Müfredat tekeli kırılmalıdır

Türkiye’de eğitim -bir bilim dalı olarak- özellikle darbe süreçlerinde devletin tekeli altına alınarak sadece resmi ideolojiyi transfer eden bir aracı durumuna indirgenmiştir.

Türkiye’de eğitim alanında yapılan birçok araştırma “devletin eğitime müdahalesini haklı görenleri” yanıltıyor. Bilindiği gibi ülkemizde eğitim hizmetleri büyük ölçüde devlet tarafından finanse edilmekte ve üretilmektedir.” Devletin demir çelik üretimi yapmasına, bu üretimisübvanse etmesine ve denetlemesine büyük bir çoğunluk karşı çıkarken, söz konusu eğitim olunca bu defa aynı çoğunluk tam tersi görüşleri savunmaktadır.” (M. Çokgezen; Liberal Düşünce, Kasım 2008) Peki, Türkiye’de eğitimi bu denli özel ve önemli kılan düşünce ne olabilir?  Albert Jay Nock; “Devlet okullarının iyi birey yetiştirmekten çok iyi vatandaş yaratmakla ilgilendiğini” ifade eder. Eğitime neden devlet tarafından müdahale edildiğini sorgulayan John Lott ise; “Devletin eğitim hizmetlerinin halkı kontrol etmede maliyeti düşüren bir mekanizma olduğundan” bahseder. Türkiye’de eğitim bireyin kendi başına bir değer olarak algılandığı, tanındığı ve saygı duyulduğu bir anlayışı geliştirmekten çok -Nock’un da ifade ettiği gibi- iyi bir vatandaş yaratma yolunda işlev görmektedir. Bu bakımdan yıllardır sosyal, siyasal, ekonomik, bilim, sanat ve teknoloji alanlarında ciddi ilerlemeler kaydedemedik.

Türkiye’de eğitim -bir bilim dalı olarak- özellikle darbe süreçlerinde devletin tekeli altına alınarak sadece resmi ideolojiyi transfer eden bir aracı durumuna indirgenmiştir. Örneğin 60 darbesi üniversitelerin ancak devlet eliyle kurulabileceği şartını dayatmıştı. Bu durum özel teşebbüsün eğitim alanındaki tüm girişimlerinin de önünü tıkamış oldu. . Ne var ki devlet kıt imkânlarıyla bu yükün altından kalkamadı. Neticede bu ülkenin çocuklarına ne kaliteli bir ilköğretim sunabildi ne de üniversite eğitimi… Sonuçta devlet, eğitim alanında kötü bir performans ortaya koydu. Üniversiteleri bilim üreten mekânlar olmaktan çok ideolojik kamplara dönüştüren YÖK’ün kurulmasıyla da ülkede hem hür fikirlerin gelişmesi engellendi hem de bilim, sanat, edebiyat, fen ve teknoloji alanlarında ciddi gerilemeler kaydedildi.

Yüksek maliyet, düşük kalite

Kişi başına düşen harcama miktarının, devlet okullarında, özel okullara göre daha yüksek olmasına karşılık, eğitim kalitesinin devlet okullarında çok düşük olduğu görülmektedir. Bugün yapılan birçok araştırmada devlet okullarının başarısının özel okullara göre çok düşük olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin 2003 yılında açıklanan Uluslararası Öğrenci Başarısını Belirme Programı PISA’nın verilerine göre devlet okulları okuma, problem çözme, fen ve matematik alanlarında özel okulların bir hayli gerisinde gözükmektedir. Dünyanın önde gelen ölçme değerlendirme kurumlarından biri olan CITO’nun Türkiye biriminin geliştirdiği Öğrenci İzleme Sistemi’nin Eylül 2007 sonuçları da bundan pek farklı değildir.
CITO Türkiye Öğrenci İzleme Sistemi (ÖİS) ayrıca “ilköğretime başlayan öğrencilerde eğitime “hazır bulunuşluk” açısından bir sorun olmadığı; ancak eğitim süresince, sınıf düzeyi yükseldikçe, üst düzey düşünme becerilerini edinemedikleri” raporunu da sunmuştur.(CITO Eğitim; Kuram ve Uygulama, sayı: 4)

Araştırmalar devletin eğitime müdahalesinin haklı bir gerekçesi olmadığını kanıtlamaktadır. Türkiye’de devletin eğitimi tekelinde tutmasının, eğitimin egemen ideolojiyi aktaran bir araç haline getirilmesiyle yakından bir ilgisi bulunmaktadır. Oysa eğitim; “bireyin anlam arayışı yolunda beyninin, yüreğinin ve elinin özgürleştirilmesidir. Eğitim bir sınır koyma uğraşısı değil, ufukları genişletme çalışması olmalıdır. İnsanoğluna yakışır bir eğitim, korkudan bağımsız bir eğitimdir. Korku dolu birey, özgür düşünme gücünü yitirir. Birey özgürlüğünü yitirince yeteneklerin de yitirir.”(Muhsin Hesapçıoğlu; Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Eğitim İdeolojisi)

