Medya ile terör ve terörist arasında nasıl bir ilişki var? Bu soru bazı okuyuculara tuhaf görünebilir. Ancak, konu terörizm üzerindeki geniş literatürde etraflıca ele alınmakta, tartışılmakta ve değerlendirilmekte. Hem akademik çalışmalar hem de yaşanan olaylar nereden bakılırsa bakılsın ikisi arasında ilginç ilişkilerin bulunduğunu gösteriyor.
Bazı yazarlar terörizmi bir tiyatroya benzetir. Teröristler sahnedeki oyuncular rolünü üstlenir. Klasik oyuncuların heyecanına ve ruh hâline sahiptir. Her oyundaki gibi bu oyunun oyuncuları da seyirciye ihtiyaç duyar, boş salonda performans icra etmek istemez. Aksi takdirde oyunu oynamak anlamlı olmaz. Harcanan onca çaba boşa gider. Elbette seyirci kitlesinin olabildiğince geniş olması arzu edilir. Başka bir deyişle, teröristler onlarca değil milyonlarca kişinin seyirci olmasını düşler. Bunun için aracıların devreye girmesi gerekir. Medya ana aracı rolünü üstlenir. Medya teröristlerin sesini eylemlerle ilgili haberler üzerinden hayal dahi edilemeyecek genişlikte çevrelere duyurur. Buna dayanarak bazı akademisyenler “medya olmasaydı terör olmazdı” şeklinde biraz abartılı saymamız gereken yorumlar dahi yapmakta.
Diğer taraftan, medyanın da habere, özellikle sansasyonel olanlarına ihtiyacı vardır. Kötü, dramatik şeyler haber niteliği taşır. Gazeteciler haber bulmak ve haberlerde rakiplerini atlatmak veya abartma yapmak için can atar. Bundan dolayı devletler ve teröristler medyanın ana müşterisi ve esas alıcısıdır. Teröristler eylemlerini medyanın dikkatini çekecek şekilde hazırlar. Hikâye senaryoları yazar. İpuçları bırakır. Medya organları bunları takip eder, çözer, basitleştirerek geniş kitlelere aktarır. Böylece teröristler seslerini milyonlara duyurur. Bunu amaçlı bir şekilde ve kötü niyetle yapmaları gerekmez. Mesleğin akışı adeta kendiliğinden bu sonucu ortaya çıkartır.
Tarihin ilerlemiş bir evresinde yaşadığımız için medyada teröre karşı alınması gereken tavır hakkında epeyce tecrübeye ve bilgiye sahibiz. Bu çerçevede medya organları bazı kurallar geliştirdiler. Yayınların teröristlerin propagandasına dönüştürülmemesi, yaralı insanların kanlar içindeki fotoğraflarının kullanılmaması, parçalanmış insan vücutlarının topluma gösterilmemesi gibi. Diğer taraftan, kamunun olan bitenden haberdar edilmesi gerekiyor. Toplumun en olup bittiğini öğrenme hakkı var. Dolayısıyla, medya organları terör propagandasına alet olmama ile kamuya haberdar etme görevi arasında hassas bir dengeyi tutturmaya dikkat etmek zorunda.
Ne var ki, ülke medyaları arasında bu kurallara uyma bakımından dağlar kadar fark var. Paris’teki terör saldırılarında Fransız medyası epeyce iyi bir sınav verdi. Kanlı sahneleri, parçalanmış ceset görüntülerini topluma fazla yansıtmadı. Buna karşılık Türkiye medyası, özellikle bazı gazete ve dergiler, bu bakımdan dehşet verici bir sicile sahip.
Birkaç ay önce bazı mecralarda teröristler tarafında rehin alınan ve sonra katledilen merhum savcı Kiraz’ın kafasına tabanca dayalı fotoğrafları yayınlandı. Fotoğraf açıkça teröristlerin reklamını yapmaktaydı. Teröristler bu görüntüleri gazetelerde ve televizyonlarda gördülerse çok mutlu olmuştur. Keza o görüntüler büyük bir ihtimalle şiddete meyilli ergenleri benzer eylemlere imza atma yolunda teşvik etmiştir.
Bu tür dolaylı ve bilinçsiz olduğunu var sayacağımız terör reklamlarına karşı medya organları hakkında bir şey yapmak gerekir mi? Bence ahlâkî kınamalar ve ayıplamalar dışında bir şey yapmak, daha açık şekilde söylersek hukukî soruşturma açmak gerekmez. Zira medya organlarını hukukî takibata tâbi tutmak bu sefer basın özgürlüğüne darbe indirebilir. Bu da istenecek bir şey değil. Her problem hukuka havale edilemez ve hukuk yoluyla çözülemez. Toplumun olgunlaşması, vahim hatalara imza atanların kınanması ve tepki görmesi, medyanın ahlâk standartlarının gelişmesi ve meslek içi öz denetimlerin artması sorunu tamamen çözmese bile hafifletir.
Yeni Yüzyıl, 14.12.2015