Türkiye’de belli ilkeleri felsefî-ahlakî seviyede kabul etme ve sonuçlarından bağımsız olarak onların bilinçli takipçiliğini yapma anlamında liberal olanların sayısının, en iyimser tahminle, binlerle ifade edilebileceğini sanıyorum.12 Haziran seçimlerinde bu fikirdaşlarımın siyasî tercihleri, bildiğim kadarıyla, monolitik bir bütün olarak boy göstermedi. Dağınık ve hatta çelişik yönelimlerden oluşan bir yelpaze teşkil etti. Bir başka deyişle liberaller ya farklı partilere oy verdi, ya hiç oy kullanmadı ya da sandık başına gitti ama geçersiz mühür bastı. Liberallerin büyük çoğunluğunun AKP’ye oy vermiş olması muhtemel. Az sayıda bazıları CHP, MHP ve BDP çizgisine oy vermiş olabilir. Elbette LDP’ye oy verenler de vardır. Liberalleri tanımayanlar bunu şaşkınlıkla karşılayabilir, ama ortada bir tuhaflık yok. Daha önceki seçimlerde de benzer bir tablonun oluştuğunu gözlemlemiştim.
Bunun çeşitli faktörlerle açıklanması mümkün. En mühimi, liberallerin emir-komuta zinciri içinde hareket edecek bir anlayışta olmaması. Liberallerin bir “şefi” yok ve olamaz. Bir diğeri, liberallerin kolay kolay bir partiyle kendilerini özdeşleştiremeyecek olması. Bu, hiçbir liberalin klasik anlamda partici olamayacağı ve parti sadakatiyle veya lider kültünün büyüsüyle oy kullanamayacağı anlamına gelir. En azından kendimden biliyorum, oy kullanırken sempatilerimden çok endişelerimin rehberliğine güvenirim. Böyle birçok kimse var. Bu yüzden, AKP’ye oy veren liberallerin AKP sevdalısı olduğu için değil ama CHP-MHP-BDP blokundan rahatsızlık duyduğu için böyle yapmış olması kuvvetli bir ihtimal. Bunda, AKP’yi vesayetçi sisteme karşı mücadelenin başlıca siyasî aktörü olarak görmüş olmaları da rol oynamış olabilir. İlginç bir şekilde, bazı liberallerin CHP’ye veya MHP’ye oy vermesinde, AKP’nin tek başına anayasa yapacak kadar güçlü olmasını istememesi ve AKP liderliğinin söylem tarzı aşırılıkları etkili olmuş olmalıdır. Daha başka bazıları, belki Besim Tibuk’un hatırına belki başka sebeplerle, oy pusulasında LDP’ye mührü basmış olabilir. Arkaik bir ekonomik programı olmasına rağmen Halkın Sesi Partisi’ne oy verenler olduğunu da duydum. Kimi liberallerse düpedüz boş veya geçersiz oy attı.
Bu olgudan hareketle liberallerin siyasete bakışıyla ilgili bazı analizler yapmaya yönelebiliriz. En başta söylenmesi gereken, liberallerin siyaseti başka çizgilerde bulunanlar kadar sevmediği ve önemsemediğidir. Bunu liberallerin genelde siyasete mesafeli durması da kanıtlıyor. Bir kimsenin liberalleştikçe ve liberal fikir ve ilkelere hâkimiyeti arttıkça onun siyasete daha az sempati duyması beklenebilir. Hatta, bazıları, siyaseti tamamen reddetme ve dolayısıyla devletsiz toplumu savunma fikrine demir atabilir. İkincisi, herhalde ilkiyle bağlantılı veya onun sonucu olarak, liberallerin siyasî hareket oluşturma ve onu başarıya taşımadaki açık ve tescilli başarısızlığıdır. İstikrarlı demokrasilere bakınca kuvvetli muhafazakâr ve sosyal demokrat partiler görüyoruz, ama aynı ölçüde güçlü liberal partilere rastlamıyoruz. Muhafazakârlar ve sosyal demokratlar, siyaseti liberallerden daha iyi beceriyor. Bu yüzden ne yakın ne de uzak gelecekte, Türkiye’de, iktidar alternatifi olabilecek pür liberal bir siyasî hareket doğacağını düşünüyorum.
