Siyaset, toplumdaki ihtilaf ve çatışma dinamikleri üzerine bina olur. Bazen bu dinamiklerin akacağı mecra siyasi rejimi, bazen de siyasi rejim bu mecrayı belirler. Türkiye’deki siyasi rejim, yaklaşık 200 yıllık bir siyasi birikim ve tecrübeyle siyasetin demokratik, meşru ve sivil bir mecrada akmasını başarmış görünüyor. Zaman zaman bu mecranın dışına çıkılmasına yönelik kuvvetli müdahaleler olmuşsa da, 3 Kasım 2002 sonrasında yapılan bu müdahaleler, siyasetin kendi sınırlarını koruması sayesinde bertaraf edilmiştir.
Türkiye ve dünya kamuoyu, 27 Nisan 2007 e-muhtırasına karşı AK Parti hükümetinin 28 Nisan’daki demokratik manifestosu ve uzun mücadelelerle 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen anayasa değişikliğiyle bürokratik vesayetin müdahalelerinin sona erdiği tespitinde birleşiyordu. Haziran 2013’teki Gezi-Taksim olayları ve 17-25 Aralık 2013’te yargı ve emniyet içindeki paralel yapının darbe teşebbüsüyle bu tespitin yeniden gözden geçirileceği bir süreç başladı.
Toplumun egemenlik, siyasetin yönetme hakkını elinden almaya yönelik 27 Mayısçı paradigma ve koalisyonun kayıt dışı siyaset ve kayıt dışı hukuku kullanarak yapmaya çalıştığı darbe, yaratmaya çalıştığı kamuoyu algısını 30 Mart seçimlerinde seçmenin muhasebe siteminde onaylatarak meşrulaştırmayı amaçlıyordu. Seçmenin istedikleri istikamette davranacak “maymunlar” olduğunu varsayan bu kibirli 27 Mayısçı koalisyon, 30 Mart seçim sonuçlarıyla, Türkiye’nin siyaset birikimini, devlet geleneğini, seçmeninin ferasetini, siyasi kültürünü ve Başbakan Erdoğan’ın direnme kabiliyetini küçümsediğini gördü. Şimdi 27 Mayısçı koalisyon gördüğü bu gerçek karşısında, seçim sonuçlarına sonu gelmez itirazlarla ve spekülasyonlarla başlayan gerçeği inkârdan gerçeği kabul ve intibak süreci arasında gidip geliyor.
30 Mart’ta seçmen kayıt dışı siyaset ve kayıt dışı hukuk temelindeki darbe sürecini ibra etmemiştir. Bu, Türkiye’nin 200 yıldır gayret ettiği anayasal demokrasinin inşası bakımından ciddi bir eşiğin atlanmasıdır. Seçmenin meşruiyetçi tavırla kendi egemenliğine ve siyasetin yönetme hakkına sahip çıkması Türkiye etrafında oluşturulmaya çalışılan siyasi ve iktisadi kaos beklentilerini boşa çıkarmıştır. Seçim sonuçlarının az çok belli olduğu seçim öncesindeki son haftadan itibaren Türkiye’nin iktisadi ve siyasi itibarı yükselişe geçmiştir.
30 Mart seçim sonuçları, 17-25 Aralık kayıt dışı siyaset ve kayıt dışı hukuk darbesinin idari, hukuki ve siyasi hesabının sorulacağı bir iradeyi ortaya koymuştur. Bu hesaplaşmanın Türkiye’nin önemli gündemlerinden birini teşkil edeceği anlaşılmaktadır. 27 Mayısçı koalisyonun birçok birleşeni seçim sonuçlarının belli olmasıyla paralel yapıdan uzaklaşma işaretlerini vermektedirler. 17-25 Aralık darbesinin ardındaki yapının, Başbakan Erdoğan ve hükümeti hedef almak maksadıyla hiçbir ölçü gözetmemesi ve Türkiye’nin temel kurum ve menfaatlerini dahi hiçe sayması, onları tamamen marjinalize ve kriminalize etmiştir. Düşman oldukları AK Parti dâhil hiç kimsenin yapamayacağı ölçüde kendi meşruiyetlerini yok eden büyük hatalar yapan bu yapının, asimetrik mücadele anlayışı içinde yeni hamleler ve daha büyük hatalar yapması kuvvetle muhtemeldir.
Ancak bundan sonra eski gücüne kavuşması imkan dahilinde değildir. 30 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarından biri de 10 Ağustos 2014’te ilk turu yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Gezi-Taksim olayları ve 17-25 Aralık darbe süreciyle Başbakan Erdoğan’ın engellenmek istenen Cumhurbaşkanlığı adaylığı için,
30 Mart seçim sonuçlarıyla bir engel kalmamıştır. Üstelik bu hatalı kayıt dışı siyasetle yapılmak istenen darbe teşebbüsleri, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde arasına mesafe girmesi ihtimali olan AK Parti ile özdeşleşme sonucunu doğurmuştur. Yaşanan bu hadiselerden sonra, AK Partiye oy verenlerle Tayyip Erdoğan’ın arasına uzun bir süre girebilecek siyasi bir figür kalmamıştır.
Abraham Lincoln’un “Seçim kurşundan etkilidir” tespiti hükmünü icra ediyor. 30 Mart seçim sonuçlarıyla ekonomik büyümenin devam etmesinin de desteğiyle Türkiye’nin ekonomik verilerinde ciddi iyileşmeler gözleniyor. Kırım ve Ukrayna krizinin de katkısıyla Türkiye’nin dış politikada ve ABD ve AB ile arasındaki mesafe kısmen kapanıyor. Türkiye, çözüm sürecinde Erdoğan ve AK Parti’nin kalıcılığının anlaşılmasıyla istikrarlı bir zemine oturuyor. AK Parti 30 Mart seçim sonuçlarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Türkiye’nin istikrarı yanında reform sürecinin devam ettiği bir sürece dönüştürebilirse, 17 Aralık darbe teşebbüsü kayıt dışı siyasetin son hamlesi olarak tarihteki yerini alacaktır.
30 Mart’ta seçmen kayıt dışı siyaset ve kayıt dışı hukuk temelindeki darbe sürecini ibra etmemiştir.
Bu, Türkiye’nin 200 yıldır gayret ettiği anayasal demokrasinin inşası bakımından ciddi bir eşiğin atlanmasıdır
Bu yazı Sabah Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.