İklim değişikliği ve küresel ısınma yüzünden insanoğlunun bir felâketin eşiğine geldiği kanaati bütün dünyada gitgide yaygınlaşıyor. Küresel ısınmanın doğal olmaktan çok insan yapısı faktörlerin (başlıca, sanayileşmenin) sonucu olduğu düşünüldüğü için de, epey bir süredir bu hükümetler düzeyinde ele alınan bir mesele durumunda. Dünyanın kaderiyle ilgili olduğu için de, tabiatıyla, konu Birleşmiş Milletlerin de ilgi alanında.
Nitekim, 7-18 Aralık tarihlerinde Kopenhag’da “15. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı” yapılacak. Konferansın gündemini, 1997 Kyoto Protokolü’nün yerine geçmek üzere, küresel ısınmaya karşı daha sıkı tedbirler alınmasını öngören yeni bir uluslararası antlaşma hazırlanması oluşturuyor. Bu tedbirlerin başında, küresel ısınmanın esas nedeni olarak görülen havadaki karbondioksit miktarının azaltılması için özellikle gelişmiş ülkelerde seragazı emisyonlarının ciddi oranlarda düşürülmesi geliyor.
Konunun uzmanı olmayan bir kişi olarak bu yazıda ilgili literatürden benim edindiğim kanaati sizinle paylaşmak istiyorum. Gerçi küresel ısınma meselesini “dava” haline getirmiş olan kişi ve grupların çoğu da bu bakımdan benimle aşağı yukarı aynı durumda olmakla beraber, onlar aynı tevazuyu pek göstermiyorlar. O kadar ki, bu konudaki inançlarıyla şu veya bu ölçüde uyuşmayan araştırmaları “kapitalizmin komplosu” olarak yaftalıyorlar. Oysa, tersinden, bu teyakkuz psikolojisine katılmayanlar da küresel ısınma alanında çalışanların ve özellikle de bu konudaki aktivistlerin meseleyi bilerek abarttıklarını, çünkü bu konunun araştırılmasına tahsis edilecek kamu fonlarını garanti etmek istediklerini ileri sürüyorlar.
Küresel ısınmanın insanlığın sonunu getirecek bir felâket olduğunu ilân edenler genellikle sözlerine, bu konuda ilgili bilim adamları arasında tam bir görüş birliği olduğunu söyleyerek başlıyorlar. Ne var ki, gerçek durum pek öyle değil. Gerçi bu konuda bir konsensüs var, ama bu, geçen yüzyılda dünya yüzeyinin ısısının yaklaşık yarım santigrat derece arttığıyla sınırlı. Bunun ötesinde, ilgili bilim adamlarının hepsi bunun bir alarm psikolojisini haklı gösterdiği görüşünde değil.
Küresel ısınmayı tamamen insan yapısı faktörlere bağlama konusunda da bilim adamları arasında fikir birliği yok. Nitekim, bazı bilim adamları 20. yüzyılda gerçekleşen ısınmanın çoğunun 1940’dan önce meydana geldiğine, oysa insan eseri karbondioksit emisyonlarının çoğunun bu tarihten sonra vuku bulduğuna işaret ediyorlar. Yine bunlara göre, iklim değişkenliğinin karbondioksit konsantrasyonlarına bağlı olup olmadığını da bilmiyoruz. Zaten bilim adamları iklimde diğer potansiyel (atmosferle okyanuslar arasındaki etkileşim, solar radyasyonundaki değişiklikler ve volkanik emisyonların soğutma etkisi gibi) faktörlerin etkisini daha yeni yeni incelemeye başlamışlardır.
Kaldı ki, dünyanın ısınmaya devam etmesi halinde bunun felâket boyutlarına ulaşacağı görüşü olgusal bir veri olmayıp bilgisayar modelleriyle elde edilmiş olan tahminlerdir. Bu modeller ise halihazırdaki trendlerin önümüzdeki 50 veya 100 yılda da aynen devam edeceği varsayımına dayanmaktadırlar.
Sonuç olarak şunu demek isterim: Öyle anlaşılıyor ki, dünyamız bir süredir hafif de olsa ısınmaktadır ve bunda insan yapısı faktörlerin de kısmi bir etkisi vardır. Onun için, bu eğer gerçekten de ciddi bir meseleyse, bu konuda elbette hareketsiz kalamayız. Ama bir teyakkuz psikolojisine sürüklenip yanlış işler yapmaktan da kaçınmalıyız. Hatırlamalıyız ki, bu meselede daha donanımlı olabilmemiz bilimsel-teknolojik gelişmeyi ve iktisadi büyümeyi frenlemekle değil, bunun tam tersi yolu tutmakla mümkündür.
Star, 05.12.2009