17 Aralıkla başlayan süreç çoğumuzu bunaltmış durumda. Siyasi gündem öylesine allak bullak ki doğru düşünmek oldukça zor. Bu zorluk, dolayısıyla bezginliği de beraberinde getiriyor. Sürekli konjonktüre dair hesap kitap yapmak ise en kötüsü. İnsanın dar bir alanda duvarlara çarpmasına neden oluyor. Hele hele Türkiye’nin gerçekte ve aslında oldukça açıkta olan çok daha büyük, kökten halledilmesi gereken sistematik sorunları varken.
Bu sorunların başında, bana göre devletin Kürtlerle ilişkisi geliyor. Bu ilişkinin düzelmesi için başlatılan barış süreci ise bence Cumhuriyet tarihinin en önemli adımlarından biri. Bugün barış sürecini tehlikeye atacak hiçbir amacı kutsal ya da öncelikli görmüyorum. Buna iddia edildiği haliyle yolsuzlukla hesaplaşmak da dahil. Neden mi?
Kim ne derse desin, AK Parti hükümetinin yaklaşık 12 yıllık iktidarının en büyük icraatı bana kalırsa ölümleri durdurmuş olması ve Türkiye’yi farklı gündemlerin tartışılmaya başlandığı bir alana çekmiş olmasıdır. Bugün daha fazla demokratikleşme talepleri varsa, Türkiye’de aslında gerçek anlamda hiç var olmamış hukuk devletini, basın özgürlüğünü, ifade ya da internet özgürlüğünü tartışmaya başlamışsak bu halihazırda, bir çatışma için enerji harcamamazın sonucudur. Yani özünde kafamızı ölülerden kaldırıp başka taraflara bakabiliyor olmamızdandır. Dolayısıyla, aslında Hükümetin barış sürecini başlatmış ve ciddi bir şekilde yürütmeye çalışıyor olması göründüğünden çok daha önemli ve hassas bir konudur. Keza, bu sürece halihazırda tecavüz etmeye çalışılıyor olması durumun önemini oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor; çünkü barış süreci biter de Türkiye eski çatışma alanına geri dönerse statüko da kendi yerine yeniden yerleşecek ve vesayetçi sistem bir şekilde devam edebilecek duruma gelecek. O zaman ne mi olacak? Şöyle bir gözümüzde canlandırmaya çalışalım:
Öncelikle asker, çatışmanın direkt tarafı olarak yine rol üstlenecek ve sırf bu nedenden dolayı kendini her şeyden öncelikli ve önemli görmeye başlayacak. Seçilmişler, uzmanlık alanı görülen bu alana dair çok şey bilmedikleri iddia edilerek geri plana itilecek ve zaafa uğramamak adına bu alanı askere ve başka diğer odaklara teslim edecekler. Sonuçta ortaya çıkacak bilanço yine seçilmişe kesileceği için, o da bu alana çok bulaşmak istemeyecek. Daha önemlisi, güvenlik kaygılarının artması, Türkiye’de demokratikleşme adına talep edilenlerin tehlike ve tehdit olarak görülmesine devam edilmesine neden olacak, sivil bürokrasi buna göre eski refleklerine geri dönecek ve Türkiye yine kafasını ölülerine eğecek. Ne demokrasiyi, ne hak ve özgürlükleri ne de hukuk devletini tartışacak hali dermanı ve zamanı olmayan bir ülke haline gelecek.
Bugün Kürtleri yolsuzluk ve hukuk devleti tartışmalarıyla taraf olmaya zorlayarak meselenin içine çekmeye çalışmak ve onları barış sürecini bozmaya zorlamak, adeta birine kendi tırnaklarıyla yaptığı evi yıktırmaya çalıştırmaktır. Keza barış sürecine büyük katkılar sağlamış olan Abdullah Öcalan’ı devletle ilişkili göstermeye çalışıp Kürtlerin gözündeki meşruiyetini sonlandırmaya çalışmak tam da sürece ne kadar kast edildiğinin göstergesidir. Ne var ki Türkiye’de demokratikleşmeye en büyük katkıyı sağlamış kesimlerden biri olan Kürtlerin sağduyusu kendi evlerini yıkmak istemediklerini gösteriyor. Kürtlerin yaşananlara kendilerini kaptırıp ileride çok daha büyük sorunlar yaratabilecek bir mecraya kaymayacaklarını ortaya koyuyor olmaları son dönemin en büyük kazanımlarından biri de aslında. Ortadaki sağduyunun bir kriz halini (hatta belki daha kötüsünü) önlediğini söylemek hiç de abartı olmasa gerek.
Bazılarının hâla Kürtlerin ne yaptığını anlamadığını düşünerek başka türlü açıklamaya çalışayım: Kürtler rasyonel davranıyor. Sağduyuları onları, bugüne kadarki kazanımlarını bir kenara atacak ve eski düzene sürükleyecek bir tercihten alıkoyuyor. Meselenin göründüğünden çok daha tehlikeli olduğunu söylüyor.
Öte yandan çok korkunç bir şey oluyor. Her ne pahasına olursa olsun AK Parti’yi ve özelde Erdoğan’ı devirmek için ciddi kararlılık ve çaba gösteren bir kesim, bu ülkeyi yeniden savaşa sürükleme pahasına, barış sürecini de feda edebilecek düzeyde gözü dönmüşçesine saldırıyor.
Hâla, salonunuzdan gelen tıkırtılar sizi şüphelendirmiyor mu! Bırakın, boşverin o zaman, kedidir kedi…