RAHMETLİ Bülent Ecevit’in en büyük hayaliydi. Ve 1969’da kurduğu bu büyük hayali yıllar sonra 2001’de Ordu’nun Mesudiye köyünde gerçekleşti. Köyden kente göçün önlenmesi ve tersine çevrilmesi amacıyla Köykent Projesi sayesinde, sanat eviyle, tenis kortlarıyla, köylülerin tümünün ortak olduğu fabrikasıyla, Mesudiye’de örnek bir köy-kent kuruldu.
Aslında Köykent projesi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Köy Enstitüleri Projesi’nden sonraki en iddialı projesiydi. Sosyalist geleneğin devlet çiftlikleri, tarım kooperatifleri ve küçük toprak köylülüğü üçlüsüyle de gayet uyumluydu. Proje, köylüleri sömürüden, kentin zulmünden kurtaracak, kent sakinlerini bile akın akın köylerine geri döndürecekti.
Ama nedense olmadı!
Hatta bir süre sonra, fabrikaları bakımsızlıktan çöken bu nedenle iflas edip borç batağına gömülen Mesudiye köyü sakinleri devleti kendilerini kurtarması için göreve çağırdı.
Geçen yüzyıl boyunca dünya üzerinde nüfusun coğrafi dağılımında olağanüstü değişiklikler yaşandı. 20. Yüzyılın başlarında küresel nüfusun % 10-15’i kentsel alanlarda yaşıyorken 2010 yılında bu oran % 50’yi aştı. 165 milyon şehir sakini 20 kat artışla 3,5 milyara ulaştı. Bugün, her hafta kent nüfusuna 1 milyon kişi ekleniyor. 2050 yılında 9,6 milyara ulaşacak olan küresel nüfusun 6,3 milyarı (% 66’sı) kentlerde yaşayacak.
Aslında kentleşme kalkınmanın ayrılmaz bir parçası. Tarım ekonomisinden kentlere geçiş önemli verimlilik artışları sunuyor. Kent ortamındaki iş ve kazanç imkanı, sunduğu ekonomik fırsatlar ve yaşam standartları insanları kentlere çekiyor.
Makroekonomik düzeyde ise kentler, firmalar için, içsel ölçek ekonomileri ve ekonomik faaliyetlerin belirli bir merkezde toplanması sayesinde “yığılma ekonomileri” yaratıyor. Büyük bir tüketici, üretici ve vasıflı işgücü havuzu oluşturuyor, işbölümü, uzmanlaşma ve inovasyonun yaygınlaşmasını teşvik ediyor, ciddi maliyet tasarrufları sağlıyor ve verimliliği arttırıyorlar.
Hızlı kentleşme eğilimi ekonomik gelişmişlikle de ilintili. En yüksek kentsel nüfus % 82 ile kuzey Amerika’da iken, bunu % 79 ile Latin Amerika ve Karayip bölgesi, % 73 ile Avrupa, % 71 ile ise Okyanusya takip ediyor. Asya ve Afrika ise % 44 ve % 39 ile en düşük kentli nüfusa sahip bölgeler. Gelişmiş ülkelerde kent sakinlerinin oranı nüfusun ortalama % 78’i iken, gelişmekte olan ülkelerde % 46’sı, en az gelişmiş ülkelerdeyse % 26’sı düzeyinde.
Gelişmekte olan ülkelerde kentli nüfusun %33’ü, dünya kentli nüfusunun ise dörtte biri varoşlarda yaşıyor. Uygun bir kent planlaması yapılmaması durumunda varoş-kentler yükseliyor.
Kentli nüfusun artışı kentlerin büyüklüklerini de değiştiriyor. Dünya üzerinde 1900’de 1 milyonu aşan 12 şehir mevcutken, 2000 yılında bu rakam 378’e ulaştı.
Aynı dönemde dünyanın 100 en büyük şehrinin ortalama büyüklüğü 600 bin kişi iken, bugün 6,3 milyona ulaştı. 1950’de dünyada nüfusu 10 milyonun üzerinde 2 megaşehir var iken, bugün 21 megaşehir var.
Kent nüfusundaki bu devasa artış ekonomik ve sosyal dönüşümleri beraberinde getirecek. Şehirler orta sınıfın çoğalmasına ve küresel tüketim toplumunun ortaya çıkmasına, yaşam kalitesinin artmasına yol açıyor. Orta sınıf tüketicilerin 2010’da 1,8 milyardan 2030’da 4,9 milyara çıkacağı tahminleniyor.
Büyük bir orta-sınıf patlaması bizi bekliyor. Bu durum ekonomi üzerinde olduğu kadar, demokratik karar alma süreçleri üzerinde de etkili olacak. Metropolitan yönetişimin demokratik uygulamaları, artan bir şekilde NGO’lara ve sivil toplumun katılımına açık hale gelecek.
Bernard Shaw şöyle demişti; Mahatma Gandhi ve ben, geleceği gören sayılı kişilerdendik…
Herkese yol göstermeyi kendimize görev edinmiştik, yazık ki yol işaretlerine bakmak istemiyor, bay dünyalılar.
Yeni Yüzyıl, 31.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/koyden-indim-kente-719