Alman genel seçimleri üç yönü ile Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor: Almanya’da yaşayan 3 milyon Türkiye kökenli, ikili ilişkiler ve Türkiye-AB ilişkileri.
Almanya seçimleri ülke içerisinde çok heyecan yaratmış görünmese de dışarıdan daha büyük bir ilgiyle izleniyor. Temel neden, Şansölye Merkel liderliğindeki Almanya’nın AB içinde neredeyse mutlak söz sahibi olma konumuna gelmiş olması. Bunda Merkel mi başarılıydı, yoksa karşısında onunla yarışabilecek başka Avrupalı lider mi yoktu gibi sorular sorulabilir. Ama neticede bir gerçek var: Özellikle mali krizin kasıp kavurduğu Avrupa’nın adeta tek güvenli limanı Almanya oldu. Hatta İngilizler, “Avrupa’nın iki merkezi var, biri Berlin, diğeri ise AB Merkez Bankası’nın bulunduğu Frankfurt” sözleri ile hem durumu hem de endişelerini özetliyorlar. Bu seçimlerde, göçmen politikaları ve Türkiye -AB ilişkileri öne çıkmasa da bizi de üç yönü ile çok yakından ilgilendiriyor: Almanya’da yaşayan 3 milyon Türkiye kökenli, ikili ilişkiler, Türkiye-AB ilişkileri.
Asıl merak edilen ise başta Liberaller (FDP) olmak üzere yüzde 5’lik barajı kimlerin geçip geçemeyeceği konusu. Zira mevcut hristiyan Demokrat-Liberal (CDU-CSU/FDP) koalisyon, 2009’daki son seçimde tarihi çıkışla yüzde 14.6 oy alan FDP’nin inanılmaz eriyişinden dolayı ciddi sorun yaşıyor. Ayrıca FDP, koalisyonların küçük ortağı rolünde artık yalnız değil. Özellikle 90’lardan beri Yeşiller de bu vasfa kavuştu. FDP’nin yüzde 5’in altında kalması halinde Merkel’in ideal koalisyon formülü ortadan kalkacak.
Farklı koalisyon alternatiflerinin hepsi masada
Bu da Sosyal Demokratlar’ın Yeşiller ile koalisyonuna yol açabilir. Yüzde 8 oy alması beklenen Sol Parti’nin de ya koalisyona fiilen katılıp ya da dışarıdan destekleyerek denkleme yerleşeceği söylenebilir. Sonuçta Almanya, tarihinde hiç yaşamadığı farklı koalisyon alternatiflerinin hepsinin masada olduğu bir seçime gidiyor.
Almanya’daki seçim sistemi, hem katılım hem de sonuçlara ciddi bir biçimde etki ediyor. Özel bazı durumlarda sayı artsa da Almanya’da 16 eyalette 299 seçim bölgesinde 620 milletvekili seçiliyor. Seçimde iki sistem var. Her seçmen iki oy kullanıp tercihini adaydan ve partiden yana kullanabiliyor. ‘Birinci oy’ denilen oy, seçmenin yaşadığı dar bölgede tek bir aday için kullanılıyor. 299 vekil buradan seçiliyor. ‘İkinci oy’ olan parti oyu ise eyalet listelerine veriliyor. Meclise hangi partiden kaç vekil gireceği de ‘ikinci oy’la belirleniyor. Ancak bu durumda da doğrudan seçilmiş milletvekilliği bir hak olarak asıl paylaşımdan ayrılıyor. Böylece milletvekilliği sayısı, çok oy alan ve aynı zamanda doğrudan seçimi kazanmış parti lehine (Übergangmandate) hesaplanıyor. Bu anlamda bir kişi seçimde iki ayrı partiye de oy verebiliyor.
Almanya’da bugüne kadar sadece bir kez tek parti iktidarı yaşandı. Sistem neredeyse tamamen koalisyonlar üzerine bina ediliyor. Seçimlerde de partiler önceden olası koalisyon ortakları ile birlikte çalışıyor ve hatta seçmenlerine ‘ikinci oylar şu partiye’ çağrısı yapıyorlar. Bu seçimlerde ise CDU seçmenlerine 2. oylarını FDP’ye verme çağrısı yapmadı. Hatta eski Şansölye Helmut Kohl “İki oy da CDU’ya” açıklaması yaptı. Bu, CDU’nun FDP’den umudu kestiği ve oylarını maksimuma çıkarıp olası koalisyonlar için pazarlık şansını arttırma çabası olarak okunabilir.
