Modern insan, aklı, bireysel ve toplumsal hayatta doğrunun yegâne kaynağı olarak görmeye meyilli. Bunu ifade eden tipik bir söz “aklın yolu birdir” ifadesi. Bu söz her problemin tek çözümü olduğu ve bunun da bu sözü sarf eden tarafından bilindiği çağrışımı yapıyor. İlginçtir, aklı öne çıkarma ve neredeyse tekelci biçimde vurgulama bakımından ideolojiler ve hatta dinler arasında fazla fark yok. Sosyalist de liberal de sıklıkla akla müracaat eder. Birçok Müslüman dininin haklılığını akla müracaatla vurgular. İslam’ın akıl -ve bilim- dini olduğunu söyler. Akla doğrunun ve doğru davranışın tek kaynağı olma tacını giydirmede geniş anlamdaki liberal gelenek içinde yer alan anarko-kapitalistler belki de başı çekiyor denebilir. Bu, akla tek bilgi ve hakikat kaynağı olarak muamele etmeye neredeyse her türlü sosyalliği dışlayan abartılı bir bireyciliğin eklenmesi sayesinde vuku buluyor. Böylece, tartışılır biçimde I. Kant’a dayandırılan ve imkânsızlığa tekabül eden, sosyal hayatta uyduğu tüm kuralları tamamen kendisi koyan otonom insan nosyonundan -M. Rothbard’ın en tipik temsilcisi olduğu- ahlâkı bilime indirgeyen ve her türlü beşerî kurumun (mülkiyet, mübadele gibi) sosyal ortamdan adeta bağımsız şekilde ve her zaman hemen her insanda var olduğu farz edilen akıl tarafından bilinçli şekilde tasarlanarak yaratıldığını iddia eden kurucu rasyonalizmine doğru salınımlar ortaya çıkıyor.
Şüphe yok ki, akıl var ve akıl sadece insanlara mahsus bir cevher. Ancak, akıl tarih boyunca her zaman ve her yerde aynı şekilde var olmamış. Akıl bir evrim süreci içinde gelişen ve hem beşerî hayatı etkileyen hem de ondan etkilenen bir cevher. Tek bir akıl olsaydı ve akıl tek bir şekilde işleseydi, aklını kullanmayı ve akıl yürütmeyi (muhakeme etmeyi, karşılaştırmayı, ölçmeyi, değerlendirmeyi) öğrenmiş tüm insanların -özellikle rasyonalist filozofların- aynı düşünce sonuçlarına varması ve benzer sistemler veya kurumlar vazetmesi gerekirdi. Oysa, düşünce tarihinde sosyal meselelere bakışta muazzam bir çeşitlilik var. Bu çeşitlilik de akıl yetisine sahip insanların birbirinden çok farklı düşünceler geliştirebildiklerini açıkça ortaya koymakta.
Benim bu yazıda cevabını aradığım asıl soru şu: Toplumsal hayatta en isabetli kararlar nasıl alınır? Üstün vasıflı akıl sahibi tek bir insan mı, üstün akıllılardan müteşekkil küçük bir grup mu yoksa kendi yollarında giden pek çok sayıda insanın tekil kararlarının toplamı mı daha iyi sonuç verir? Bireycilik ve akılcılık lehine düşünenler aklın bireysel bir yeti olduğunu özellikle vurgular ve sık sık kitlelerin akılsızlığından, düşünememesinden, karar alamamasından, kolayca manipüle edilmesinden bahseder. Bu bakışa göre, kitleler doğruyu yanlıştan ayırt edemez, sıhhatli ve isabetli kararlar veremez. Bu yüzden toplum üstün akıllılar tarafından sürüklenmeli ve yönlendirilmelidir. Yani tüm temel toplumsal kararlar en üstün akıl veya en üstün akıllılardan oluşan gruplar tarafından alınmalıdır.
James Surowiecki tarafından yazılan Kitlelerin Bilgeliği (Varlık Yayınları) bu tezi etkili şekilde reddeden bir kitap çalışması. Bu ilginç eserde yazarın tezi şu: İnsanların kendi yollarına gitmelerine (kendi istedikleri ve seçtikleri şekilde karar vermelerine) müsaade edilen (daha doğrusu böyle yapmaları engellenmeyen) toplumlarda çok sayıda bireyin kararının ortalaması hemen hemen her zaman o toplumdaki en akıllı insanın kararından daha isabetli olmakta. Problemlere en iyi çözümler hayatın akışı içinde kitleler tarafından bulunmakta. Bunun gerçekleşmesi toplumda bilişsel/fikirsel çeşitliliğe, bireylerin bağımsız olmasına, adem-i merkeziyetçiliğe ve kümelenmenin vuku bulmasına dayanıyor. Böyle bir ortamda bireysel yargı hataları grubun kolektif kararının yönünü etkilemiyor. Sonuçta, en isabetli tercih/karar ortaya çıkıyor. Surowiecki’ye göre kitlelerin bilgeliği kendini en bariz şekilde piyasada ve demokratik seçimlerde ortaya çıkartıyor.
