Son anayasa değişikliğine ilişkin 12 Eylül’de yapılacak referandumla ilgili olarak gerek siyasal partiler arasında gerekse toplum içerisinde görülen kutuplaşma Türk toplumunun ideolojik karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Toplumun hemen her kesiminin yıllardır yakındığı, değiştirilmesi gerektiğini defalarca dile getirdiği 1982 Anayasası’nda değişiklik yapılmasına muhalefet karşı çıkıyor; vatandaşın “hayır oyu” vermesini istiyor. Gerekçesi ise Anayasa değişikliği paketi ile “AK Parti zihniyetinin” Devletin Kurumlarını ele geçireceği endişesi. Bu endişe aynı zamanda bir itiraf. Devletin Kurumlarına şu ana kadar başka bir zihniyetin, “muhalefetin zihniyetinin” hâkim olduğunun bir itirafı.
Zaten çok da gerilere gitmeye gerek yok. AK Parti İktidarı boyunca yaşananlar, Ergenekon Davası’na konu olan darbe teşebbüsleri, 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sayın Abdullah Gül’ün önünü kesmek için ortaya atılan 367 koşulu ve verilen 27 Nisan e-muhtırası, AK Parti’nin kapatılması için açılan dava, son dönemde Anayasa değişikliklerine ilişkin kanun tekliflerinde Anayasa Mahkemesi’nin şekil değil, içerik yönünden anayasaya uygunluk denetimi yapması, hatta son Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifinin hukuk alanında işlerlik kazanmadan önce (referandumdan önce) anayasaya uygunluk denetiminin yapılması gibi örnekler Devletin ideolojik işleyişinin bariz olan son örnekleridir.
OLİGARŞİK ZİHNİYET ENGEL
Devlete hâkim ideolojinin bu tür antidemokratik engellemelerine maruz kalan AK Parti iktidarı ise, Devlet Kurumlarında egemen olan bu “statükocu oligarşik zihniyetin” demokratikleşme ve özgürleşme konusunda engeller çıkardığını, Anayasa değişikliğinin bu engelleri ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu savunarak “evet oyu” istiyor. On yıllardır seçilenlerin gerçek anlamda muktedir olamadığı, atanmış (asker-bürokrat-yargı) devlet seçkinlerinin iktidarı kendi zihniyetlerinden olmayan seçilmişlere bırakmaya yanaşmadığı, hatta gerekli gördüklerinde onların hükümet etmelerini engellemek için siyasete müdahale ettikleri Türkiye’de, AK Parti’nin özgürleşme ve demokratikleşmenin önünde “statükocu oligarşik zihniyeti” engel olarak gösteren söylemi toplumun büyük bir kesimi için oldukça haklı ve ikna edici görünüyor. Ancak aynı toplum kesimlerinin muhalefetle paylaştıkları bir endişeleri de yok değil: Acaba demokratikleşme ve özgürleşme söylemi altında AK Parti kendi zihniyetini mi devlete hâkim kılmak istiyor?
Bu koşullarda Anayasa değişikliği ile ilgili referandum maalesef Devletin Kurumlarına “hangi zihniyetin” egemen olacağı meselesi olarak algılanır duruma geldi. Bu bakış açısıyla da toplumda kutuplaşmanın olmaması, hatta bu kutuplaşmanın referandum sonrasında da devam etmemesi imkânsız görünüyor. Oysa Anayasa değişikliğinin, Devletin Kurumlarına hangi ideolojinin hâkim olacağı meselesi olarak değil, daha demokratik, daha adil ve daha özgürlükçü bir toplumsal ve siyasal düzen oluşturmak için fırsat olarak görülmesi gerekirdi.
Ne yazık ki, Türk toplumunun ideolojik karakteri ve bunun sonucu olarak devleti ideolojilerin ele geçirip onun aracılığıyla toplum üzerinde hâkimiyet kurdukları bir araç olarak gören genel zihniyet, meseleye demokratikleşme ve özgürlük açısından bakmayı engelliyor.
Oysa Türk toplumunun yaşayarak elde ettiği tecrübeler gösteriyor ki, demokratikleşme ve özgürleşmenin önündeki en büyük engel ideolojik devlettir. Devlet ve kurumlarına herhangi bir ideolojinin hâkim olması demek, o ideolojiyi paylaşmayanların gözünde devletin meşruiyetini kaybetmesi demektir. Dahası devlet gücünün kullanılarak bir ideolojinin tüm topluma dayatılması, o ideolojiyi paylaşmayanların nezdinde özgürlük ve eşitlik duygusunu zedeler. Bu yüzden ideolojik devletin baskıcı olması, özgürlük ve eşitlik duygusunu zedelemesi ve devletin meşruiyetini sorgulanır hale getirmesi kaçınılmazdır.
İDEOLOJİK DEVLETTEN ARTIK KURTULMAK GEREK
Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda devletin; ideolojiler, yaşam biçimleri, inançlar, kimlikler vb. konularda yansız olması gerekir. Devlet bir ideolojinin hâkim olacağı ve topluma kendi egemenliğini dayatacağı bir aygıt değildir; herkesin yaşamla ilgili kendi inanç ve değerlerine göre özgürce yaşayabilmesi için gerekli tedbirleri almakla mükellef bir aygıttır. Bu yüzden, devletin destekleyip koruyacağı değerler, herkesin benimseyeceği özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi ve ulusal kimlik gibi ortak değerlerdir.
O halde, Anayasa değişikliğine giderken, devletin hiçbir ideolojinin aygıtı olmayacağı, ancak demokrasinin, adaletin, herkesin özgürlük ve eşitliğinin güvencesi olacağı konusunda toplumsal bir mutabakat sağlanması gerekirdi. Maalesef siyasi partiler arasında böyle bir mutabakat sağlanamadı. Ancak gelinen noktada AK Parti İktidarının, Devleti kendi ideolojik aygıtına dönüştüreceği konusundaki endişeleri gidermesi gerekir.
TOPLUMSAL MUTABAKAT ŞART
Anayasa değişikliğiyle asıl hedefinin daha fazla özgürlük ve demokratikleşme olduğuna, kendinden öncekilerin yaptığı gibi devlet aygıtına kendi ideolojisini hâkim kılma peşinde koşmadığına halkı inandırması gerekir. Böyle bir strateji “evet oylarını” arttıracağı gibi, siyasi partiler düzeyinde sağlanamayan mutabakatın toplumsal düzeyde gerçekleşmesine katkıda bulunacak ve toplumsal kutuplaşma ve gerilimi azaltacaktır. Aksi halde devleti, ideolojilerin onun aracılığıyla kendilerini topluma dayatacakları bir aygıt olarak görmeye devam etmek, Türkiye’de demokratikleşme, özgürlük ve meşruiyet sorunlarının dolayısıyla ideolojik kutuplaşma ve gerilimin devam edeceği anlamına gelir.
Yeni Şafak, 04.08.2010