Türkiye’nin en derin ve travmatik problemi olan “Kürt sorunu”nun bir “Kürt açılımı” ile çözülüp çözülemeyeceğini tartışıyoruz şu günlerde. Herkes bir şeyler söylüyor. “Kürt yoktur, o adamlar aslında bir Türk boyudur” diyenden, “sorun Öcalan liderliğinde çözülmeli” diyenlere kadar oldukça geniş bir yelpaze var ortada. Böyle olması, meselenin ilk defa bu kadar özgürce tartışılıyor olması da iyi. Bugüne dek bu kadar kan dökülmesinin bir sebebi, böylesi bir serbest müzakere ortamının var olmayışıydı.
Ancak ortada epey kavram kargaşası ve kafa karışıklığı var. Bu nedenle ben kendi adıma meseleyi iki büyük kategori içinde düşünmeyi faydalı buluyorum. Birincisi Kürtlerin, ikincisi de Türkiye’nin kimliği ile ilgili şeyler.
Kürtlerin kimliği konusunda benimsenmesi gereken ilke bence açık: Tam özgürlük. Bu, Kürtçe eğitimin serbest bırakılması, devlet okullarında Kürtçe’nin seçmeli ders olması, ister medyada isterse belediye hizmetleri gibi “ resmi” işlerde olsun Kürt dilinin kullanılabilmesi gibi “açılımları” gerektiriyor. Devlet eliyle değiştirilen yer adlarının iadesi de buna dahil.
Bu özgürlükler tanınırken dayatmaların da kalkması lazım. İşin başında Anayasa’daki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” lafı var. Bu, vatandaşların hepsinin “Türk” olduğuna hükmediyor ki, zaten çıngar da 80 küsur yıldır buradan çıkıyor. Çoğu Kürt, “ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir Kürdüm” demek istiyor ki, kendi kimliklerini bu şekilde tanımlamak en doğal hakları. Aynen Batı sınırımızın ötekisindeki Türklerin kendilerini “Bulgar” veya “Yunan” değil, “Bulgaristan Türkü” ve “Yunanistan Türkü” diye tanımlamaları gibi…
Aynı şekilde, “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesinin de bir dayatma unsuru olmaktan çıkarılması lazım. Bu sözü (tabii ki isteyen beğenip kullansın ama) güneydoğu dağlarına yazıp her hafta her öğrenciye bağırta bağırta söyletmenin âlemi yok. Bırakın, insanlar neyi demekle mutlu olacaklarına kendileri karar versin.
Tüm bunlar, Kürt vatandaşların doğal hak ve özgürlükleri ile ilgili meseleler. Burada kimsenin pazarlık yapmaya, “bu özgürlüklerin birazını tanıyalım, gerisi eksik kalsın” demeye hakkı yok.
Ancak başta dediğim gibi, bir de “Türkiye’nin kimliği” ile ilgili fikirler, teoriler ve talepler geziyor ortada. Etnik federasyon, bunların en belirgini. Dikkat ederseniz bu alana girdiğimizde sadece Kürtleri değil hepimizi ilgilendiren bir şeyden, ülkenin ve devletin yapısından söz etmeye başlıyoruz. Ve dolayısıyla sadece Kürtlerin değil, kendini “ Türk” olarak tanımlayan ve nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan kitlenin de talep ve hassasiyetleri önem kazanıyor.
Kürtlerin işin bu yönünü mutlaka görmesi ve Türkiye’nin kimliğini değiştirmeye yönelik, ülkenin geri kalanı tarafından kabul edilmesi imkansız olan abartılı taleplerden vazgeçmesi lazım. Ülkenin adını değiştirmek gibi fanteziler bir yana, bence etnik federasyon dahi böylesine “ maksimalist” ve lüzumsuz bir talep: Hem Batı’daki büyük Kürt nüfus bunu anlamsız kılıyor, hem de bir kimliği güvence altına almak için adına federasyon kurmaya, ülke içinde etnik sınırlar çizmeye gerek yok. (Adem-i merkeziyet derseniz, ona tamam.)
Sonuçta eğer bir “çözüm” formülü bulunacak ise, bu sanırım iki tarafın da şahinlerine “fazla taviz verdik, her istediğimizi kabul ettiremedik” dedirten türde olacak. Zaten iyi çözümler de hep öyle olur.
Star, 05.08.2009