Hükümetin son olaylar esnasında takip ettiği Libya siyasetinin “Türkiye’nin çıkarları”na uygun olduğunu en sonunda parlamento da onaylamış görünüyor. Peki ama, hükümetin vermeye çalıştığı izlenim gibi, bu siyasetin aynı zamanda “ahlâki” de olduğu söylenebilir mi? Hükümet bu meselede gerçekten de ahlâki bir siyaset mi izliyor?…
Ben şahsen “çıkar” arayışının her halükârda ahlâka aykırı olduğunu düşünenlerden değilim. Meselâ, herkesin hayatını idame ettirmekte meşru bir çıkarı vardır, bu yöndeki bir çaba kendi başına ahlâka aykırı değildir. Ahlâka aykırı olan, bu meşru amacı başkalarının “hakkı-hukuku” pahasına gerçekleştirmeye çalışmaktır.
Devlet çıkarı
Ne var ki, devletler söz konusu olduğunda “çıkar” arayışıyla ahlâkın karşı karşıya gelmesi ihtimali çok daha yüksektir. Çünkü, herşeyden önce, “devletin çıkarı” demokratik ülkelerde bile çoğu zaman yurttaşların çıkarlarını yansıtmaz. Devletin çıkarı denilen şey, en iyi ihtimalle, yönetenlerin halkın çıkarına olduğunu söylediği şeydir. Kaldı ki, “halk” türdeş bir varlık olmadığı için, yekpare bir “halk çıkarı”ndan söz etmek de nadiren gerçeği yansıtır. Ama devletin çıkarının sahiden de halkın çıkarını temsil ettiği istisnai durumlarda bile, bu çıkarın da (başka halklar için) hayırhah bir şey olmaması ihtimali vardır.
Devletin çıkarıyla ilgili olarak daha kötüsü, bunun çoğu zaman yurttaşların çıkarlarına hiç atıf yapmaksızın belirlenen, toplumdan bağımsız bir varlık olarak tasarlanan soyut “devlet”in çıkarı olmasıdır. Bizatihi devletin her ne pahasına olursa olsun bekasını ve tahkimini en üstün siyasi değer saydığı için, bu “hikmet-i hükümet”çi çıkar anlayışı ise sadece başka halklar için değil, devletin kendi tebası için de düşünülebilecek belki de en büyük riski oluşturur.
Tekrar somut duruma dönersek: Libya’ya ilişkin politikasını belirlerken hükümetin ahlâki mülâhazalardan çok “Türkiye’nin (iktisadi) çıkarları”nı göz önünde tuttuğunun birtakım işaretleri var. Başlangıçta, haklı olarak, “NATO’nun Libya’da ne işi var?” derken bu beyanının arkasında “Türkiye’nin çıkarları”nı koruma düşüncesi olmasa, hükümet kendi “ahlâkilik” iddiası ile tutarlı davranmış olurdu.
Böylece, askeri müdahaleye de kategorik olarak karşı çıkabilir ve Libya halkının özgürlük isteyen kesimine sivil-barışçı yollardan yardım etmenin yollarını da daha bir kararlılıkla arayabilirdi. Bu konuda tutarlı davranamadığı için de, hükümet dün “Libya’da ne işi var” dediği NATO’nun bugün bu ülkedeki askeri harekâtın komutasını almasını sağlamadaki “başarısı” ile övünmek gibi ironik bir görüntü vermektedir.
Hükümetin zikzakları
Türkiye’nin son haftalardaki Libya siyaseti bayağı zikzaklı bir seyir takip etmiştir. Hükümet bu meselede adeta “ne yardan ne de serden” vazgeçebildi. Nitekim, bir yandan Libya halkının özgürlük mücadelesine sempatiyle baktığı izlenimi verirken, öbür yandan “ne olur ne olmaz” diyerek, Kaddafi’nin temsil ettiği statükodan büsbütün vazgeçmeyi de göze alamamıştır.
Gerçi, başlangıçta bu kararsızlığın kısmen anlaşılabilir olduğu söylenebilir; çünkü Libya’daki vatandaşlarını sağ-salim tahliye edebilmek için bu ülkenin “iç işleri”ne müdahale eder bir görüntü vermemek gerekiyordu. Ama ne yazık ki, bu operasyonu gerçekleştirirken bile hükümet aklında hep “Türkiye’nin Libya’daki yatırımlarının geleceği”ni tuttuğunun işaretlerini vermeye devam etti.
Bu arada, hükümetin, Libya’ya askeri güç göndermesine izin veren tezkerenin parlamentoda “gizli-kapaklı” görüşülmesini sağlayarak “kamusal ahlâk”ı çiğnemekte bir sakınca görmemesi de bu ahlâkilik meselesinde anlamlı bir gösterge olsa gerektir. Ben bundan, hükümetin, kamunun haberdar olması halinde mahcup olacağı bazı davalar gütmekte olduğu sonucu çıkarıyorum. Ayrıca, bu ne biçim demokrasidir ki, dünya-alemin zaten bildiği hususları hükümet ve parlamento kendi halkından saklama ihtiyacı duymaktadır?…
26.03.2011, Star