Uzun Soluklu Mücadele
Dünya koronavirüs salgınıyla boğuşmaya devam ediyor. Kesin olarak bilinemeyecek bir süre boyunca, boyutları ve yoğunluğu değişse de, bu mücadele sürecek. Kimsenin moralini bozmak istemem ama yolun henüz başındayız, yolu ortaladığımız veya sona geldiğimiz filan yok. Bu, gayet olağan. Muhtemelen, koronavirüs hakkında bilinmeyenler bilinenlerden fazla. Tatminkâr ve mücadeleyi mutlak olarak kazanmamıza yetecek bilgi seviyesine ulaşmak zaman alacak. Vaka tespiti, vefat ve iyileşme oranlarıyla ilgili, trend gösteren, güvenilir istatistikler de henüz tam olarak oluşmadı. Görünen o ki, etkili bir aşı ve ilaç bulunana kadar diken üstünde oturmaya devam edeceğiz. Korktuğumuzdan çok daha hafif veya ağır sonuçlarla karşılaşabiliriz. En iyi durum senaryosunda -ki bu senaryonun şu anda hiçbir maddî temeli yok- mevcut vaka ve vefat sayısının birkaç kat artmasıyla dünya bu belayı savuşturabilir veya yatıştırabilir. En kötü durum senaryosu ise bir tür küçük kıyamet olur.
Küçük kıyamet için eldeki bilgilere dayanarak aşağıdaki gibi bir tablo çizilebilir. Virüs salgınının aşı ve ilaç bulunsa bile, eninde sonunda çok geniş kitleleri etkileyeceği kesin. Bir tahmine göre dünya nüfusunun üçte ikisi virüsle tanışacak. Bu, dünyadaki insan nüfusu7.5 miyar olduğuna göre, 5 milyar kişi virüs kapacak demektir. Bunların yüzde %80’i hiç semptom göstermeden –yani enfekte olduğunun farkına bile varmadan- veya çok hafif semptomlarla -yatağa düşmeden- virüsü yenecek. Bu 4 milyar kişi demek. Geri kalanlar değişik ağırlık derecelerinde koronavirüs hastası olacak. Bu da 1 milyar kişi demek. Bu virüsün hastalandırdığı kimseler arasındaki her %1’lik nüfus 10 milyona tekabül ediyor. Vefat oranı her yüzde bir arttığında ölen insan sayısı 10 milyon artacak. Ölüm oranı ortalama %10 olursa 100 milyon kişi hayata veda edecek.
Hepimiz biliyoruz ki ölüm sayının belirlenmesinde içi içe geçmiş olarak kişisel ve kişilerle doğrudan alâkalı olmayan bazı faktörler etkili oluyor. Kişisel faktörler arasında yaş, kronik hastalığa sahip olup olmama, kronik hastalık varsa onun ne olduğu ve ne kadar ağır olduğu ve hepsinin temelinde enfekte olan kişinin bağışıklık sisteminin gücü yer alıyor. Kişilerle doğrudan alâkalı olmayan faktörler ise genel olarak sağlık sistemiyle ve sağlık hizmetlerinin yapılanmasıyla bağlantılı. Bunlar arasında daha fazla test yaparak erken teşhis ve müdahale, sağlık sisteminin hastaları absorb etme kapasitesi -yani yoğun bakım yatak ve solunum cihazı sayısı- ve sağlık personelinin yeterlik derecesi ile çalışma düzeni gibi faktörler bulunmakta. Ülkelerin sağlık sistemleri, ister özel sektör ister kamu sektörü ağırlıklı olsun, nadiren ortaya çıkan salgınlara göre yapılanmıyor. Bu yüzden, salgın, hızlı yayıldığı yerlerde sağlık sistemlerini hepsine aynı anda tedavi hizmeti sunulamayacak kadar çok hasta ortaya çıkartarak çökertiyor. Yoğun bakım ünitesi ve solunum cihazı yetersizliği kurtulması mümkün bazı hastaların vefat etmesine sebep olabiliyor. Sağlık sistemlerini her vakaya cevap verecek bir hızla salgına göre yapılandırmaya yeterli zaman ve kaynak yok. Bundan dolayı bütün ülkeler salgının yayılma hızını azaltmaya, böylece salgının sistem üzerindeki baskısını kırmaya, hastalıklara müdahaleyi daha uzun bir zamana yaymaya çalışıyor.
