetilen bu ülkelerin hiçbirinde anayasa mahkemesi mevcut değil. İtalya, Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, İspanya ve Portekiz gibi gelişmiş demokratik ülkelerin de anayasa mahkemesi problemleri yok. Üstelik bu ülkelerin bir anayasa mahkemesi de var. Acaba sebep kalkınmış olmaları ve gelişmiş bir demokrasiye sahip olmaları mı? Olabilir, ama bir başka neden daha var: Bu ülkelerin hiçbirinde anayasa mahkemesinin oluşumu ve yetkileri bizimkisi gibi değil. Şimdi anayasa mahkemesinin bulunmadığı birinci grup ülkelerde yüksek mahkemeler var ve bunlar adli denetimin yanında idari ve anayasal denetim işlevlerini de yerine getirirler.

İkinci grup ülkelerde anayasa mahkemeleri adından da anlaşılacağı üzere ülkemizdekine benzer şekilde sadece anayasal denetimde bulunurlar. İster genel denetim yapan yüksek mahkeme sistemine, isterse özel anayasal denetim yapan anayasa mahkemesi sistemine sahip olsunlar, anayasa mahkemesi sorunu diye bir sorunu olmayan bu gelişmiş demokratik ülkelerde bizim ülkemizde olmayan bir şey var: Bu ülkelerin hepsinde yüksek/anayasa mahkemesi üyelerinin ya tamamı ya da büyük çoğunluğu toplumun genelini temsil kabiliyetine sahip organlar (parlamento, cumhurbaşkanı, başkan, hükümet gibi) tarafından atanmaktadır.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana kendisini yukarıda saydığım ülkelerin çoğunluğunun da içinde bulunduğu medeniyet alemi içinde mütalaa ettiğinden, o zaman Anayasa Mahkemesi sorunumuzun çözümü de bellidir: Birinci ve en temel çözüm Anayasa Mahkemesi’nin üye kompozisyonunun oluşumunda şu anda referanduma giden taslaktan da öteye geçmek gerekir. Yukarıdaki gelişmiş demokratik ülkelerin hepsinde olduğu gibi üyelerin ya tamamının ya da büyük çoğunluğunun Türkiye Büyük Millet Meclisi ve cumhurbaşkanı gibi doğrudan halkı temsil imkânı bulunan organlar tarafından atanmasını sağlamak. İkinci olarak adli, idari ve anayasal denetimler için ayrı ayrı özel temyiz mahkemeleri yerine, genel denetim yapan Yüksek Mahkeme sistemine geçmek. Ülkemiz yüksek mahkeme sisteminin cari olduğu teamül hukukuna dayanmadığından bu zor gibi, ama imkânsız değil. Çünkü bu sistemin bazı avantajları var. Her şeyden önce ekonomik avantajı var. Aynı işlevi bir mahkeme yapabilecekken, ikinci ve üçüncü bir yargı sistemi kurmak kaynakların verimsiz kullanımı demektir. İkinci avantajı, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlama şansı daha fazladır, çünkü mahkeme sayısının fazlalığı yargı üzerindeki siyasi ya da özel manipülasyon imkânını artırır. Son olarak yargı birliğini ve sadeliğini gerçekleştirmek gibi bir avantajı olacaktır. Söylediğim gibi Türkiye’nin siyasi ve hukuki geleneği bu sisteme geçiş önünde bir bariyerdir. Son zamanların popüler tartışması “Anayasa Mahkemesi kararının yok sayılması” önerisine özgürlükçü tavırlarıyla bilinen ve Anglo-Sakson sistemine de aşina olan akademisyenlerin bile karşı çıktığı düşünülürse dediğim zorluk anlaşılır. Halbuki bu imkânsız değildir, yani Anayasa Mahkemesi’nin değil kararını yok saymak, kendisini yok etmek bile mümkündür. Bu noktada, Anayasa Mahkemesi yerine kurulacak olan ve adli ve idari denetimin de uhdesine verileceği (yani Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin birleşeceği) bir yüksek mahkeme de anayasal denetim yapacaksa, ki yapması gerekir, o zaman bu sorun oluşturmayacak mıdır sorusu hemen akla gelecektir. Yukarıda değindiğim birinci çözüm (üyelerin en azından çoğunluğunun demokratik temsile dayanan organlarca tayini) ve yüksek mahkeme sisteminin üç avantajı sorun ihtimalini azaltacaktır. Bunun yanında, hukuk öğrencilerinin çok iyi bildiği üzere idare ve anayasa hukuku esas itibarıyla siyasi nitelik taşır ve somutlama derecesi azdır. Adli hukuk ise siyasi niteliği bulunmayan oldukça somut nitelikte bir daldır. Dolayısıyla, sadece idari ve anayasal denetim yapan bir mahkemeye göre, adli vaka denetimlerine de bakan bir mahkemenin somutlama düzeyi daha yüksek olacaktır ve bu da sorunları azaltacaktır.