Piyasada, uzay mekiğinin düşmesinde sorumluluğun üç firma arasında hangisine ait olduğunun daha soruşturmalar başlamadan bilinmesinden/tahmin edilmesinden müşterek bahislere, borsa alım satımlarından Google aramalarında en çok istenen linklerin en başta çıkmasına kadar kitlelerin bilgeliğine işaret eden birçok olay/olgu var. Piyasa bireysel aktörlerin tercihlerini ortak kararlara dönüştürmeyi başarıyor. Bu yüzden, “piyasa satın aldı”, “piyasa satın almadı”, “piyasa böyle düşünüyor” türünden sözler piyasa karar veren tekil insan anlamında alındığında yanlış ama piyasayı kolektif, akışkan ve dinamik denge içinde olan bir süreç olarak görme anlamında manasız değil.
Demokratik seçimler de kitlelerin bilgeliğinin yansıdığı bir alan. Çoğu insan seçmenlerin kendi çıkarlarını düşünerek tercih yaptığını kabul eder. Ancak, seçmen davranışlarıyla ilgili bilimsel araştırmalar bunu her zaman doğrulamıyor. Seçmenler “ortak çıkar” olarak algıladıkları şeyden de çok fazla etkilenebiliyor. Ortak çıkar algılarının farklı olması seçmen tercihlerinin anlamlı bir sonuç yaratmasını engellemiyor. Bu sonuç toplumdaki en akıllı insanın tasavvur edebileceğinden daha isabetli oluyor…
O zaman şunu sormak şart oluyor: Kitlelerin bilgeliği nasıl doğuyor?
James Surowiecki kitabında, iddiasını temellendirmeye çalışıyor. Surowiecki’nin temel varsayımı, -aynı şekilde ifade etmese de- bireysel özgürlük. Kitlelerin bilgeliği her toplumda değil esas itibarıyla içindeki bireylerin özgür olduğu kitlelerde tezahür ediyor. Başka türlü söylersek, kelimenin gerçek anlamında -yani yukarıdan aşağı empoze edilmeyip aşağıdan yukarı oluşan- kolektif karar serbest bireylerin kendi başına davranabildiği ve karar alabildiği yerlerde ve süreçlerde ortaya çıkıyor. Surowiecki’nin lisanıyla, bireylerin özgür olması kitleleri bilgeleştiriyor.
Yazara göre bilge kitlelerin dört özelliği var:
1) Fikir ve bilgi çeşitliliği (bilişsel çeşitlilik),
2) Bağımsızlık,
3) Adem-i merkeziyetçilik,
4) Kümelenme.
Bunları tek tek ele alalım.
Fikir-bilgi çeşitliliği aynı zamanda enformasyon çeşitliliğini de kapsar. Özgür bir toplumda bilgi çoğu zaman iktisatçıların bazen “özel enformasyon” adını verdiği türdendir. F. A. Hayek bu hususa düşünce tarihinde en çok dikkat çeken filozoflardandır. İnsan toplumlarında bilginin çoğu zaman ortam bağımlı ve özel olduğuna ısrarla ve hatta inatla işaret etmiştir. Hayek’e göre açık toplum bilginin çoğalması, nakledilmesi ve koordine edilmesi açısından diğer toplumlarla karşılaştırılamayacak kadar elverişli bir ortam sağlar. Bilgiler böylece birbirini tamamlar ve kristalize olurken, fikirler de çarpışarak/yarışarak birbirini ıslah veya imha eder.
Çeşitlilik negatiftir. Grubun kişisel nüfuz, otorite veya grup ittifaklarından ziyade olgulara dayalı karar vermesini kolaylaştırır. Çeşitliliğin azalması, yani homojenleşme grubun üyeleri üzerindeki uyum baskısını takviye eder. Bilişsel çeşitliliğin özelliği grubun önündeki çözüm seçeneklerini çoğaltması ve grubun sorunları yeni şekillerde kavramsallaştırmasına izin vermesidir.