Hükümetin-Devletin Nispî Başarısı ve Kaynakları
Bir dünya problemi olan, ancak, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın dediği gibi, ülkelerin birbirinden izole olmaya başlaması yüzünden mücadelenin esas olarak ulusal ölçekte yürütülmesi gereken koronavirüs salgınında devletlerin ve ülkelerin performansını ölçebilir miyiz? Hangi devletlerin ve ülkelerin daha başarılı, hangilerinin daha başarısız olduğunu tespit edebilir miyiz? Ülkeleri bu bakımdan karşılaştırabilir miyiz? Bunun da birçok zorluğu var. Henüz elimizde dayanabileceğimiz kesin kıstaslar ve tam manasıyla güvenilir istatistikler yok. Dolayısıyla, yapılacak her değerlendirme şu veya bu ölçüde spekülasyon ihtiva edecektir.
Buna rağmen, Türkiye’nin (hükümet-devlet ve toplum olarak) başarı derecesine ilişkin bazı tespitler ve değerlendirmeler yapmak mümkün görünüyor. Ama ihtiyatlı olmayı elden bırakmadan, zafer naraları veya bozgun nidaları atmadan. Bunu söylemek lâzım zira Türkiye’de iktidar ve muvafık medya eksiksiz bir zafer siyasî muhalefet ve muhalif medya ise tam bir bozgun, muazzam bir başarısızlık söylemi tutturma eğilimi içinde. İkisi de yanlış.
Kanaatimce hükümetin (devletin) koronavirüs salgınıyla mücadelede nispî bir başarısı var. Daha iyi anlaşılması için yüz puan üzerinden notlarsam, bu başarıya 85 civarında bir not veririm. Yüz üzerinden yüz almak olayın mahiyetinden dolayı imkânsız yakın olmakla beraber, yüzde 85 hem iyi sayılacak bir başarı seviyesinin tutturulduğunu hem de ders alınması ve belki düzeltilmesi gereken bazı hataların yapıldığını düşündüğümü gösterir.
Önce nispî başarı tablosundaki unsurlara bakalım. Koronavirüsün ülkeye nispeten geç girmesinin sağlanması, vaka sayısına göre vefat sayısının başka birçok ülkede olduğundan hayli düşük seviyede kalması, iyileşen hastaların sayısının yüksek olması, dünyanın her tarafındaki bir tür kapana sıkışmış olan vatandaşlarımızdan geri dönmek isteyenlerin ülkeye taşınması, sağlık sisteminin bazı ülkelerde olduğu gibi çökmemesi, yine kimi ülkelerde yaşlıların kaldığı yerlerde yaşananlara benzer dramların görülmemesi, hayatın çoğu ülkede olduğundan daha az aksayarak ve kesilerek sürmesi nispî başarının başlıca parçaları.
Bu nispî başarının ardına yatan faktörler neler?
Salgın Türkiye’ye ulaşmadan konuyu takip etmeye çalışan bir Bilim Kurulu’nun kurulması ve çalışmaya başlaması, riskli ülkelerle erken zamanda tamamen temasların tamamen kesilmesi veya azaltılması, bu çerçevede hava ulaşımının durdurulması ve sınırların kontrol altına alınması, hava limanlarında ve gümrüklerde yurt dışından gelenlerin vücut ısısını ölçme sistemlerinin kurulması, erken sayılacak bir tarihte yurt dışından gelenlere karantina uygulamaya başlanması gayet isabetli ve yararlı adımlardı. Salgın ortaya çıkınca enfekte olanların temas izlerini takip eden filyasyon uygulaması üzerinde özellikle durmak lazım. Bu başka ülkeler tarafından da takip ve takdir edilen çalışmalar ile 6 binin üzerinde ekip enfekte olanların izini belirliyor ve semptomlar ortaya çıkmadan veya bu kişiler hastaneye başvurmadan takip edip tedbir alınmasını sağlıyor. Bugüne kadar 700 binden fazla insana bu şekilde ulaşıldı. Herkese yasak getirmek yerine virüsü farkında olmadan yayma ihtimâli olan 20 yaş altına ve virüsten en çok ve en kötü etkilenmesi ihtimâli olan 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirilmesi de yerinde tedbirlerdi.
