Kurban Bayramının Düşündürdükleri

İlkokul yıllarımda dinî bayramlar mı yoksa millî bayramlar mı daha önemli diye düşünürdüm. Biri Müslüman kimliğimizin bir parçasıydı, diğeri Türklüğümüzün. Hangisinden, nasıl ve niye vazgeçecektik ki?

Sonraki yıllarda bu kimliklerden birini öne çıkararak kendini ‘Türk milliyetçisi’ yahut ‘ümmetçi bir Müslüman’ olarak tanıtan insanlar tanıdım. Yetiştiğim çevrede Kürt ve Çerkez çokken gayrimüslim olmamasından belki de, ümmetçiler daha esnek ve hoşgörülüydü. Sonraki tecrübelerim, fanatik dindarların da fanatik milliyetçiler kadar hoşgörüsüz olabileceğini gösterdi. Buna mukabil dindar milliyetçiler, seküler milliyetçilerden daha mutedil ve anlayışlıydılar. Devlet Bahçeli ve Ümit Özdağ mukayesesinde de görebiliyoruz bunu.

Yaş ilerledikçe sorgulamalar artıyor, genişliyor. Bana da öyle oldu. Zamanla, dinî ve millî bayram ayrımının yanlış olduğunu düşünmeye başladım. Doğru tasnif, dinî ve resmî bayramlar şeklinde olmalıydı. Öyle ya, millî bayramlar arasında ne Ergenekon’dan çıkış günü vardı, ne Malazgirt zaferi, ne de Misak-ı Millî’nin kabulü … Önemli günleri yad ediyorsak, cumhuriyet öncesi döneme de bakmak gerekmez miydi? Millî bayram olarak kutlanan günler cumhuriyetin kurucu-resmî ideolojisine atıf yapıp onu beslemekten öte bir anlam ifade etmiyordu.

Sonraki dönemde, dinî ve resmî bayram ayrımının da eksik olduğunu düşünmeye başladım. Nevruz, Hıdırellez ve yılbaşı gibi, dinî nitelikte olmadığı halde toplumun genişçe bir kesimince kutlanan günler vardı. Onları da içine alacak daha doğru bir tasnif için ‘sivil’ veya ‘toplumsal bayram’ ifadeleri kullanılabilirdi belki.

Küçükken beni düşündüren bir diğer konu, dinî bayramlar içinde hangisinin daha önemli olduğuydu. Otuz günlük oruçtan sonra kavuşulan Ramazan Bayramı’nı daha önemli bulurdum. Oruç her mezhebe göre farz iken kurbanın Hanefilere göre vacip, diğerlerine göre sünnet olması ramazan bayramını bir adım öne çıkarıyordu sanki. Hacdakini saymazsak, diğer mezhep mensupları kurban kesmiyor veya kesmeyebiliyordu.

Kurban bayramını bir tık geride görmemin bir diğer sebebi, yol açtığı çevre kirliliğiydi. Çocukluğumun geçtiği taşrada kurban çoğu kez bahçede, bazen sokak ortasında kesilirdi. Kimi kurban sahipleri çukur açıp atıklarını gömse de, herkes aynı özeni göstermezdi. Kurban atıklarının birkaç gün toplanmadan beklediği çöplüğe sineğin biri iner biri kalkardı.

Bugün çöpler daha muntazaman toplansa ve kesimler çok daha sıhhî şartlarda gerçekleşse de, kurban pazarlarının ve kesimlerin yol açtığı çevre kirliliği en önemli eleştiri konusu olmaya devam ediyor. İyi niyetle yapılan her eleştiri dikkate alınmalı. Lâkin kurban kesmeyi ‘katliam’ olarak gören fanatik hayvanseverler ile kurban kesenleri küçümseyen sekülerleri ne anlamak mümkün ne de onlara hak vermek.

