Kürtlerin kazanımları Türkler için kayıp mıdır? Önce oturup bunun üzerine düşünelim. Irak’ta, Suriye’de ne zaman Kürtler biraz nefes alsa, rahatlasa, haklarına ve özgürlüklerine kavuşsa Türkiye’den birileri bunları ‘tehdit’ olarak görüyor.
Hem o insanlara ‘kardeşlerimiz’ deyip, hem de onların kazanımlarından tehditler çıkarmak tutarlı bir davranış değil. Üstelik, Irak ve Suriye Kürtlerinin akrabaları bizim yurttaşlarımız. Böylesi bir memnuniyetsizlik ve tehdit söyleminin ‘bizim Kürtler’ üzerinde nasıl bir tahribat yarattığını da hesaba katsak iyi olur.
Suriye’de mesele, Kürt meselesine gelip dayandı. Böyle olunca da ‘geleneksel devlet refleksleri’ devreye sokuldu hemen. Kırmızı çizgiler çekildi, müdahale tehditleri savruldu. Bu gelişmelere artık farklı tepkiler göstermek gerek. 1990’lardan itibaren Kuzey Irak’taki Kürt oluşumuna ilişkin o dönem vesayet kurumlarının ve onların sivil uzantılarının söylemlerini bugün AK Parti hükümetinin tepesindeki isimlerin dillendirmesi şaşırtıcı. Öncelikle, bölgesel siyasette ‘Kürtler için iyi olan Türkiye için kötüdür’ formülünü sorgulamalıyız; bu hem ahlaki değil hem de Türkiye Kürtlerini bizden uzaklaştırıyor.
Ayrıca samimi olalım. Suriye’nin ‘toprak bütünlüğü’nü savunuyoruz demenin Türkçesinin tıpkı Irak’ta olduğu gibi, aslında Suriye’den doğacak bir ‘Kürt siyasal varlığına izin vermeyiz’ demek olduğunu herkes biliyor.
Artık Kuzey Irak’ı veya Kuzey Suriye’yi bırakıp kendi sorunumuza odaklansak iyi olur. Irak veya Suriye Kürtleriyle uğraşmak bizim sorunumuzu çözmeyecek. Kürt sorunundan kaçış yok. ‘Benim için Kürt meselesi bitmiştir’ demekle bitmiyor mesele. Daha öncekiler de ‘benim için Kürt yoktur’ demişlerdi. Ne oldu?
Kürt meselesini ulusal bütünlük içinde çözebilmek için radikal bir paradigma değişimi şart. Alışılagelmiş düşünce kalıplarıyla çözüm, hatta kısmi rahatlama bile mümkün değil. Öncelikle şu ‘ulus devlet’ konusu… Bunun ‘tek uluslu-tek dilli’ homojen bir ulusla alakasının olmadığını iyi anlamak durumundayız. Toplum veya ulus inşa eden devletler modeliyle Kürt sorunu çözülemez.
Ayrıca bir de üniter devlet konusu var. Üniter devletle aslında merkezden yönetilen, merkezde de vesayet kurumlarının yönettiği devlet kastedildi. Oysa güçlü yerel yönetimlerin, eyalet sisteminin, bölge yönetimlerinin bulunduğu ülkeler de ‘üniter’dir. Bizdeki üniter devlet takıntısı aşılmadan Kürt sorununda yaratıcı ve tatmin edici adımlar atılamaz. Bir başka konu, ‘reform yöntemi’. Ne yaptığınız kadar nasıl yaptığınız da önemlidir. Reform denilecek bir adım atılacaksa, bunu tepeden aşağıya bir ‘lütuf’ olarak vermekten vazgeçmeli. Sürece ‘ötekiler’i de katmadan reformlar karşılık bulmaz.
Artık mesele her yönüyle bölgesel. ‘Eskiden de farklı değildi’ diyebilirsiniz. Doğrudur; ancak eskiden bu ‘bölgesel sorunu’ bastıracak ‘bölgesel muhataplar’ bulurdunuz. Bölgedeki 4 ülkenin ‘ortak sorunu’ydu Kürt sorunu. Şimdi durum farklı; artık Kürtleri bastırmak üzere ‘ortak hareket eden’ rejimler dağıldı. Saddam gitti, Esed yolcu, Türkiye’de vesayetçi-asimilasyoncu devlet yok, İran çaresiz. Artık Kürtlerin kendileri bölgesel bir zeminde ortak hareket ediyorlar ve birbirlerini tetikliyorlar.
Şunu bilelim; daha özgür, daha müreffeh ve daha güvenli bir ülke yaratamayan yönetimler meşruiyet erozyonlarına uğruyor. Bu, Türkiye için de geçerli. Türkiye Kürtleri, etrafında Kürt kimliğiyle özgürce yaşayabileceği ülke veya ülkeler oluştukça o insanları burada tutmak zorlaşacak.
Unutmayalım; bölgede en büyük Kürt nüfusu Türkiye’de yaşıyor, bizim Kürtlerimiz Kürtler arasında en eğitimli, en zengin, en kentli, siyasal olarak en bilinçli ve de en aktif kitleyi oluşturuyor. Böyle bir etnik grubun haklar ve özgürlükler bakımından bölgedeki diğer Kürtlerden geri kalmasını, aza razı olmasını beklemek abes olur.
Türkiye bir yandan paradigmasını yenilemeli, öte yandan da cazibesini artıracak bir vizyona odaklanmalı. Ayrılıkçı Kürt siyasal hareketinin en zora düştüğü zaman 2002-2005 dönemidir. Neden? Çünkü bu dönem hem demokratikleşme reformlarının zirve yaptığı bir dönemdir, hem de özgürlük, refah ve güvenliği kurumsallaştıracak AB üyeliği vizyonunun ciddiyetle izlendiği bir dönem. Başbakan’ın Putin’e şaka yollu girmeyi teklif ettiği ‘Şanghay 5’ şakacıktan bile güldürmez bu insanları.
Zaman, 27.07.2012