Demokratik teamüllerin yerleştiği ülkelerde muhalefet partilerinin eli siyaseten iktidar partisine oranla daha rahattır. Çünkü, iktidar partileri iktidarda olmanın etkisi ile hem mental bir yorgunluk yaşar hem de icranın başı olarak yaşanan sorunlardan birinci derecede sorumlu oldukları için yıpranırlar.
Muhalefet ise hem muhalefette olmanın konforu hem de ‘sırtlarında da yumurta küfesi taşımadıkları’ için hükümetleri rahatlıkla eleştirebilir.
Ancak, muhalefetin bu konumun hakkını verebilmesi ve iktidarı rahatsız edebilmesinin olmazsa olmaz şartı DOĞRU-HAKLI-İLKELİ olmaktan geçer. Ortaya atılan iddialar kolaylıkla YALAN-YANLIŞ-İFTİRA olarak itham edilerek savuşturulamamalı ve toplum nezdinde de bu iddialar ÇİFTE SATANDART-KEYFİLİK hissi uyandırmamalıdır.
Elbette ki iktidarlar da muhalefetin iddialarını boşa çıkaracak her yolu deneyecektir.
Muhalefet partilerinin iddiaları ile seçmenlerin tamamının ikna edilebileceğini düşünmek de doğru değildir.
Bugün demokratik ülkelerin hepsinde partilerin kökleşmiş ve hemen her şart altında partisine sadık seçmenleri var. Bu nedenle muhalefetin hedefi bu kemikleşmiş kitleden ziyade yüzer oy dediğimiz partizanlaşmamış seçmenlerdir.
İşte burada doğruluk, haklılık, ilkelilik ön plana çıkar. Eğer siz olaylara bu çerçevede ve çifte standarda düşmeden yaklaştığınıza dair seçmeni ikna edebilirseniz başarılı olma ihtimaliniz de o derece artar.
Ülkemizdeki oy verme alışkanlıkları üç aşağı beş yukarı biliniyor. Muhafazakâr oy tabanı yüzde 50 civarında iken Sol-Kemalist çizgi yüzde 30 ve milliyetçi partilerde en fazla yüzde 20’lik (MHP ve HDP) bir potansiyele sahiptir. Bu dağılıma rağmen partilerin içinde farklı oranlarda olmakla birlikte genel kitle içinde –bu şahsi tespitim- yüzde 10-15’lik bir yüzer oy var. Ve yine kanaatimce iktidarın kim olacağına ve seçim sonuçlarının nihai şekline de bu kesim karar veriyor.
Ve bu kesimi etkilemenin yolu da bir partinin kendi tabanını etkilemesi gibi olmamakta.
Bu yüzer oylar çok farklı sebeplerle oy tercihlerini değiştirebiliyor. Sanırım bunlara girmeye gerek yok. Geçen yıllardaki seçimler hatırlandığında ne demek istediğim anlaşılabilir. Ak Parti’nin kazandığı hemen her seçimde bu kitle nasıl başat rol oynamışsa 15 Haziran seçimlerinde de rol oynamıştı.
Ve önümüzdeki yıllarda da seçim kazanmanın tek yolu bu kitleyi doğru etkilemekten geçiyor.
***
2019 seçimlerine start verildiği bugünlerde seçimin bir tarafı belli: Ak Parti-MHP-BBP koalisyonu.
Henüz karşısında nasıl bir ittifak ya da kimlerin çıkacağı ise belli değil.
Koalisyonları kaldıracağı iddia edilen bir sistem ironik bir şekilde daha ilk hamlede Türkiye’yi koalisyonlara mahkum etmiş durumda. (Bunun kaçınılmaz olduğunu yazmıştım.)
Görünen o ki AK Parti-MHP koalisyonunun oyu kağıt üstünde yüzde 50’yi geçse de sandıkta işi o kadar kolay değil. Çünkü iki partinin de seçmeni olmakla birlikte oy verme gerekçeleri farklı olan bir kitle var ve bu kitlenin varlığı sebebi ile ortak adayın yüzde 50’yi geçmesi garanti değil.
Bu koalisyonun büyük şansı karşısındaki muhalefetin yukarıda saydığımız muhalefetin asıl gücünü oluşturan özelliklerin çoğuna sahip olamamasında yatıyor. Muhalefet partilerinin (MHP artık iktidar partisi durumunda) ciddi anlamda İNANDIRICILIK sorunları ve ilkesellikten uzak bir tutumları var.
Muhalefetin, iktidarın ve Erdoğan’ın yıprandığı bir süreçte dahi bu yüzergezer oyları cezbedecek bir siyaset üretememesi oldukça yazık. Çünkü bu durum sadece muhalefete değil iktidara da zarar vermekte ve hatalarını görüp, düzeltmesini güçleştirmektedir.
***
Türkiye en basitinden eğitimde reform yapmaya çalışıyor ancak muhalefet bu konuda sadece iktidara vurmakla yetiniyor. Halbuki yalnızca eleştirmek değil ortak bir noktada buluşmak da amaç olmalı. Sadece laiklik vurgusu yapılarak eğitimin sorunları çözülemez. Gel gelelim CHP pek çok konuda hala 28 Şubat sendromunu aşabilmiş değil.
Anlaşılan o ki yeni sistemi en hızlı ve en çabuk kavrayan MHP ve Bahçeli oldu. CHP ve bir kısım AK Partili ise hâlâ seçim sisteminin değiştiğinden habersiz görünüyor.
Böyle muhalefet düşman başına…