Evvelâ kurban, İslamiyete has bir ibadet değil. İslamiyetteki kadar yaygın olmamakla birlikte semavi dinlerde de var, semavi olmayanlarda da. Eski Yunan şehirleri bile sunaklarla dolu. İkinci ve daha önemli mevzu ise insanların inanç ve ibadetlerini küçümseyip alay etmenin medenî bir tavır olmaması. Hıristiyanlıktaki teslis (baba-oğul-kutsal ruh) inancını yahut Hinduların inekle ilgili hassasiyetini istihza ile karşılayan Müslümanlar da, kızmakta ve kırılmakta haklı oldukları sekülerlerle aynı hataya düşüyor. İnanç ve ibadetle alay edilmez.

Kurban kesilmesini ‘katliam’ veya ‘vahşet’ olarak görmek de hatalı. Sair zamanlarda yenen köftenin, dönerin, lahmacunun içinde de et olduğunu fanatik sekülerlerle vejetaryenlere birileri hatırlatsın! İnsanlar avlanmayı öğreneli beri et yiyor, evcilleştirmeyi başardığından beri besicilik yapıyor. Kimse vejetaryen olmak zorunda değil. Birileri tasvip etmiyor diye Müslümanların dininden dönecek yahut kurban kesmekten vazgeçecek hâli de yok. Önemli olan eziyet etmeden, usulüne uygun bir şekilde kesim yapmak.

Kaldı ki hayvanlara kötü muamele eleştirisi matadorlara da yöneltilebilir, Hemingway gibi boğa güreşi tutkunlarına da. Canlı ıstakoz ve yengeçleri kızgın suda haşlayarak pişirenlerle, kafatası kesilen canlı maymunun beynini kaşıklayarak yiyenler kınanmayı daha fazla hak ediyor. Kurban kesmek, bu saydıklarımın yanında çok masum bir davranış.

Kurban kesmek yerine öğrenci okutmak veya fukaraya yardım etmek daha iyi olmaz mı? Olabilir, fakat bu bir tercih meselesi. İnsanlar parasını ne şekilde, nereye ve ne kadar sarf edeceğine kendisi karar verir. Maddî gücü olduğu halde kurban kesmeyebileceği gibi, hem kurban kesip hem yardımda bulunabilir. Başkalarının parasını nereye harcayacağını belirleme hakkını kendinizde görürseniz, gün gelir birileri de size karışır: Alkole, sigaraya, sayısal platformlara ve maçlara harcadığın parayı öğrenci okutmakta kullan!..

İnsanların hayat tarzına, tercihlerine ve bütçesini nasıl kullanacağına karışmak ne kadar yaralayıcıdır halbuki. Mütedeyyin kitlelerin kalbi, 28 Şubat döneminde açılan bu tür yaralarla dolu. Bu yaralardan biri de, kurban derilerini Türk Hava Kurumu’na (THK) bağışlama mecburiyetiydi. Bu dayatma yüzünden kurban sahiplerinin bir kısmı kurban derisini bıçakla parçalayarak kullanılamaz hâle getirdi. Bir kısmı, deriyi gizlice camiye veya cemaatlere bağışladı. Büyükçe bir kısmı ise yasaya kerhen uyarak THK’nın seyyar ekiplerine teslim etti derisini. Yanlış olan THK’nın kurban derisi toplaması değil, THK dışında hiçbir kişi ve kurumun bu işi yapamamasıydı. İnsanın kendi mülkiyeti üzerinde karar verme yetkisini ortadan kaldıran bu yanlış tatbikat, yıllar sonra düzeltildi. Kurban derisi, istenilen kişi veya kuruma bağışlanabiliyor artık.

Benzer bir tercih özgürlüğü, vekâleten kurban kestirilen kurumlar arasında da yaşanıyor. Kızılay, Diyanet ve Mehmetçik Vakfı gibi yarı kamu kurumları yanında, muhtelif sivil toplum kuruluşları da uzun yıllardır bu işin içinde. Kurban kesmek istediği halde buna zaman ve enerji ayıramayacak durumda olanlar, güvendikleri bir müesseseye vekâlet vererek kurban kestirebiliyorlar.