Şüphesiz Türkiye’de Anayasa Mahkemesi sorunu yaşamamızın özel nedenleri vardır. Birinci ve en temel neden, bu Mahkeme’nin ülkemizin tabii demokratik evrimi neticesinde değil, bilakis demokratik sürece yapılan bir müdahale ile, yani 1960 darbe rejimi tarafından kurulmasıdır. İkincisi, Mahkeme’nin performansının kendisine darbe rejimleri tarafından verilen ve kamuoyunda “rejim bekçiliği” şeklinde anlaşılan işlevi aşamamasıdır. Üçüncü olarak, Mahkeme’nin, son kararda bizzat Başkan’ının da itiraf ettiği gibi, formel hukukçuların “yetki gasbı” ya da “yetki tecavüzü” dedikleri eylemlerde bulunmasıdır.

Son olarak da Mahkeme’nin açıkça hukuk dışı olan (yani yetki gasbı veya tecavüzü içeren) kararlarına karşı ciddi bir tepki ortaya konulmamasını (mesela yakında önerilen yok sayma gibi) söyleyebiliriz. Mahkeme’nin gayri hukuki kararlarına karşı ciddi bir tepki gelmemesinin şüphesiz anlaşılabilir nedenlerini göstermek mümkün: Siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları hâlâ yeterince güçlü değil, Türkiye kutuplaşmış bir toplum, yüksek bürokrasi hâlâ çok güçlü gibi. Kanımca bu hususta belirtilmesi gereken bir nokta da Mahkeme kararlarının bağlayıcılığına ilişkin ülkemizdeki yerleşik yanlış anlama. Nitekim bunu “Mahkeme’nin kararı yanlış, ama uymak durumundayız” ifadesinde görüyoruz. Elbette Mahkeme kararları herkesi bağlar. Lakin bu sadece Mahkeme kararları için değildir, genel işlevi olan bütün organlar için bu böyledir. Meclis bir yasa çıkarınca o yasa da herkesi bağlar. Kapalı alanda sigara yasağı gelmişse bu herkesi bağlar. Ahmet ya da Mehmet bundan muaf olamaz. Aynı şekilde Karayolları bir karar almışsa bu, bütün sürücüleri bağlar. Mercedes sahipleri bundan muaf olamaz. Dahası Mahkeme kararları herkesi bağlıyorsa Mahkeme’yi de bağlar. Daha önceleri verdiği kararda esas denetimine girme yetkisi olmadığını söyleyen bir Mahkeme, son iki kararında kendi kararına uymuyorsa, o zaman bu kararlara başkalarının uymasını istemek ne derece ahlakidir? Özetle, Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi sorununun çözümü, ülkemizin demokrasi standardının yükselmesi ve anayasa yargısı sistemimizin demokratik temsile dayandırılmasıyla mümkün olacaktır.

Zaman, 11.07.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et