Milli Demokratların Tarihsel Rolü

15 Temmuz’dan bu yana doğru düzgün bir muhasebe yapmak pek mümkün olmadı. Koca bir ülkenin, tüm kesimleriyle uçurumdan dönmesi ve darbe başarılı olsaydı binlerce insanın hayatının yok olması, milyonlarcasının ise kararması ihtimalinin verdiği dehşet hissini atlatmak kolay değil zira. Ancak, ülkenin çok önemli bir halk oylamasına gittiği şu süreçte biraz durup, soluklanıp sakin değerlendirmeler yapmak gerekiyor.

Öncelikle halk oylaması kampanya sürecinin demokrasimizin olgunluğuna ilişkin bir kanıt olduğunu söylemek gerekiyor. Diktatörlük denilen, kutuplaştığı iddia edilen ülkede, tarafların sahada açıkça kendi görüşlerini savundukları ve kampanyalarını yürüttükleri bir ortama tanıklık ediyoruz. Hem de darbe teşebbüsünü yeni atlatmış, terör saldırılarına maruz kalan, ciddi bir travma yaşayan ve OHAL olan bir ülkede…

Milletin nasıl yönetilmek istediğinin millete sorulduğu bir süreci böylesine bir olgunlukla geçirmek gelecek açısından umut veriyor. Aslında demokratik olma iddiası da bunu gerektiriyor. Şöyle düşünün: Ülkenin hükümet sisteminin değiştirilmesi öngörülüyor. Bu değişiklikle, milletin egemenlik hakkını kullanma alanı genişletiliyor ve sadece yasama organını değil, aynı zamanda yürütme organını da direkt belirleyebileceği bir düzenleme getiriliyor. Bu düzenlemenin uygun olup olmadığı yine direkt olarak milletin kendisine soruluyor. Yani hem usule hem de esasa ilişkin olarak demokrasinin ilkelerine riayet ediliyor. Bunlara ilaveten, bu değişikliği destekleyenler ile buna karşı çıkanlar sahada rahatlıkla kampanyalarını yürütebiliyorlar.

Meselenin tarihsel boyutu ise daha değerli. Türkiye tarihinde ilk defa millete, nasıl yönetilmek istendiği soruluyor. Bu durum, tarihsel değeri bir yana, Türkiye’nin geleceği açısından bir işaret veriyor: Türkiye kendi milli demokratik düzenini, kendi tarihî tecrübesinden yola çıkarak kuruyor. Siviller ilk defa böyle bir sorumluluk alırken, bu gelecekte ‘millet’ ana aktör haline geliyor ve demokratik alan genişliyor.

15 Temmuz öncesi ve sonrası süreç, Türkiye açısından iki faktörün harekete geçmesine sebebiyet verdi. Bunlardan ilki demokratik güçlerin hareketiydi. Vesayete karşı, siviller demokratik adımlar atılması gerektiğinin farkındaydı ve öyle de oldu. Vesayetin her hamlesine demokratik açılımlarla karşılık verildi ve egemenliğin asıl sahibi olan milletin hakemliğine gidildi. Zira, millet, 15 Temmuz gecesi demokrasisine kendi elleriyle sahip çıktı ve bir geriye gidişin artık kabul edilemeyeceğini gösterdi.

İkinci faktör ise özellikle uluslararası sistemin adaletsizliklerine karşı evrensel kabul edilen değerlerin yerelde hükmedici hale getirilmek istenmesiyle harekete geçti. Hukukun üstünlüğü, adalet, barış, insan hak ve özgürlükleri gibi evrensel değerlerin uluslararası sistemde bir karşılık görmediği anlaşıldı ve bunları hükmedici hale getirmek için Batılılaşmak ya da Doğululaşmak gibi herhangi bir şeye dönüşmek gerekmediği; yerelliğimiz yani milliliğimiz içinde de bu değerlere saygı duyabileceğimiz, onları sahiplenebileceğimiz görüldü. Böylelikle aslında dışarının hegemonyasına karşı bir duruş ve onların sahip çıkar gibi yapıp aslında umursamadığı bu değerleri sahipleniş etkili bir hareket haline geldi.

Bugün Türkiye, kendi tarihî tecrübesinden hareketle kendi demokrasisini inşa ediyor. Başrolü millet üsleniyor ve sadece bu bile kendi başına oldukça değerli. Bu demokrasinin eksikleri veya kusurlu tarafları olabilir ve bunlar zamanla telafi edilebilir, düzeltilebilir; ancak böylesine tarihî bir inisiyatif bir daha elde edilemeyebilir. Türkiye’de siviller, yani millet ilk defa kendi demokrasisini inşa ederken buna sahip çıkmak hem milliliğin hem de demokratlığın gereği olarak karşımızda duruyor; yani ‘millî demokratlar’ın bu süreçte üzerlerine düşen bu tarihsel görevi yerine getirmesi ve Türkiye’de siviller dönemini başlatmaları gerekiyor.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et