Vaktiyle bu netlikte teşhis edememiş olsam da, bugünden geriye baktığımda FETÖ’nün kurban ve hasenat piyasasına da el attığını görebiliyorum. FETÖ’nün yayın organları, hayır-hasenat ve eğitim sektöründe faaliyet gösteren diğer (kendilerinden olmayan) vakıf ve dernekleri itibarsızlaştırmak için türlü şayialar çıkararak büyük bir karalama kampanyası yürüttü. Amaç, bu vakıf ve derneklere yapılan bağışların önünü keserek kendi müesseselerine (FETÖ’ye) fon akışını güçlendirmekti. Bunda bir ölçüde muvaffak oldular da. Üçüncü sektörün önde gelen oyuncularından Kızılay’a, Mehmetçik Vakfı’na, Deniz Feneri Derneği’ne ve Lösemili Çocuklar Vakfı’na (LÖSEV) yapılan bağışlar önemli ölçüde azaldı. Dahası, tüm bu ve benzeri dernekler marjinalleştirildi. FETÖ, faaliyet gösterdiği her alanda tek veya en büyük oyuncu olmak için ne hukuk dinledi ne ahlâk. Hepsini çiğnedi. Allah, bu rezil yapıya fırsat vermesin.

FETÖ’nün kurban oyunu

Yıl 2014 veya 2015. Kurban bayramını takip eden günler. Rahmetli teyzem anlatmıştı.

Vekâleten kurban kestirmek istediğini duyan bir tanıdığı, 340.-TL karşılığında kendi (Gülen) cemaatlerinin de bu hizmeti verdiğini söyleyip eklemiş: İki-üç kilo civarında da kurban payı veriyoruz.

Teyzemin kurban bağışı yapmayı düşündüğü dernek 300.-TL istiyormuş. 300.-TL verip pay alamamaktansa, 340.-TL verip iki-üç kilo et almak mantıklı gelmiş. Hem eve kurban eti girmiş olur, hem de daha ekonomik diye düşünmüş (o günlerde etin kilosu 20.-TL civarı).

Emekli maaşından biriktirdiği parayı 340.-TL’e tamamlayıp Gülencilere vermiş. Bayramın ilk günü et gelmeyince, ikinci gün dayanamayıp sormuş ‘kurban etim ne zaman gelecek’ diye.

– Sorma abla, demiş karşısındaki hatun. Bu yıl cemaat pek bir zordaymış. Pay dağıtmama kararı alınmış.

– Nasıl olur, demiş teyzem. 2-3 kilo pay vereceğiniz için kurbanı size bağışladım. Böyle olacağını bilsem, vekâletimi öbür derneğe verirdim.

– Biz de bilmiyorduk abla. Son anda çıktı bu karar. Büyükler böyle uygun görmüşler. Bu yıl böyle oldu, kusura bakmayacaksın.

– Baksam ne olacak ki, demiş teyzem. Demiş ama içine oturmuş. Kandırılmış hissettim kendimi, diyordu.

Aynı günün akşamı, kurban bağışını yaptığı kadının evine 30-40 kilo civarında et gelmiş.

– Ne eti bu, diye sormuş teyzem.

– İstanbul’da en çok hisseyi toplayanlardan biri de benim oğlummuş. Bu etleri mükâfat olarak oğluma gönderdiler, diye gururla anlatmış.

– Nasıl zoruma gitti bilemezsin, diyordu teyzem.

Hikâyenin devamı da var. Gelen eti, ‘ertesi gün hakkından gelmek üzere’ mutfak tezgâhının üstüne koymuş. Ertesi sabah kalkmış ki etler bozulmuş.

– Ete yazık oldu ama onlar da haksızlık yaptılar.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et