Keza, virüsün şehirde şehre gezmesini önlemek için 31 büyük şehrin ve özel durumu olan Zonguldak’ın sakinlerine getirilen seyahat kısıtlamaları ve yasakları, insanların toplu hâlde bulunduğu kafe ve lokantaların faaliyetlerine geçici olarak ara verilmesi, söz konusu illerdeki hafta sonu sokağa çıkma yasakları, bazen hafta sonu yasaklarının resmî tatillerle birleştirilerek uzatılması da alınması gereken ve zamanında alınan tedbirlerdi. Türkiye’nin bir diğer avantajı, virüsün nispeten geç gelmesinden dolayı diğer ülkelerin tecrübelerinden bir şeyler öğrenebilecek durumda olmasıydı.
Bütün bu uygulamaların arkasında elbette bir yandan teknik bilgi diğer taraftan siyasî irade yatmaktaydı. Hükümet krizi başarıyla yönetiiyor. En başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sağlam bir irade sergiledi. Kararlı durdu ve ne yapacağını bilemeyen, paniğe kapılmış, iş oluruna bırakmaya hazır ve razı bir lider havası çizmedi. Bu hem mücadele mekanizmasının iyi işlemesine katkıda bulundu hem de topluma güven yaydı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca meslekten olmasının avantajı yanında açık ve sakin tavrı, içten konuşmaları, babacan tutumuyla toplumun takdirini kazandı ve sağlık ordusunu başarıyla yönetti. İç İşleri Bakanlığına çok görev düştü. Mülkî idare amirlerinin koordinasyonunda hem polisiye hizmetler hakkıyla yürütülmekte hem de kamu sivil toplum ortaklığıyla oluşturulan VEFA grubu ihtiyaç sahiplerine etkili şekilde ulaşmayı mümkün kılacak bir ağla çalışmakta. Süleyman Soylu dikkatli ve dirayetli bir tutumla asayişin sağlanması, tedbirlerin ciddî bicimde uygulanması için bakanlığını seferber etti. Takip ettiğim kadarıyla AK Parti tabanında olmayan kimseler bile bu kararlı duruşlardan ve başarılı çalışmalardan memnun oldu.
Elbette bu nispî başarıda çok büyük bir pay sağlık sistemimizin çalışanlarına ait. Hocalarıyla, doktorlarıyla, hemşireleriyle ve destek birimleriyle sağlık ordumuz mükemmel çalıştı. Sağlıkçılarımızın hem teknik-meslekî bilgi ve becerisi hem de Batı’nın yozlaşmış refah sistemlerindeki sağlıkçılardan farklı olarak mesai kavramına takılmadan, özel ve ailevî hayatlarından fedakârlıklar yaparak, evinden ve ailesinden ayrı kalmayı dahi göze alarak gece gündüz demeden fedakârca çaba sarf etmesi de nispî başarının temel unsurlarından oldu.