Siyaset, bir yeniden dağıtım olayıdır. Klasik siyaset bilimi kitaplarında, ‘değerlerin ve kaynakların otorite yoluyla dağıtımı’ olarak tanımlanır. Hoş olmasa da bu bir gerçek. Günümüzde daha çok maddî-ekonomi4k varlıkların siyasetle yeniden dağıtılmasına dikkat kesiliyoruz ama siyasetin bir manevî (sosyal) değer dağıtma fonksiyonu da var. Buna değer dayatma demek çoğu zaman daha doğru. Liberal düşünceye aşina olanlar ne sosyal değerlerin ne de ekonomik varlıkların kamu otoritesi tarafından sınırsızca dağıtılmasını normal karşılayabilir. Öte taraftan, demokratik siyasetin, yaşayabilmek için, yeniden dağıtım yapmaya ihtiyacı var. Siyaset olacaksa bunu önlemek imkânsız. Liberaller otoriter merkezî dağıtım sistemlerini benimsemez, dolayısıyla siyaseti fazla sevmez. Devletin küçük ve sınırlı olması yolundaki liberal talep aslında bir merkeziyetçi otorite marifetiyle manevî ve maddî değer dağıtımının sınırlanması talebidir. Buna karşılık, söz gelimi, muhafazakâr ve sosyal demokrat çizgiler çok daha geniş bir dağıtımın devlet tarafından yapılmasını ister. Bu yüzden onların geniş halk kitlelerine dağıtım vaatleriyle ulaşma ve büyük siyasî hareketler hâline gelme şansı daha fazladır. Sosyalizm, faşizm ve din devletçiliği gibi ideolojilere dayanan siyasî hareketler ise muhafazakârlık ve sosyal demokrasiden de fazla dağıtım vaadine dayanır. Bunlar aslında bireysel ve toplumsal hayatın hiçbir alanının siyasetin (yani kamu otoritelerinin-devletin) etki, yönlendirme ve denetim alanının dışında kalmasına izin vermez.
Muhafazakâr ve sosyal demokrat çizgilerin otorite marifetiyle maddî ve manevî değer dağıtmada nereye kadar gideceği, birçok şey yanında, liberal fikirlerle flört derecesine de bağlıdır. Liberal fikirlerin ağırlığına, liderlerin dünyayı okuma biçimine ve dağıtımda kullanılacak denizin (havuzun) genişliğine oranlı olarak bu tür siyasî hareketler dağıtım halkalarını bazen genişletip bazen daraltır. Sosyalist, faşist ve nasyonal sosyalist (sol faşist) çizgilerse zaten bütün liberal fikirlerin ve siyasî dağıtımın reddi fikrinin reddidir. Onların tam hâkim olduğu yerde birey ve toplum hayatı tümüyle kamulaştırılır ve her değer, devlet tarafından ideolojik ölçütlerle dağıtılır.
Peki, başarılı siyasî hareketler oluşturamadıklarına göre, liberallerin demokratik siyaseti etkileme ve liberal ilkelerin hayata aktarılmasını sağlama şansı sıfır mıdır? Çok şükür, hayır. Liberaller başarılı saf liberal siyasî hareketler oluşturamıyorlar ama siyasete ve kamu politikalarına muhafazakâr ve sosyal demokrat siyasî partiler üzerinden önemli ölçüde yön verebiliyorlar. Hayekyen deyişle, liberal fikirler kanaat ortamına hükmettiğinde, siyaset, kaçınılmaz olarak, bu fikirlerden etkileniyor. Bundan daha önemlisi, hayatın liberalliği. Hiçbir devlet, felsefesi ne olursa olsun, sadece yeniden dağıtıma odaklanamıyor. Odaklanırsa toplumda huzursuzluk doğuyor, ülke batıyor. Bu, devletin toplumsal hayatı tümüyle işgalinin önüne güçlü bir set çekiyor. Bundan dolayı, liberallerin parti siyasetine angaje olmasına da aşırı kötümser ruh hâline girip siyasete tamamen küsmesine de gerek yok. En iyisi, aynı zamanda insanın sağlığına da iyi geldiği için, iyimser olmak ve siyaseti fikirler aracılığıyla etkilemeye çalışma yolculuğuna devam etmek.
Zaman- yorum, 24.06.2011