Devlet eğitimde rekabet etmeli

TÜRKÖZOKBİR’e göre (Özel Okullar Birliği) bugün Türkiye’de okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim olmak üzere toplam 2.353 özel okulda; 38.794 öğretmen, 344.769 öğrenciye eğitim vermektedir. Bu oran devletin eğitim kurumlarıyla karşılaştırıldığında bir hayli azdır. Türkiye’de özel okulların da müfredatını ve denetlemesini devlet yapıyor. Bu durum doğası gereği sürekli çocuklarına daha kaliteli bir gelecek yaratma çabası içerisinde olan ebeveynlerin önünde çokta fazla bir seçenek imkânı bırakmıyor. Bunun için eğitimin ciddi bir reforma ihtiyacı vardır. Öncelikle özel okulların açılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekmektedir. En önemlisi de müfredat tekeli mutlaka kırılmalıdır.

Özel okuldan Özgür Eğitim-sen’in yayımladığı bir raporda ifade edildiği gibi, “ekonomisiyle, müfredatıyla, ders kitaplarıyla devletten tamamen bağımsı” okullar kastedilmektedir. Devlet bu okulların müfredatlarını sadece insan hakları açısından denetleyebilmelidir. Bunun dışında okullar istedikleri müfredatı hazırlayıp topluma sunabilmelidir. İsteyen ideolojik parasız okul da açabilir. Cemaatler kendi diî inançlarına yönelik ve kendi dillerinin de öğretildiği eğitim de verebilirler. Arz talep meselesi… Bugün var olan özel okulların müfredatını dahi devletin belirlediğini ifade etmiştik. Aslında bu tekel kalkmalıdır. Türkiye’de yaşayan farklı kesimler, cemaatler vs. müfredatlarını ve eğitim politikalarını kendileri belirlemesi kaydıyla okullarını açabilmelidir. Neticede talep bulan okul devam eder, talep bulamayansa kapanır. Devlet okulları da olmalı ve işlevlerine devam etmelidir. Ve bu resmî okullar diğer özel okullarla rekabet edebilmelidir. Türkiye’de çeşitli eğitim kurumlarının kendi aralarında yapacağı rekabet hem eğitimin maliyetini düşürecektir hem kalitesini arttıracaktır hem de özgür düşünce kanallarını alabildiğine açacaktır.

Özel okulların bu çerçevede ele alınıp önündeki engellerin kalkmasıyla anadilde eğitim tartışmaları, zorunlu din dersi tartışmaları, İmam Hatip Lisesi tartışmaları da büyük oranda bitecektir. Diğer taraftan özel okula giden her öğrencinin devlet okullarındaki öğrenci yoğunluğunu hafifleteceği ve devlet okullarındaki öğrencilerin daha iyi bir eğitim almalarına imkân ve fırsat vereceği de göz ardı edilmemelidir. Devlet vatandaşını kafasına göre biçimlendirebileceğine ve bunda da hakkı olduğuna inanıyor. Vatandaşa etnik kimlik, ana dil, din, yaşam biçimi tercih edip dayatmaya kalkıyor. Oysa insanlar devletin kendi tercihlerine saygılı olmasını istiyorlar. Yurttaşlarının etnik kimlik, dil, din gibi tercihlerindeki farklılığa saygı duyup bunlar arasında ayrım yapmadan, hakemlik yapmasını istiyorlar.

Kendine güvenen, ülkesinde yaşayan kendi ırkından, renginden, mezhebinden ve inancından olmayanlarla önyargısız kurduğu sağlam ilişkilerin geliştirilmesine imkân sağlayan, birlik ve kardeşlik duygularını bilinçli bir şekilde yaşayan aklı başında bireylerin var olması için eğitim alanında mutlaka aşılması gereken engelleri aşmak durumundayız. Demokratik dünyanın geldiği bu noktada çocuklarımıza hayata asker gözüyle bakmalarını sağlamakla ne bilimde, sanatta, ekonomide ne de insan hakları alanlarında bir ilerleme sağlayabiliriz. Farklı kültürlerin, renklerin, ırkların ve inanç türlerinin var olduğu bir coğrafyada tek tip düşünce tarzını ve eğitim politikalarını alabildiğince tartışmak ve çözüm önerileri üretmek durumundayız…

17.12.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et