Bireylerin bağımsız olması, bir yerden direktif almadan kendi başına hareket etmesi, edebilmesi anlamına gelir. Bu kısmen özgürlükle örtüşür ama özgürlükle özdeş değildir. Bağımsızlık akıllı karar vermede iki sebeple önemlidir: Birincisi, insanların yaptığı hataların birbirine eklenmesini engeller. Bireysel yargı hataları, sistematik biçimde aynı yönde olmadıkça, grubun kolektif yargısını etkilemez. İkincisi, bağımsız bireylerin herkesçe bilinen bilgilerden daha farklı bilgilere ulaşması ihtimâli daha yüksektir. Surowiecki burada ilginç bir noktaya şu sözlerle işaret ediyor: “Bağımsızlık mutlaka ussallık ya da tarafsızlık demek değildir. Taraflı ve mantıksız olabilirsiniz, ama bağımsız olduğunuz sürece grubu aptallaştırmazsınız.”
Bağımsızlık bir taraftan insanların sosyal hayatta kesişen ilişkilere girmesini ama ilişkilerin tam olarak çakışmamasını, diğer taraftan insanların birbirlerini izlemesini gerektirir. Bu çerçevede taklit büyük öneme sahiptir. Zaman zaman taklidi küçümseme eğilimi içine gireriz, ancak, taklit beşerî hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır. İktisatçı H. Simon insanların genetik olarak taklit makinesi gibi davranma eğilimi içinde olduğunu ileri sürmüştür. Taklit çoğu zaman hayatımızı da ilerlememizi de sorunlara çözüm bulmamızı da kolaylaştırır. Bununla beraber, taklidin türleri vardır. Akıllıca taklit iyi fikirlerin hızla yayılmasını kolaylaştırarak gruba yarar sağlar. Körü körüne taklit gruba zarar verir.
Adem-i merkeziyetçilik toplumun merkezileşmesini, emir-komuta zinciri içinde işleyen hiyerarşik bir yapılanmaya dönüşmesini engeller. Bunun sonucu, toplumsal hayatın hemen hemen her alanında rekabettir. Rekabet bir taraftan zaten yapılmakta olan şeylerin daha iyi yapılmasını sağlar, diğer taraftan yeni şeyler yapılmasının yolunu açar. Rekabeti önleyen, rekabete izin vermeyen her toplum, kendini durgunluğa ve başarısızlığa mahkûm eder. Karar alma bağlamında adem-i merkeziyetçiliğin faydaları şunlardır: 1) Çalışma alanı, ilgi konusu, odaklanma noktası vs. gibi hususlarda uzmanlaşmayı besler ve karşılığında uzmanlaşmadan beslenir. 2) Zımnî bilgi için önemli ve güçlü yanı ise bağımsızlık ve uzmanlaşmayı teşvik ederken, insanların etkinliklerini koordine ederek zor sorunları çözmelerine de imkân sağlamasıdır.
Kümelenme tarzların ve tercihlerin belli noktalarda yoğunlaşmasına işaret eder. Bireylerin bağımsız tercihleri tercih yelpazesinin kimi noktalarında yoğunlaşır. Böylece, toplumlarda ağırlıklı tercihler ortaya çıkar. Bu tercihler çoğu zaman söz konusu kitle içindeki en akıllı kimsenin tercihlerinden daha isabetli olur. Kümelenme sayesinde kolektif kararlar alınabilir. Piyasalar ve demokraside kümelenme özellikle mümkün ve dikkat çekicidir.
Bilişsel-fikirsel çeşitlilik, bağımsızlık, adem-i merkeziyetçilik ve kümelenme her toplumda karşımıza çıkan bilişsel, eşgüdümle ilgili ve işbirliğiyle ilgili problemleri çözer. Biliş problemleri kesin çözümleri olan sorunlardır: “Bu sene kim şampiyon olacak?” gibi. Eşgüdüm sorunu, grup üyelerinin, kendilerinden başka herkesin aynı şeyleri yaptığını bilerek, birbirlerine karşı davranışlarını nasıl ayarlayacaklarını hesaplayabilmelerini gerektirir. İş birliği, birbirlerini tanımayan ve birbirlerine güvenmeyebilen insanlar arasında iş birliğini sağlama çabasını gerektirir. Böylece kitlelerin bilgeliği ortaya çıkar.
Piyasanın en iyi kararların ortaya çıkmasını sağladığı tartışılmaz bir gerçektir ve bugünkü dünya refahının altında ve ardında yatan ana unsurdur. Ancak, kitlelerin bilgeliği demokraside de tecelli etmektedir. Uzağa gitmeye gerek yok, bu ülkenin insanları olarak bunu anlamamızı sağlayacak bir yol 1950 seçimlerinden itibaren seçmenlerin yaptıkları kolektif tercihlere bakmaktır. Bana göre seçmen kitleleri oylarıyla hemen her zaman toplumumuzdaki en akıllıların düşünebildiğinden daha iyi sonuçlara yol açmıştır. Bu yüzden, demokrasimizin en büyük garantisi de, özgür seçim yapma imkânının varlığı ve tüm renkleri ve çeşitliliği ile seçmen kitleleridir.