Hadi hayırlı olsun!
Diyarbakır’da iki gün süren Demokratik Toplum Kongresi’nin sonuç bildirgesinde kongrenin temel gündem maddesi olan “Demokratik Özerklik” ilan edildi!
Yanlış duymadınız, biz daha “Baydemir’i anlama” çağrıları yaparken, “önyargılarımızın esiri olmayalım; bunda bir şey yok, korkmayalım, tartışalım” diye didinirken, meğer onlar tartışmayı bitirmiş, özerkliklerini de ilan etmişler bile.
Hatırlarsanız, bu demokratik özerklik ilanı meselesi yaklaşık bir buçuk aydır gündemdeydi. Konu, haziran ortalarında BDP’li belediyelerin Diyarbakır’da yaptıkları bir toplantıda “belediyelerin merkezi hükümetten tamamen bağımsız hale getirilmesi için mücadele etme” kararı almaları ile başlamıştı. Bizler, sözü edilen “mücadele”nin nasıl bir mücadele olduğunu daha tam anlamamıştık ki, birkaç gün sonra Cemil Bayık’ın açıklaması geldi. Bayık, Fırat Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, yakında bölgenin demokratik özerkliğini ilan edeceklerini söyledi. Dediği özetle şuydu: “Ya devlet bizimle demokratik özerklik için müzakere masasına oturur ya da biz tek taraflı olarak bölgenin özerkliğini ilan ederiz. Yakında bunun resmi ilanını da yapacağız.”
Meğerse, bizim Demokratik Özerklik konusunu hem kendi aralarında tartışmak hem de kamuoyu yaratmak için topladılar zannettiğimiz Demokratik Toplum Kongresi de bu ilan sürecinin son ayağı imiş ve eğer duyduklarımız doğruysa, uygulamayı da gelecek hafta Karayılan bir açıklamayla başlatacakmış. Artık nasıl kurarlar yerel parlamentolarını bilemem… Gizli seçim sandıkları yerleştirip illegal bir genel seçim mi yaparlar; yoksa İmralı mı atar “Kurucu Meclis”i… Bir de bayrak çektiler mi…
Bu arada merak ettiğim bir şey de şu: Hani Baydemir “Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak” demişti de biz de inanmıştık ya; peki siz böyle alır başınızı giderseniz, nasıl olacak da olacak? Doğu Karadenizliler, Orta Karadenizliler, “Madem Kürtler özerk bölgelerini kurdu, ehh biz de bizimkini kuralım bari” mi diyecek? Herkes parlamentosunu kurunca, Meclis de mecburen, tatil matil dinlemeden alelacele toplanıp istim arkadan gelsin misali yeni bir yerel yönetim yasası mı çıkaracak?
***
Ben de bugün ne yazmaya hazırlanıyordum, biliyor musunuz?
Şu demokratik özerklik tartışmasını yavaş yavaş sindirmeye başladığımızı; artık eskisi gibi özerklik lafını duyunca dudağımızın uçuklamadığını; “hain” suçlamalarının epey azaldığını; buna karşılık “Hele bir durun bakalım, ne istiyorlarmış”, “Belki o kadar da kötü bir fikir değildir” diyenlerin çoğaldığını yazacaktım. Eğer böyle giderse, birkaç yıla kalmadan bu konuda ciddi bir demokratik kamuoyu oluşabileceğini; Kürt’üyle Türk’üyle etkili bir demokratik mücadele verilirse radikal bir yerel yönetim reformunun gündeme gelmesinin pekâlâ mümkün olabileceğini yazacaktım. Bundan 87 yıl önce kurulmuş merkezi devlet yapısının artık bu büyüklükte bir ülkeyi tek elden yönetmesinin imkânsız hale geldiğini; artık iyice dayatan bu yapısal değişikliğin seçimden sonra gerçekleşeceğini umduğumuz topyekûn anayasa değişikliği sürecinde mutlaka gündeme geleceğini yazacaktım. Zaten üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa’nın da, “çeşitli Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunmasına ve güçlendirilmesine, demokratik ilkelere ve idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı” gerekçesiyle sıcak baktığını yazacaktım.
Şimdi ne olacağını yazayım:
PKK, “Ben artık özerklik ilan ediyorum, kendi yönetimimi kuracağım, valimi kendim seçeceğim, yerel kaynaklarımı da kendim kullanacağım” diye deklare ettiğine göre, bunun arkasından da Güneydoğu’da elinde tuttuğu belediye başkanlıklarını merkezi yönetime karşı baş kaldırmaya, yani fiili isyan durumu yaratmaya çalışmak gelir.
Siz, o bölgede halkın oylarıyla seçilmiş 99 belediye başkanının birden, mevcut Yerel Yönetimler Yasası’nı tanımadığını ilan ederek kendi kafalarından kendilerine tanıdıkları yetkileri fiilen kullanmaya giriştikleri bir tabloyu düşünebiliyor musunuz? Böyle bir durum doğduğunda bir hukuk devletinde yapılabilecek tek şey vardır: Bütün o belediye başkanlarını görevlerinden almak ve soruşturma açmak… Peki ondan sonra ne olması beklenir? Bölge halkının “kendi seçtiklerine” sahip çıkmak için sokaklara dökülmeye çağırılması… Güvenlik kuvvetlerinin bu gösterilere müdahale etmesi… Ortalığın kan gölüne dönmesi… Ardından gelsin olağanüstü hal ya da sıkıyönetim… Ergenekon’un hortlatılarak Güneydoğu’nun yeniden kan ve şiddete boğulması, şiddetin bölge halkının tümünü kuşatması, ezmesi, doğacak kaos içinde hükümetin ülkeyi idare edemez hale gelmesi, siyasi kriz doğması, derin devletin ipleri yeniden ele geçirmesi…
Plan bu… Hayal bu… Bu planda başarılı olma-sonuç alma-güçlü çıkma diye bir perspektif yok; sadece Güneydoğu halkıyla hükümeti karşı karşıya getirme, halkı kırdırma, Kürt sorununu derinleştirme hedefi var.
Açık koyalım: Bu plan ortak bir plandır. Köşeye sıkışmış iki gücün; PKK’nın ve derin devletin etraflarındaki kuşatmayı yarmak için planladıkları bir intihar harekâtıdır.
Öcalan ya da Karayılan gibi kazanma umudunu hepten tüketmişlerin böyle bir “intihar” harekâtına girişmeleri anlaşılabilir bir şey…
Ama ya Ahmet Türk gibi, Tuğluk gibi sağduyulu bildiğimiz kişilere ne demeli?
“Özerk Kürdistan”ın ilan edildiği Demokratik Toplum Kongresi’nin başkanlığını bu ikili yapmıyor muydu?
Yoksa onlar da mı cinnet getiriyor?
Bugün, 11.08.2010