Seçimde 61.8 milyon seçmen var. Yüzde 9, yani 5.8 milyon seçmen göçmen kökenli vatandaş. Vatandaşlığına geçmiş ve oy verme hakkı olan Türkiye kökenli seçmen sayısının 700 bin civarında olduğu sanılıyor. Aslında yabancılar içinde Türkler’in oranı yüzde 25 civarında olsa da Alman vatandaşı olmalarının T.C vatandaşlığını bırakmaları şartına bağlanması, pek çok Türkün vatandaşlık almasına engel oluyor. Bu da doğal olarak siyasi katılımı imkânsız kılıyor. Ayrıca Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının katılım oranının yüzde 10-30 arasında olması da acı bir gerçek.
22 Eylül seçimleri pek çok bakımdan Türkiye kökenliler için özel bir anlam taşıyor. Ancak tüm kampanyalara karşın Türkiye kökenlileri sandığa çekecek motivasyon unsurlarının, özellikle bu seçimde azaldığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir:
Türklerin geleneksel olarak
oy verdikleri partilerde ciddi sorunlar dikkat çekiyor. Sosyal Demokratlar, 2000’deki vatandaşlık yasası ile büyük hayal kırıklığı yarattı. Bu hayal kırıklığı,
SPD’li Thilo Sarrazin’in ortaya koyduğu Türk-Müslüman karşıtı söylemle daha da büyüdü.
Yeşiller son dönemde özellikle Türkiye kökenli Alevi siyasi aktörlerin partisine dönüştüğü izlenimi yarattı. Bu durum Alevi olmayan pek çok Türkiye kökenliyi partiden uzaklaştırdı.
Gezi olayları konusunda Sosyal Demokrat ve özellikle de Yeşiller ile Sol Parti’nin ortaya koyduğuBaşbakan Erdoğan ’ı ve AK Parti ’yi hedef alan çok sert tavır, ülkesine duygusal bağlarla bağlı, özellikle yaşları 40’ın üzerinde olan ve son dönem Türkiye’deki gelişmelerden gurur duyan pek çok Türkiye kökenliyi kırmış görünmekte.
Türk hükümetinin Gezi olayları sonrasında Almanya’da seçime katılma çağrısı yapsa da parti göstermekte zorlanması bazı Türk asıllı seçmenler için tereddüt yarattı.
Neo-Nazilerce öldürülen Türkler skandalı ve yargı sürecinde yaşananlar, Türkiye kökenlilerin Alman devleti ve siyasetine ciddi güven kaybı içine girmesine yol açtı. Bu süreçte iktidarda olan ve normalde de Türk kökenlilerin çok ilgi göstermediği CDU ve FDP’den daha da uzaklaşıldığını söylemek abartılı bir tahmin olmaz.
Genel olarak “Oyumun kıymeti ve Almanya’daki politikalara etkisi olmayacak” umutsuzluğu ve algısı da oldukça yaygın.
AB-Türkiye ilişkileri gibi seçmende heyecan yaratacak konular da bu seçimde mevcut değil. Alman siyasetçilerin Türkler ve Türkiye konusuna bilinçli ya da kendiliğinden ilgisizliği seçmen heyecanını törpülüyor.
Türkiye kökenlilerin son anketlere göre daha fazla ilgi gösterdiği Müslüman göçmenlerin partisi BIG’in de oldukça sınırlı bir kitleye hitap ettiği söylenebilir.
Türk kökenlilerin hepsinin Türkiye ve Türkler bağlamında oy kullandığını söylemek doğru olmaz. Özellikle genç kuşaklarda, herhangi bir Alman gibi, seçimde ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerle tavır alacak çok sayıda Türkiye kökenlinin olacağı da açık. Ancak yine de yukarıda sayılan nedenlerle oy hakkına sahip olan 700 bin seçmen civarındaki son derece önemli siyasi gücün, bu seçimlerde de sandığa gitmekte yeterince ilgili olacağını beklemek aşırı iyimserlik olur.
Sonuçta bu seçimin Türk kökenlilere çok umut vermeyeceği tahmininde bulunmak abartılı olmaz. Hem sivil toplum örgütlenmesinde hem de diyasporalaşma sürecinde daha işin çok başında olduğumuz gerçeği ile bir kez daha yüzleşmek zorunda kalacağımız açıktır.
Bu yazı Radikal Gazetesi’nde yayınlanmıştır.