Bir diğer faktör, Türkiye’nin özellikle son on senede gelişen sağlık alt yapısı. Tıp profesörü Melih Bulut’un dediği gibi özel sektör ve kamu sektörü karması bir sisteme sahip olan Türkiye bunun yararını gördü. Türkiye açıklanan rakamlara göre sağlık alt yapısı bakımından dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri. Hem sağlıkçılarımızın bilgi ve becerisi hem tesislerimizin iyiliği zaten yıllar önce Türkiye’ye yönelik bir sağlık turizmi başlatmıştı. Ne kadar yerinde ne kadar lüzumsuz olduğundan kesin olarak emin olamadığım dev şehir hastaneleri salgın zamanında bir avantajımıza dönüştü. Yoğun bakım yatağı sayısı bakımından Avrupa’da başta gelen Türkiye, virüsün ülkeye geç girmesi ve ağır hastaların sayıca nispî azlığı sayesinde sağlık sisteminin İtalya, İspanya, İngiltere ve hatta ABD’de olduğu gibi bir çöküş yaşamasını engelledi. İnşallah ilerde de böyle bir şey vuku bulmaz. Böylece Türkiye salgında ölüm oranı en düşük ülkelerden biri olmayı başarır.
Yanıldığım Noktalar
İtiraf etmem gerekir ki bir-iki noktada ben yanıldım ve hükümet haklı çıktı. Bir ara genel bir sokağa çıkma yasağı uygulanması zamanının geldiğini düşünmüş ve yazmıştım. Hükümet bu yola gitmedi. Yaşa ve hafta sonuna bağlı kısmî sokağa çıkma yasakları uygulamayı tercih etti. Bunun şimdi benim önerimden daha isabetli olduğunu anlıyorum. Zira her şeyden önce genel bir sokağa çıkma yasağı insanların psikolojik dengesini çok bozabilir. İkincisi ve daha az önemli olmayanı, ekonominin çarklarının dönmesi şart, genel bir sokağa çıkma yasağı bunu imkânsızlaştırır veya çok zorlaştırır. Virüs kapıp hastalanmaktan elbette korkuyoruz ve şikâyetçiyiz ama orta ve uzun vadede en önemli şey üretimin (özellikle de tarımsal üretimin) devam etmesi. Aksi takdirde yiyecek arzı azalır ve insanlar arasında yiyecek için korkunç kavgalar çıkar. Birçok insan açlıktan kırılır. Açlık tehlikesiyle yüzleşen insanları hiç bir güç evde tutamaz. Tabiatı icabı insan tok ölmeyi aç ölmeye, gıda peşinde koşarken ölmeyi evde aç yatarken ölmeye tercih eder.
Hükümetin Hataları
Buna karşılık hükümetin hatalarının da olduğuna kaniyim. En başta geleni umreden gelen birinci kafileye karantina uygulanmaması var. Sadece havaalanında ateşleri ölçülen bu insanlar arasında virüs taşıyanlar bulunmuş olabilir. İnsanlar elbette umreye gitme hakkına sahip. Ancak, hükümetin bu riskli dönemde umre ziyaretlerine engel olması, bir hak ihlâli sayılmazdı. İzin verdiyse bu sefer ilk kafilenin de ikinci kafile gibi 14 günlük karantinaya alınması uygun olurdu. Bu hata, Avrupa’dan gelenler vardı, onlar da karantinaya alınmadı itirazıyla geçiştirilemez. Bir yanlış başka bir yanlışı aklamaz. Elbette Avrupa’da eğitimden veya turistik geziden dönenler de karantinaya alınmalıydı ama onların durumu umrecilerin durumuyla tıpatıp aynı değildi. Avrupa’dan gelenler bireysel olarak veya küçük gruplar hâlinde gidip gelmişlerdi, umreciler ise devletin organize ettiği büyük gruplar içindeydi. Bu yüzden daha kolay farkına varılabilir ve takip edilebilir bir topluluktu.
