İnsanların, ailelerin, insan topluluklarının ve insan toplumlarının eline bazen tarihî fırsatlar geçer. İyi değerlendirilirse bu fırsatlar hem onlar hem başkaları için doğruya giden, iyiliği pekiştiren, ağır ve kronik problemleri çözen dönüm noktaları olur.
Covid19 salgınının dünyanın her yerinde insanlara kâbus yaşattığı günlerden geçiyoruz. Hepimiz anlıyoruz ki insan hayatından daha değerli bir şey yoktur. Bazen kendimizden geçecek kadar ne olduğumuzu unutsak, binalarımızla, ulaşım araçlarımızla, imar alt yapımızla, teknolojik donanımımızla ve üretme ve tüketme kapasitemizle böbürlensek de, metrenin milyarda biri büyüklüğündeki başka bir canlı doğrudan bizi hedef alarak hayatımızı ve uygarlığımızı tehdit edebiliyor. Bunu insanlar arasında dil, din, cinsiyet, etnik aidiyet, statü, tahsil, ekonomik ve sosyal durum ayrımı yapmaksızın -yani çok eşitlikçi bir şekilde- gerçekleştiriyor. Bayrak, marş, sınır da tanımıyor. Ve bu bize hem esas olanın insan olduğunu hem de tüm insanların kardeş ve eşit değere sahip olduğunu hatırlatıyor. Boğazımıza kadar battığımız hemen her türden kavganın ve çekişmenin aslında bir değer taşımadığını ve bize bu gibi felaket durumlarında fayda sağlamadığını öğrenmemizi sağlıyor.
Türkiye on yıllardır binlerce insanın hayatını kaybetmesine, refahımız için harcanabilecek ekonomik kaynakların heba edilmesine sebep olan bir “Kürt sorunu” ile cebelleşiyor. Tarih, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yaptığı bazı hataların sorunun ana kaynaklarından biri olduğunu gösteriyor. Dersim Katliamı, ret, inkâr ve asimilasyon politikaları ve uygulamaları, Kürt dili ve kültürü üzerine bindirilen yasaklamalar, Kürtlerin Kürt olarak olağan siyaset yapmasına konan engeller maalesef bir gerçekti. Ne var ki, Türkiye demokrasiye geçilmesiyle başlayan ve son iktidarlar döneminde yoğunlaşan bir süreçle, bu yanlışların tamir edilmesi mümkün olan birçoğunu giderdi. On beş-yirmi sene önce hayal dahi edilemeyecek reformlar gerçekleşti. Ret, inkâr ve asimilasyon politikaları ve uygulamaları terk edildi. Kürt dili üzerindeki kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırıldı. Kürtlere Kürt olarak ve Kürt olmayanlarla eşit statü ve etkinlikte siyaset yapma yolu açıldı.
Bütün bu reformlar zaten meşru bir temeli olmayan PKK terörünü iyice gayri meşrulaştırdı. PKK terörünü meşrulaştırabilecek, haklı kılabilecek tek bir ahlâkî, felsefî, insanî argüman yok. Demek istiyorum ki, problemin çözümü yolunda atılması gereken adımların çoğu atıldı. Kürtçenin eğitim dili olması (Kürtçe öğretilmesi değil) gibi daha atılması gereken adımlar da olduğu kanaatindeyim. Ama ne bu ne de ileri sürülebilecek başka herhangi bir talep terörü meşrulaştıramaz. Tam tersine, terör haklı ve meşru taleplerin bile haksız ve gayri meşru görülmesine ve ancak sakin bir ortamda atılabilecek adımların atılamamasına sebep olur, oluyor. Ayrıca, terör ile Türkiye Cumhuriyeti’nin dize getirilemeyeceği de çoktan anlaşıldı. PKK’nın yeni ortaklar ve hamiler bulmuş olması bu olguyu değiştirmeyecektir. Terörün devam etmesi sadece ve sadece yeni can kayıplarına ve maddî zarara yol açacaktır.
Koronavirüs salgını insanların kardeşliğini ve kavgaların lüzumsuzluğunu, hepimizin ortak kadere sahip olduğunu hatırlatmış ve hepimizi derinden sarsmışken, Kürtler terörün ebediyen son bulması için adım atmalıdır. Barış, S. Demirtaş ve ortaklarının dile getirdiği gibi müphem, muğlak, ne olduğu anlaşılmayan çağrılarla ulaşılabilecek bir durum değildir. Barışın yolu silahların susmasından, yani silah kullanan Kürtlerin silah bırakmasından geçer. Bu çerçevede KCK önce silahlı ayağı olan PKK’yı lağvetmelidir. Sonra siyasî ayağı olan HDP’yi özğürce siyaset yapmaktan engellememeli ve siyaset yapmak isteyenler HDP’ye (veya başka partilere) katılmalıdır. HDP terör ile arasına açık ve net bir mesafe koymak için harekete geçmelidir. Politik bilinç düzeyi her kesimden yüksek olan ve herkesten daha çok acı yaşayan Kürt vatandaşlarımız da bunun gerçekleşmesi için elini taşın altına koymalıdır. Başka bir deyişle Kürt sivil toplumu silahlı grupların, terörü yol olarak benimseyenlerin kendisini istismar etmesini ve kendisine dayatmalarda bulunmasını artık reddetmeli ve ayağa kalkmalıdır.
Barış, demokrasi, eşitlik ve kardeşlik için bu tarihî fırsat kaçırılmamalı!