Çok sevdiğim bir fıkra var. Adamın biri şehre inmiş. Gezmiş, dolaşmış karnı acıkmış. Ama cebinde parası yok. Lokantanın birinin camında bir afiş görmüş. “Burada yemek yiyenin borcunu torunu öder” yazıyormuş. Çok sevinmiş, hemen lokantaya dalmış. Ne yemek varsa sipariş vermiş, hepsini yemiş. Torunu ödeyecek ya. Tatlıyı da yiyip kalkacakken garson önüne hesap pusulasını koymuş. Adam “bu ne?” diye sormuş. Garson “borcunuz” demiş. Adam “ama camda ‘torunu öder’ diye yazıyor, niye bana hesap çıkarıyorsunuz?” diye sormuş. Garson da, “doğrudur efendim, bu hesap da zaten dedenizin borcu” demiş.
İşte Sosyal Güvenlik Sistemi tam da bu fıkrada anlatıldığı gibi işler. Aslında sistem böyle işlememek üzere planlanmıştır. Yani, insanlar çalışırken, gelecek günler için bir kenara bir miktar para biriktirecek, bu para, o kişi çalışıp tasarruf yaptığı müddetçe kazançlı işlere yatırılacak, müşkül günler geldiği zaman da getirisi kendisine maaş gibi ödenecek. Tabii bu sistemin böyle işlemesi için, sistemin üyesinin ödediği prim miktarının ve süresinin, ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar birikimde olması gerekir.
Böyle planlanan sistemi bazı elde olan ve olmayan uygulamalar/şartlar bozar. Bunlardan en masumu, insanların ömrünün, hesaplanandan fazla olması ve ortalama genel ömrün yükseliş trendinde olmasıdır. Türkiye olarak biz şu anda böyle bir durumu yaşıyoruz. Kadın-erkek karışık ortalama ömür Türkiye’de 78-80’e kadar çıkmış durumdadır. Uzun ömüre maaş yetirmek için, kişinin aktif olduğu ve prim ödediği miktar ve yılın üzerinde olduğu, devlet de bu yükün yüklenicisi olduğu için, bir başka yerden kaynak bularak maaş vermek zorunda kalıyor.
Sistemi bozan bir diğer faktör de, yeni yetişen genç nesle yeteri miktarda iş bulamamak sonucu, sisteme prim yatıran sayısının emekli sayısından az kalması durumunda devlet yine bir başka yerden kaynak aktarmak veya mevcut çalışan üzerindeki prim yükünü artırmak suretiyle bu sistemi yürütmeye çalışıyor.
Sistemi bozan bir diğer uygulama da, Türkiye’nin müzmin hastalığı politik popülizmdir. Yani, iktidara gelmenin en kolay yolu olarak siyasetçilerin, seçmene “erken emeklilik” vaadi vermesidir. Bunun en tipik örneğini 1991 seçimlerine giderken, o günkü muhalefet lideri olan Demirel’in, “bana oy verin sizi 20 yılda emekli yapayım” vaadidir. Seçmen bu vaadi satın almış ve partisi DYP iktidarın büyük ortağı, Demirel de Başbakan olmuştur. İlk yerine getirdiği vaat de bu olmuştur. Örneğin, Vagon fabrikası Çırak okuluna Ortaöğretim seviyesinden giren bir işçi, 15 yaşından itibaren sigortalı sayılmış ve 38 yaşında emekli edilmiştir. Fiilen toplam 20 sene prim üretmiş bir kişiye, 78 yaşına kadar yaşadığı düşünülürse, prim ödediği yılın 2 katı süre (hem de yüksek seviyeden) emekli maaş alma hakkı verilmiştir. Bu popülizmin faturası tabii ki ileriki yıllarda torununa çıkarılacaktır. Dedesinin aldığı o maaşları ödemek, 38 yaşında emekli olan işçinin torununa kalmıştır. Yani artık torunlar dedelerine maaş vermek için çalışmak zorunda kalmaktadır.
Sosyal Güvenlik Sistemi kurulurken hesap, fiilen çalışanlardan 4 kişinin ödediği SGK priminin 1 emeklinin maaşını ödemesi üzerinden yapılmış ve bu tutturulursa sistemin aksamadan yürüyeceği düşünülmüştür. Ama işte yukarıda saydığımız etken/faktör ve uygulamaların sonucu şu anda Türkiye’de 1,6 çalışan 1 emeklinin maaşını ödemek için çalışmaktadır. Yani torunlarımıza çok ağır bir yük bırakılmıştır.
Bütün bu faktörlerden daha tehlikeli olanı da, nüfus artış hızının, ömürlerin uzamasına göre düşük kalmasıdır. Yaşlı nüfusun, nüfus piramidindeki oranının artmasıdır. Yani önümüzdeki yıllarda, emeklilerimize maaş almaları için prim ödeyecek, işgücüne katılacak genç bulamama gibi bir tehlikemiz de var.
2001 ekonomik krizinden sonra, bu büyük karadeliği kapayabilmek için, zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanı Yaşar Okuyan’ın çabasıyla, yeni bir yasa çıkarılmış ve emekliliği kademeli olarak 65 yaşa çıkaran bir sitem kurulmak istenmiştir. Bu yasaya göre, yasa çıktığı anda emekliliği hak etmiş olan hemen emekli olabilecek, 1 yılı kalandan başlamak üzere, işe yeni başlayanlara kadar, yıl yıl kademeli bir sistem getirilmiştir. Bu arada prim ve yılı doldurduğu halde yaşını tamamlamamış olanlar için, prim ödemeden yaşlarını tamamlamaları, ancak o takdirde emekli olabilecekleri hükmü getirilmiştir. İşte bu gruba girenler, kendilerine Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) ismini vermiş ve bir araya gelerek baskı grubu oluşturmak üzere çaba sarf etmişlerdir. Amaçları, çalışma süreleri ve ödedikleri prim miktarı ile emekliliği hak ettikleri, dolayısıyla yaşı beklemeden erkenden emeklilik hakkı elde etmektir. Ama bunun, torunlarının üzerine daha büyük borç yükü bırakmak anlamına geldiğini düşünmemektedirler.