Hükümetin ikinci hatası maske meselesi etrafında vuku buldu. Bu da iki biçimde oldu. İlk olarak, dışarı çıkanlara, özellikle marketlere, pazarlara ve kalabalık yerlere gidenlere maske takma mecburiyeti çok geç getirildi. Bu nasıl oldu bilmiyorum. Televizyonlardaki tartışmalarda birçok tıpçı, hasta olmayanların maske takmasına gerek yok, maskeyi sadece hasta olanların takması yeter diyordu. Oysa Çin’den gelen görüntülerde sokaklarda gezen herkesin maskeli olduğu görülüyordu. Acaba Bilim Kurulu bu doğrultuda bir tavsiye kararı almakta geç mi kaldı? Yoksa Bilim Kurulu karar aldı ama hükümet bu karara uymadı mı? Maske vasıtasıyla vuku bulan ve henüz tam olarak giderilememiş olan bir diğer hata da hükümetin maske satışını yasaklaması ve maske dağıtımını bizzat üstlenmeye karar vermesiydi. Benim için şaşırtıcı olmayacak şekilde bir belirsizlik ortaya çıktı. Maskelerin önce PTT aracılığıyla vatandaşlara ulaştırılmasına karar verildi. Sonra, gelen haberlere göre, Türk Eczacılar Birliği’nin talebiyle maskelerin eczaneler üzerinden dağıtılmasına karar verildi. Sanırım eczacılara bir kazanç sağlamaması, bu işin eczacılar tarafından gereksiz bir yük gibi algılanmasına sebep oldu. Birçok insan maske aldı ama birçok insan da alamadı. Hükümet hem ekonomik gücü olmayanlara maske temin etme hem de maske fiyatlarının maske satın alacak geliri yetersiz vatandaşlara külfet bindirmesini önleme amacıyla bu uygulamayı hayata aktarmak istedi. Ancak, ne devlet ne de başka bir beşerî güç toplumsal hayatın akışını zapturapt altına alabilir. Bu sefer de öyle oldu. Krize giden yol iyi niyet taşlarıyla döşendi. Artan şikâyetler hükümeti harekete geçirdi. Hükümet maske satışını serbest bırakmaya karar verdi. Ancak, bu sefer de maskede tavan fiyat koyacağını ilân etti.
Satış yasağı gibi tavan fiyatı da yanlış ve zararlı. Satış yasağı da tavan fiyat da piyasanın üretici dinamizmini öldürür. Aynı zamanda dağıtım mekanizmasını da engeller. Çünkü piyasa aynı zamanda en etkin ve yaygın dağıtım ağıdır. Kimse bu bakımdan piyasa ile boy ölçüşemez. Sovyetler Birliği’nde sık sık kıtlık yaşanmasının sebeplerinden biri etkin dağıtım yapamamaktı. Üretimin yeterli olduğu durumlarda bile mallar onları isteyen insanlara ulaştırılamadı, çünkü piyasanın tahribi dağıtım ağını da tahrip etmişti. Bu yüzden bir tarafta insanların sahip olmak için can attığı mallar depolarda beklerken diğer tarafta da insanlar bu mallara ulaşmak için umutsuzca bekledi. Yiyeceklerde olduğu gibi dayanıklı tüketim mallarında da durum böyleydi. Bizim maske meselesinde de bunlar yaşandı. Tavan fiyat uygulamasının da benzer sonuçlar yaratması kaçınılmaz. Fiyatlar toplumun, ekonominin değişen şartlara uyum sağlama aracıdır. Yasak ve tavan fiyat bu uyum kapasitesini tahrip eder. Piyasa her zaman kaynakların en etkin şekilde kullanılmasını teşvik eder ve sağlar. Piyasa malları çeşitlendirir ve mal özelliklerinde hem de fiyatlarda bir menü yaratır. Oysa devlet kısıtlamaları bir tabldot yaratır bu tabldota kıtlık ve ekonomi dışı unsurlar eklenir. İnsanlar piyasanın yarattığı menüden zevklerine, imkânlarına, ihtiyaçlarına göre seçim yapar. Maske üretim, dağıtım ve pazarlamasında piyasa dinamiklerinden yararlanmak en faydalı yol olur.
