‘Medeni ve barışsever’ İsviçre’ye ne oldu?

İsviçre’de camilere yeni minare yapılmasını yasaklayan anayasa değişikliğinin halk oylamasıyla kabul edilmesi, sadece Türkiye’de ve İslam dünyasında değil, dünyanın başka yerlerinde de şaşkınlıkla karşılandı. Tarihsel olarak “medeni ve barış-sever” bilinen ve üstelik yeni anayasasının (1999) Dibacesinde “özgürlük ve demokrasi”yi temel idealleri arasında saymış olan bir halkın, nüfusunun ancak % 6’sını oluşturan Müslümanlara % 60’a yakın bir oranla gösterdiği bu hoşgörüsüzlük gerçekten de ibret verici bir durum.
Dini inanç ve vicdan özgürlüğünü garanti eden (m.15), din temelli olanı dahil olmak üzere her türlü ayrımcılığı yasaklayan (m.8), dahası “kamusal barışı idame ettirecek tedbirler alma”yı hem Federasyona hem de kantonlara bir görev olarak veren Anayasasını nazara aldığınızda, bu değişikliğin İsviçre için bir “geri adım” teşkil ettiğini belirten yazarlar haksız olmasalar gerektir.
Bu kadar da değil, İsviçre ayrıca, insan hakları, demokrasi ve hukuk devletini “hoşgörülü ve medeni bir toplumun temel değerleri” olarak gören Avrupa Konseyi’nin 1963’ten beri üyesi ve 1974’te de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylamış bir devlet. İroniye bakınız ki, şu sıralar İsviçre Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi dönem başkanlığını da yürütüyor ve bu dönemde izleyeceği öncelikler arasında “insan haklarının korunmasını ve hukuk devletini garanti etmek” vaadi de var!
Gerçi görevdeki hükümet oylamanın sonucuna uymak durumunda olsa da bu değişikliğe şiddetle karşı olduğunu söylüyor ve ayrıca minare yasağının “Müslüman toplumunun, onun din veya kültürünün reddi” anlamına gelmediği konusunda ülkesindeki Müslümanlara teminat veriyor; ama bu, oylama sonucunun sembolik anlamını değiştirmiyor. Bunun bir anlamı, İsviçre’li Müslümanların sözcülerinden Ferhat Afşar’ın dediği gibi, Müslümanların Anayasanın güvencesi altında olan (m.15/3) “dini topluluk”lardan biri olarak kabul edilmedikleridir.
Kaldı ki, göçmen karşıtı ve milliyetçi İsviçre Halk Partisi’nin ve diğer yabancı düşmanı grupların başını çektiği bu inisiyatife İsviçre resmi kurumları gerçekten karşı olsalardı, Federal Meclis’in Anayasa’nın öngördüğü “karşı teklif” sunma yetkisini (m.139) kullanması ve hükümetin de bu yönde kampanya yürütmesi pekalâ mümkündü.
Kimilerinin söylediğinin aksine, mesele minarenin İslamın bir şartı olup-olmaması değildir. Mesele, “medeni” olmak iddiasındaki bir toplumun kendininkinden farklı bir dinin sembollerini “kendi ülkesinde” görmek istememesidir. 400 bin civarında Müslümanın yaşadığı İsviçre’deki 150 cami veya mescidden ancak 4’ünün minaresi olduğu ve sadece 2 tane daha yapılmasının planlandığı düşünüldüğünde, bu tahammülsüzlüğün dramatik boyutu daha anlaşılır hale geliyor. İsviçreliler böyle yapmakla, farklı hayat tarzlarının meşruluğunu ve onlarla bir arada yaşamayı, kısaca “medeniliği” reddetmiş olmaktadırlar.
Aslına bakılırsa, bu gayrı medeni görüntü İsviçre’ye özgü bir durum da değildir; bu aslında son zamanlarda baştanbaşa Avrupa’ya hakim olan genel bir eğilimin bu ülkedeki bir yansımasından ibarettir. Bu olay, Avrupa’da gitgide güçlenmekte olan yabancı (göçmen) karşıtı havanın, daha özel olarak da İslam karşıtlığının İsviçre özelinde kendisini gösteren bir tezahürüdür. Üstelik, kimi yabancı gözlemcilerin de belirttiği gibi, İsviçre’de ortaya çıkan şekliyle İslamın, bazı kötü niyetlilerin kendi “İslamofobi”lerine gerekçe yaptıkları günah keçileriyle de ilgisi yoktur. Ne “militan İslam”la ne de “İslâmi faşizm”le…
Bir kere daha anlaşıldı ki, İslâma bakış konusunda Avrupalı zihnin ciddi olarak ve acilen “normalleşme”ye ihtiyacı var.
Star, 03.12.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et