Mehmet Akit Ersoy’un muhafazakâr inkılapçılığı

Mehmet Akif’ Ersoy 20 Aralıkta doğdu, 27 Aralıkta vefat etti. Bu hafta Mehmet Akif Ersoy haftası olarak anılıyor. Biz de bu hafta İstiklal Marşının büyük şairinin fikirleri üzerinde duralım.

Marifet ve Fazilet

Mehmet Akif Ersoy, İslâmcı akım içinde Cemaleddin Efgani ve onun tilmizi Muhammed Abduh’un çizgisini takip eden modernleşmeci bir İslamcıdır. Bu tür İslamcılık, Avrupa’nın tamamen taklit edilmesi ve Avrupa’dan gelen her yeniliğin reddedilmesi şeklindeki zıt fikirlere karşılık, Avrupa’nın ilim ve tekniğinin alınarak maneviyatın korunmasını ve İslam’ın hurafelerden arındırılarak gerçek İslâm’ın yaşanmasını savunmaktadır. Sadece Batı’yı veya Doğu’yu savunanlar aslında ne savundukları ne de karşı çıktıkları Batı’yı ve Doğu’yu bilmektedirler. Gökalp’in medeniyet ve kültür ayrımına benzeyen ayrım,  Akif’in fikriyatında,  medeniyetin yerini alan “marifet” ve kültürün, yani medeniyeti denetleyen unsurun yerini alan “fazilet” şekline dönüşmektedir.

Çünkü milletin ikbâli için evladım,

Marifet bir de fazilet, iki kudret lâzım.

Bu formülasyon çerçevesinde Akif de, Gökalp gibi bir yandan “inkılâp” istemekte, bir yandan da bir tür muhafazakârlık yapmaktadır. İnkılapçılıkla muhafazakârlığı birleştiren Akif’in “ihya”cılığıdır. Akif inşa yerine ihya kavramını seçerek, bizde aslen var olan ancak, çeşitli sebeplerle körelen kaynakların canlandırılmasını, ihyasını istemektedir. Bu kaynaklar batının metoduyla yeniden ihya edilecektir.

Muhafazakâr “Bir İnkılâp İstiyorum!”

Durum çok vahimdir, gereken yapılmazsa Osmanlı da diğer İslâm ülkeleri gibi Rusya ve İngiltere’nin sömürgesi olabilir. “… Bizden evvel böyle zillet görme(yen)” Müslümanlığı kurtarmak için Abduh’un istediği tarzda bir inkılâp yapılmalıdır.  Akif, Efgani gibi çabuk bir inkılâp yerine, Abduh gibi “ağır ve milletin ruhuna sindirilerek bir kültür ve iman sistemi” haline gelecek bir inkılâp arzulamaktadır. Akif, Asım’ın neslinin, artık bu işlerden uzaklaşmasını, tahsilini Avrupa’da ikmal ederek “marifet” edinmesini ve “fazileti” de terk etmemesini istiyor Akif, bu şekilde İttihat ve Terakki Cemiyetiyle İslâmcılık dolayısıyla kurduğu yakınlıktan uzaklaşmaktadır. Zor yoluyla yapılacak bir inkılâbın ve diktatörlüğün çare olmayacağına zaten öteden beri inanan Akif, eğitim ve çalışma disiplini olmadıkça hürriyetin bir şamatadan öteye gitmeyeceği kanaatine de II. Meşrutiyet tecrübesiyle varacaktır.

“- Evet muhafazakârım…”

Akif’in muhafazakâr tavrı, dil ve edebiyat konularında da kendini göstermektedir. Doğu her şeyde olduğu gibi edebiyatta da geri, Batı ise her şeyde olduğu gibi edebiyatta da ileridir. Onların edebiyatından, sadece, sanat şekli itibarıyla faydalanılacak, “ecnebî emtiası yerli meta yerine” satılmayacaktır. Osmanlı Türkleri,  doğuya ve batıya hâkimken de dilimiz “istiklâlini te’min edebilmek şöyle dursun, bir mevcudiyet gösterememiştir. Evet, biz daima mukallid hem fena mukallid olmuşuz.” Arap ve İran’ın iyi şairlerini ve edebiyatçılarını taklit etmek yerine, insanı miskin veya ahlâksız yapan şair ve edebiyatçıları taklit edilmiştir. Bu bakımdan sanatta bir inkılâp şarttır.

Şimdi aynı şey, Batı edebiyatından zararlı unsurlar taklit edilerek yapılmak istenmektedir Tıpkı petrolün nasıl çıkarıldığını ve işlendiğini öğrenen Osmanlı’nın, Amerika’dan, Rusya’dan petrol ithal etmek yerine kendi memleketinin, Irak’ın petrolünü işlemesi gerektiği gibi; Batı edebiyatından öğrenilecek sanatlarla Batı edebiyatının ürünlerini aktarmak yerine, kendi hayatımız üzerine bir yerli edebiyat kurulmalıdır:

Kaba, Saba Belki Ama Yerli

“Sebilürreşad’da görülecek eserler kaba olacak, saba olacak. Lâkin yerli olacak.” Edebiyatın vatanı olduğu unutulmayarak, kendi vatanımızın edebiyatı yapılacaktır. Sebilürreşad’da altıyüzyıldır havasa hitap ede ede avam olup gidenler yerine, halka hitap eden yazılar kaleme alınacaktır. Bu yüzden “sade yazmak” asıl olacaktır. Fakat bu sadelik cennet yerine “uçmak”, cehennem yerine “tamu” diyenler kadar ileri gitmeyecektir. Dilin şive ve tasarrufunda da, daha önce Arapça ve Acemce’den şimdilerde Fransızca ve İngilizce’den gelen etkilerden uzak durularak, lisanın kendi hürriyetini koruyan yerli şive ve tasarruftan kopulmayacaktır: “Bu hususta ne kadar taassup ne kadar muhafazakârlık kabilse göstereceğiz.” Akif bu hususu şiirlerinde de dile getirmiştir:

Tasarrufatını aynen alırsak İngiliz’in,

Fransız’ın; ne olur hâli sonra şîvemizin?