Bir süre öncesine kadar hükümetin üçüncü hatasının özellikle İstanbul ve Ankara Belediye başkanlarının açmak istediği yardım kampanyasına gösterdiği tepkide ortaya çıktığını düşünüyordum. Şimdi bundan o kadar emin değilim. İlgililerle konuştum ve mevzuata baktım. Mevzuat Belediyelerin istediği gibi bağış kampanyası açmasına izin vermiyor. Türkiye’de, malum, mahallî idare birimleri üzerinde merkezin vesayet denetimi var. Bu yüzden İstanbul ve Ankara Belediyelerinin resmen müracaat etmesi ve oturup ilgili mülkî idare amirleriyle konuşması gerekirdi. Diğer taraftan, öğrendiğime göre ilçe belediyeleri ile mülkî amirlikler arasında zaten bir işbirliği var. VEFA grubunda belediyeler de ortak.
Salgınlar savaşlar gibi bir millî beka meselesi yaratır. Bu problemle baş edebilmek için bütün toplumsal kaynakların seferber edilmesi ve bu kaynakların etkili ve verimli şekilde kullanılmasının koordine edilmesi gerekir. Bunu yapacak olan en yaygın kamu otoritesidir, yani devlettir. Devleti çalıştıracak olan ise hükümettir. Bu yüzden koronavirüs ile savaşta başrolde hükümet var. Ancak, toplumun tümüyle seferber edilmesi şart. Siyaseten aşırı bölünmüşlüğün salgın gibi kritik zamanlarda bile ortadan kalkmayacak kadar güçlü olduğu Türkiye’de hükümetin mevzuatın kısıtlarına rağmen Ankara ve İstanbul belediyelerinin yardım toplamasının önünün açılmasına yardımcı olması uygun olurdu. Hükümet E. İmamoğlu’nun kendisini hükümetle aynı yetki seviyesinde gördüğü izlenimi yaratan sözlerine ve tavırlarına rağmen bunu yapmalıydı. CHP başta olmak üzere muhalefet olayı başka türlü gördü ve tabanına öyle yansıttı. Bu yüzden ortalama gelir seviyesi daha yüksek CHP tabanı hükümetin açtığı yardım kampanyasına hemen hemen hiç katılmadı. Bu, toplanabilecek bağış miktarını azalttı. Ayrıca, bu durum, ilerde, söz konusu belediyelerin, özellikle İstanbul Belediyesi’nin, muhtemel başarısızlıklarında belediye başkanları tarafından toplumun önüne sebep olarak konabilecektir.
Toplumun Durumu
Hükümetin-devletin koronavirüs ile mücadelede performansını artılarıyla eksileriyle değerlendirmeye çalıştık. Ya tüm unsurlarıyla toplumdan ne haber? Toplum destek sağlamaz ve gerekenleri yapmazsa bu mücadele devlet tarafından tek başına verilemez ve kazanılamaz. Doğrusunu söylemek gerekirse bu alanda da iyi ve kötü şeyler var. Türkiye’de bazı yerlerde olduğu gibi sokağa çıkma yasakları yüzünden marketler yağmalanmadı. Sokağa çıkma yasaklarına gittikçe artan oranda uyuldu. Özellikle bazı gençleri dizginlemek zor oldu ama yasağa uyma oranı devamlı yükseldi. Ekonomi çarkları bir ölçüde dönmeye devam etti. Online satış siteleri ve kargo şirketleri üstün bir performansla çalışarak ihtiyaçları hanelere ulaştırdı. Piyasa aktörleri hemen duruma uyum sağladı ve hem market zincirleri online satış ağları oluşturdu hem de müstakil online satış işletmeleri faaliyete başladı.
