Türkiye’de kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin birer sivil toplum kuruluşu olup olmadığı tartışma konusudur. Her şeyden evvel gerek meslek örgütlerinin kuruluş amaçları ve gerekse demokrasiye karşı geliştirdikleri tutum ve tavırlar dikkate alındığında bu tür kuruluşların bir ‘sivil’ örgüt olmaktan daha çok statükonun korunmasına hizmet ettiği görülmektedir…
TBMM Genel Kurul’unda görüşülen Torba Yasa Teklifi ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) harita, plan, etüt ve projelerine parasal bedel karşılığı verdiği vize yetkisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçmesini sivil topluma vurulmuş bir darbe olarak yorumlayanlar oldu. Türkiye’de kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerin birer sivil toplum kuruluşu olup olmadığı tartışma konusudur. Her şeyden evvel gerek meslek örgütlerin kuruluş amaçları ve gerekse demokrasiye karşı geliştirdikleri tutum ve tavırlar dikkate alındığında bu tür kuruluşların bir “sivil” örgüt olmaktan daha çok statükonun korunmasına hizmet ettiği görülmektedir. Bilindiği gibi meslek örgütleri Tek Parti Dönemi’nin ve 1961 Anayasası’nın getirdiği vesayetçi düzenin ve yönetim yaklaşımının bir uzantısıdır.
Sistemi korudular
1950 sonrası dönemde meslekler ve meslek kuruluşları 1960 askeri darbesi sonrasında yürürlüğe konulan 1961 Anayasası’yla anayasal statü tanınmıştır. Mesleki örgütler 1982 Anayasası’yla da korunmuş ve bu kapsama dâhil edilen meslek örgütleri git gide yaygınlık kazanmıştır. 1961 yılından itibaren ciddi bir reform yapılmayan mesleki örgütler vesayet sistemin korunmasında da öncü roller üstlenmişlerdir. Kimilerine göre bir sivil toplum örgütü olarak tanımlanan meslek kuruluşların askeri darbeler döneminde cuntanın sivil iktidarları devirmek için birer üs olarak kullandığı bilinen bir gerçektir. Örneğin 28 Şubat sürecinde TESK ve TOBB sivil hükümetin devrilmesinde ve yerine askerin arzu ettiği bir hükümetin kurulmasında aktif rol oynadılar.
Keza Ömer Dinçer’in 2003-2004 yıllarında “Rönesans olmadan reform olmaz” diyerek Türkiye’de tıkanan bürokrasiyi rahatlatmayı, devlet ve halk arasındaki karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmayı, bürokratik verimliliği arttırmayı, insanların yaşam kalitesini yükseltmeyi en önemlisi de insan hak ve özgürlüklerini genişletmeyi hedefleyen “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nınkısacası yerel yönetimlerin güçlenmesini sağlayacak bir reform paketine de başta KES, DİSK,TMMOB, TÜRMOB, TTB, ADD gibi kuruluşların başını çektiği birçok yapılanma tarafından “geleceğin ipotek edilmesi” olarak nitelendirilmiş ve çok ciddi eleştiriler getirilerek bu reformun rafa kaldırılmasına neden olunmuştu. Benzer kuruluşlar bu tür demokrasi karşıtı tavırlarını gerek başörtüsü serbestliği sağlayacak olan yasa tasarısı görüşülürken gerekse katsayı gibi adaletsiz uygulamalarda da göstermişlerdir.
Darbeciyle işbirliği
Oysa Sivil toplum, tabiatı gereği insan haklarının hiçbir gerekçeyle ihlâl edilemeyeceğini ve insanların sahip olduğu onurun, inancın, kimliğin, değerlerin ve hayat tarzlarının hiçbir irade, ideoloji ya da otorite tarafından yok sayılamayacağını ve baskı altına alınamayacağını savunur. Ve böylesi bir sorumlulukla özgürlükçü düşüncenin gelişmesinde aktif rol oynar. Baskı ve zora karşıdırlar. Bu bakımdan bugün Türkiye’de kanun zoruyla kurulan ve her dönem darbecilerle işbirliği içerinde bulunan ayrıca zorunlu üyelik esasına dayanan ve rekabetçi piyasa ortamından tamamen uzak mesleki kuruluşlara sivil toplum örgütleri statüsüne sokamayız. Liberal Düşünce Topluluğu Derneği Uluslararası Sivil Toplumu Destekleme ve Geliştirme Derneği’nin de (STD) katkılarıyla 2012 yılında Türkiye’de Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin bir kamuoyu araştırması yapmış ve aynı zamanda yeni anayasaya dönük reform önerilerini paylaşmıştır. Atilla Yayla, Bican Şahin, Özlem Çağlar Yılmaz, Ömer Çaha ve Yusuf Şahin hocaların koordinatörlüğünde yürütülen bu önemli rapora göre; Mesleki kuruluşların zorunlu üyelik esası ve örgütlenme konusundaki tekçi yapı demokratikleşme, özgürlükler ve birey hakları bakımından sınırlayıcı ve kısıtlayıcıdır. Alternatif örgüt kurulamaması örgütlenme özgürlüğü ve bireysel tercih serbestîsi ile de çelişmektedir.
Yeni anayasa süreci
Rapora göre; özellikle yeni anayasa sürecinde mesleki örgütlenmenin ve meslek örgütlerini, toplumsal, ekonomik ve siyasal alanda yaşanan gelişme ve ilerlemeler paralelinde, geçmişten günümüze kadar yaşanan temel problemleri çözecek, örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracak, serbest piyasa ekonomisinin işleyişini bozan, rekabeti engelleyen, dolayısıyla da tüketici menfaatlerine aykırı kamusal tipteki mesleki örgütlenmeye son verecek, bu alandaki tekelleşmeyi kıracak, sivil toplumu ve sivil toplum kuruluşlarını geliştirecek, kamu yönetimi ve siyasal sistem içerisine entegre edilmiş vesayet mekanizmalarını işlevsiz kılacak, siyasi iradeyi güçlendirecek, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi işler hale getirecek, meslek mensuplarının iradelerini önceleyen ve gönüllülük esasına dayalı yeni bir yaklaşımla düzenlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, yeni anayasanın hazırlık sürecinde kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik olarak alternatif yapılandırma modellerinin ve bunun için gerekli yasal düzenlemelerin tartışılması önem kazanmaktadır.
Kamuoyundaki algı
Bugün mesleki kuruluşların kamuoyunda oluşturdukları algı örneğin neredeyse tüm doktorların, eczaların, mimar ve mühendislerin vs. Kemalist olduğu üzerinedir. Oysa mesleki kuruluşlara üyeliği bulunan tüm meslek sahiplerin aynı ideolojik görüşe sahip olmadıkları bir gerçektir. Buna rağmen kurum adına yapılan tüm açıklamalar farklı görüş ve düşüncelere sahip diğer üyeleri de zan altında bırakmaktadır. Bu bakımdan yapılması gereken öncelikle üyelik bakımından serbestlik ve gönüllülük ilkelerine dayanan kuruluş, işleyiş ve faaliyetler bakımından devletten bağımsız sivil toplum kuruluşu niteliğinde bir yapılanmanın anayasada yer etmesidir.
Milliyet, 2 Ağustos 2013