Lisânın olmalıdır bir vekâr-ı millîsi, O olmadıkça müyesser değil teâllisi

–         Biraz muhafazakârânedir ya şimdi bu da…

–         Evet muhafazakârım…

Asım’ın Nesline Örnek: Japonya

Akif, Abdürreşit’in ağzından terakkinin sırrını Japon mucizesinden çıkaracaktır. Japon mucizesi, Osmanlı Türk aydınına cazip gelen bir tecrübedir. Türk muhafazakârlığının alametifarikalarından biri, Japon kalkınmasına duyulan hayranlıktır. Osmanlı modernleşme hareketlerinin beklenen düzeyde başarılı olamaması karşısında, başarılı Japon tecrübesi dikkat çekmektedir. 1875’ten sonra Osmanlı basınında önce tercüme, bilahare telif haber ve yazılarla Japonya ve Japonlar üzerine bilgi veren yayınlar artmaktadır. Bilhassa, Japonya’nın 1904 – 1905 savaşında Rusya’yı yenmesi bu ilgiyi arttırmıştır.

Rus tehdidini hisseden Osmanlı aydınları için, bir Asyalı devletin Rusya’yı yenecek gücü göstermesi moral kaynağı olmuştur. Bu konudaki önemli eserlerden birini kaleme alan Samizade Süreyya’nın şu sözleri manidardır. “Üzülmemeliyiz. Hiçbir şey bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir. Japonya’nın ilerlemesi bir uyanış dersi, bir ibret levhası idi. (…) Görüyoruz ki doğu milletleri batı milletlerinden aşağı bir seviyede değildir. … niçin biz de bir gün Japonya gibi olmayalım?” Japonya örnek alınarak, Batılılaşma konusunda taassup göstermeyi bir yana bırakmak, iyi ve faydalı olanları alarak, ilim ve tekniğe sahip olmak yeterlidir. Avrupa’ya giden hiçbir Japon genci, Frenkleşmek iddiasında bulunmamıştır.

Japonya’nın Gelişmesinin Sırrı

Akif, Japonların terakkisinin sırrını şöyle açıklıyor:

Sırr-ı terakkinizi siz,

Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz.

Onu kendinde bulur yükselecek her bir millet;

Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket.

Bu işi başarmış olan Japonlar, aslında Müslümanlar gibi yaşamaktadırlar.

Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir?

Onu tasvîre zafer-yâb olamam, hayrettir!

Şu kadar söyliyeyim: Dîn-i mübînin orada,

Rûh-u feyyâzı yayılmış, yalınız şekli: Buda

Siz gidin, safvet-i İslâmı Japonlarda görün!

Japonlar medeniyetin sadece lâzım olan fennini almışlar, kıymetsiz ve moda niteliğindeki şeyler ise gümrükten içeriye girememiştir.

Ânane

Akif, körükörüne geçmişi taklit olarak gördüğü “göreneğe” karşı çıkarken, “fazilet”i ve İslam’ın hakiki veçhesini takdim eden “anane”ye bağlıdır. İlim ve sanatı temsil eden, dini ve milliyeti olmayan marifet anlamındaki her yeniliğe ise tamamen açıktır. Akif,  Türk muhafazakârlığının Japon hayranlığı ile beraber alametifarikası olan İngiliz hayranlığını da paylaşır: “Bir İngilize sormuşlar: ‘Bu kadar ananeci olduğunuz halde nasıl terakki ettiniz?’ İngiliz cevap vermiş: ‘Bizde en yeni anane altıyüz seneliktir, en eski teceddüt altı senelik.” Kuntay, Akif’in de İslâm’ın 14 asırlık ananesiyle 14 saatlik yeniliği beraber yürütmek istediğini söylüyor.

Akif’in modernleşme anlayışı yukarıda da ifade edildiği gibi, Ziya Gökalp’in medeniyet-kültür ayrımına benzer marifet-fazilet ikilisine dayanmaktadır.  Avrupa medeniyetinin ilim ve sanatı, “marifet” olarak batıdan alınacak; fakat, Avrupa’nın kötülüklerinden “fazilet”le uzak durulacaktır. Fazilet ise, gerçek İslam’ın içinde mevcuttur: Ahlâk, çalışma ve azim. Müslümanların, İslâm’ın bu özelliklerine kavuşması için “ilmi” esas alan bir inkılâp şarttır. Akif’in Avrupa ile ilmi özdeş görmesi, Mümtaz Turhan’ın modernleşme anlayışıyla yakınlığını göstermektedir. Akif’in bu yakınlığı onu sadece İslamcıların değil, kimi milliyetçilerin de sahiplendiği bir fikrî geleneğe oturtmaktadır. Erol Güngör, Akif’in din ve modernleşme anlayışının bugünün İslamcılarından çok, milliyetçilere yakın olduğunu iddia ediyor. Akif’in modernleşme anlayışında yer alan Batı medeniyetinin emperyalist karakterine yönelik eleştirisi ile Batı medeniyetinin ilim ve sanat anlayışını birbirinden ayırması, üstün karakteri ve İstiklâl Marşı’nın şairi olması, kendisine yönelik çok farklı kesimlerden gelen sempatiyi açıklamaktadır.

Yeni Yüzyıl, 20.12.2015

http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/mehmet-akit-ersoyun-muhafazakr-inkilapciligi-563

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et