Kötü şeyler arasında en dikkat çekenlerden biri umreden gelenlere ısrarla yapılan hoş geldin ziyaretleri oldu. Keza otogarlardaki asker uğurlamaları da bir sorundu. Zamanla bunlar dindi. Bir diğer sıkıntı hafta sonu sokağa çıkış kısıtlamalarının bitiminden sonra, hafta başlarında, hâllerin ve pazarların birden bire çok sayıda insan tarafından doldurulması. Bu zaman zaman tekrarlanıyor. Bazı caddeler, pazarlar ve sahil kesimleri evde sıkılan insanların akınına uğruyor. Bu sıkıntılı bir durum. Henüz koronavirüs ile savaş tam olarak kazanılmış değil. Gevşeklik ağır zararlar yaratabilir. Uzmanlara göre aşırı kalabalıklaşma vakaları olmasaydı bugün vaka sayısında daha aşağıda olabilirdik. Demek ki gelecek günlerde de sanki problem tamamen çözülmüş gibi yapıp sokaklara akmamak lâzım. Fahrettin Koca’nın da dikkat çektiği gibi başlayan kısmî normalleşme her zamanki normal hayatımıza dönme anlamına gelmeyecek.
Siyasette ve Medyada Muhalefetin Tutumu
Ya muhalefet, siyaset ve medya ayaklarıyla nasıl bir tutum aldı? Koronavirüs ile mücadeleye destek mi sağladı taş mı koymaya çalıştı? Koronavirüs ile mücadele günlük, sıradan bir problemle boğuşmak anlamına gelmiyor. Millî seferberlik gerektiren bir beka meselesi. Dolayısıyla böyle bir dönemde toplumsal seferberlikte yer almak, yapıcı öneriler getirmek gerekirdi. Ne yazık ki siyasî muhalefet de medya muhalefeti de böyle bir tavır takınmadı. Durumun iyiye değil kötüye gitmesinden memnuniyet duyacağı izlenimini veren açıklamalar, çıkışlar yaptı. En fenası Türk Tabipler Birliği’nin tutumuydu. Mücadele verilen alan kendi alanları olmasına rağmen TTB yöneticileri işe yarar, iyi niyetli, mücadeleye katkıda bulunması ihtimâli olan tek öneri yapmadı. Devamlı olarak koronavirüsten vefat sayısının gerçekte resmen açıklanandan daha yüksek olduğunu iddia etti. Bir kere bu TTB’den çok medyanın işi. Olsa olsa şeffaflık açısından bir değer taşıyabilir. İkincisi, ne TTB ne de böyle bir haber için bayram yapacak muhalif medya bir kanıt sunmadı. Ayrıca, vefat sayısının daha fazla olması neyi gösterecek veya değiştirecek? TBB buna dayanarak mücadelenin iyi yürütülmediğini mi iddia edecek? O zaman daha iyi mücadele için somut önerilerle ortaya çıkması istenmeyecek mi?
Yarı resmî bir STK olan TBB gibi yapılanmalar yanında muhalif medya organları da sık sık yalan ve çarpıtmalarla dolu habercilikleriyle mücadeleye destek olmaktan çok köstek olmaya yarayan bir çizgi izledi ve asıl vurulan toplum değilmiş gibi salgın üzerinden hükümeti ve Erdoğan’ı vurmaya çalıştı. Bu tutum Kızılay’ın kan stoklarının bittiğini ve acilen kan bağışına ihtiyaç olduğunu açıklamasına rağmen muhalif kesimin bir tür boykot ve bloke çabasına girmesi gibi trajikomik durumlar ortaya çıkardı. Bu da hiç hoş olmadı. Korona virüs insanlara zarar verirken din, inanç, siyasi görüş, parti bağı, etnisite ayrımı yapmıyor.
Sonuç
Koronavirüs ile mücadelede Türkiye nispî bir başarı sağladı. Buna katkısı olan herkese müteşekkiriz. Ancak, yazının başında da dediğim gibi, mücadele henüz bitmedi ve çok yakın gelecekte de bitmeyecek. Koronavirüs ile savaşı hepimizi ilgilendiren ve herkesin üzerine düşeni yapması gereken bir ulusal mücadele olarak görmek zorundayız. Siyasî ihtiraslarımızdan ve entelektüel fantezilerimizden kurtularak ve toplumsal sorumluluklarımızı unutmadan bu mücadeleyi kazanmaya odaklanmalıyız. Aksi takdirde çok daha ağır tahribatlar yaratacak yeni dalgalarla karşılaşabiliriz.