Son yapılan 24 Haziran genel seçimlerinden önce, Akparti haricindeki bütün partiler, “EYT’lilerin sorunları, onların istediği şekilde çözülecektir” şeklinde vaatler vermişlerdir. Yerel seçimler yaklaşırken de bu partiler mecliste harekete geçmişler ve konunun mecliste ele alınması için çaba sarf etmişlerdir. Kanunun çıktığı tarihte hükümetin ortağı olan MHP grubu da önce bu tuzağa düşmüş, daha sonra Bahçeli’nin basiretli davranışı sayesinde ülke büyük bir badireden kurtulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. Maddesi, devletin “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir” demiş ve 4. Maddeyle de, 2. Maddenin değiştirilemez, hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez olduğunu hüküm altına almıştır. Devlet, sosyal güvenlik yükümlülüğüne işte anayasadaki “sosyal devlet” olma şartından dolayı girmektedir. “Sosyal devlet” özelliğinin kaldırılması 4. Maddeden dolayı düşünülememektedir. Ama bu özellik, devletin bekasını da tehlikeye sokmaktadır. Birileri anayasaya o “teklif dahi edilememezlik” tehdidini koyduğu için de, “devletin artık sosyal olma özelliğini kaldıralım” gibi bir teklife kimse cesaret edememektedir. “Demokratik” özelliği tamam, başka şekli artık düşünülemez, “lâik” özelliği de kahir ekseriyetle kabul görmüş, orada da problem yok, “hukuk devleti” olma özelliğinin aksi, yokluğu zaten düşünülemez bile. Ama “sosyal devlet” olma özelliği neden diğer maddelerin arasına sokulmuş, anlaşılır gibi değil. Devletimiz bu yüzden iflas edecek ama biz o maddeyi değiştirmeyi düşünemeyeceğiz bile. Akıl alır gibi değil ama maalesef böyle.
Sadece şikayet etmeyip çözüm de önermek lazım. Kabul edelim ve “sosyal devlet” özelliğini de muhafaza edelim ama devletin “sosyal” olma özelliğini bir sınırlamaya tâbi tutalım. Mesela, “sosyal devlet, vatandaşın zihinsel engellilerin tamamını, bedensel olarak %50’den fazla engeli olanını, anne ve babası olmayan yetim ve öksüzleri korumakla yükümlüdür” gibi sınırlandırma yapılabilir. Sağlık ve emeklilik sistemi ise tamamen devletin kontrolünde özelleştirilir. Bunun için de, devlet şu andan itibaren işe başlayanların kayıtlarını tutar ama primlerini özel bir sigortaya yatırmaları şartını getirir. Aynı bugünkü SGK prim beyannamesinin bir benzerini, yani özel sigortaya da para yatırılıp yatırılmadığını, aynı yaptırımlarla takip eder. Kişinin özel sigortayla kaç yılda emeklilik hakkı kazanacağının hesaplamasına karışmaz. İster yüksek prim ödeyerek 10 yılda, isterse düşük prim ödeyerek 40 yılda emekli olur. Bu tamamen sigortayla sigortalı arasındaki anlaşmaya bağlı olur. Devlet bu anlaşmanın sadece takibini yapar, vatandaşının kandırılmasının önüne geçer.
Şu anda halen çalışıyor olup da, bugüne kadar devlete prim ödemiş olan aktif işçileri de bir son tarih vererek, özel sigortalarla anlaşma yapma şartı getirir. Bugüne kadar işçilerin ödemiş olduğu primleri, devlet, özel sigortayla anlaşma yaptığı tarihte o işçinin adına özel sigortaya aktarır. Bundan sonrasına karışmaz. Yine kaç yılda emekli olacağına işçiyle sigorta beraber karar verir. Devlet, sigorta şirketlerinin, primleri ve işçilerin ileriki haklarını garanti edip etmediğini kontrol etmek üzere, sigorta şirketlerinin, bu fonları reesüre edip etmediğini sıkı bir şekilde takip eder.
Son kalan kısım ise mevcut emekliler. Primlerinin tamamını devlete ödemiş ve artık devletten maaş almaya başlamış, şu andaki sayıyla 11 milyon emekliye devlet, bu sayı tükeninceye kadar maaş ve sağlık hizmetlerini vermeye devam eder. 2018 yılı itibariyle, bütçeden Sosyal Güvenlik Sistemine aktarılan 88 milyar da kademeli olarak bütçede kalmaya başlar. Zamanla da vergi mükelleflerinin üzerinden bu yük kaldırılır. Artık torunlar dedelerinin borcunu ödemek için canları çıkmaz, kazandıkları paranın çoğu kendilerine kalır. Sanıyorum çözüm budur.
En ders verici atasözlerinden biri “zararın neresinden dönersen kârdır” sözüdür. Ama bu söz bana biraz eksik gelir. Doğrusu şöyle olmalı: “Zararın ‘en erken’ neresinden dönersen kârdır.”
Not: Önerdiğim sistemin eksik kalan yanları için yapıcı eleştirileri de beklerim.