Karar sınırı aşıyor mu?

Anayasa Mahkemesi Dündar ve Gül hakkında verdiği kararın gerekçesini açıkladı. Daha önce de defalarca tekrarladığım gibi, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını gerekçesiz olarak ilan etmesi, gerekçenin daha sonradan yazılıyor olması hem gereksiz tartışmalara neden olmakta, hem de bir yüksek mahkeme ciddiyeti ile bağdaşmamaktadır. Mahkeme kendi karar alma usulünü gözden geçirerek gelecekte kararların gerekçeleri ile ilan edileceği bir sistemi hayata geçirmeyi hedeflemelidir.

Gerekçe yayınlanmadığı için bu konudaki asıl değerlendirmeyi yapmaktan kaçınmıştım. Ancak geçen günlerde gerek siyasetçiler gerekse gazete yazarları gerekçenin içeriğini bildiklerini varsayarak, Mahkeme’nin incelemeyi genişleterek işin esasına girdiğini, tutukluluk meselesi ile sınırlı kalmadığını ileri sürdüler. Örnekleri o kadar fazla ki son hafta içinde herhangi bir medya kuruluşunun yayınlarına bakarsanız bu yorumlara ulaşabilirsiniz. Gerekçenin beklenmesi gerektiğine işaret eden yazarların sayısı ne yazık ki oldukça azdı. Mahkeme’nin kararlarını gerekçesiz yayınlamaması gerektiğini söyleyenler de çok değildi.

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçesi bu yorumların pek çoğunun doğru olmadığını gösteriyor. Mahkeme bu davada yaptığı incelemesini tutukluluk ile sınırlı tutmuş. Yani, davanın esasına ilişkin bir karar vermekten uzak durmuş ve hatta bu hususun altını da özellikle çizmiş.

Anayasa Mahkemesi’nin kararı özet olarak, hakkında ceza davası açılan kişilerin tutuklanmalarını gerektirecek kuvvetli bir şüphenin tutuklama anında olmadığını saptıyor. Kararda, sanıkların delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığı, bu kişiler hakkında başka adli tedbirlerin uygulanması yerine son çare olarak kullanılması gereken tutuklama tedbirine başvurulmuş olmasının ölçülü bir yaklaşım olmadığı, bu durumun aynı zamanda ilgili kişilerin gazeteci olması nedeniyle basın ve ifade özgürlüğünü sınırlandırdığı tespitinde bulunulmuş.

Anayasa Mahkemesi üyeleri başvuruda yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna oybirliği ile karar vermiştir. İhlal olup olmadığı değerlendirmesinde ise üç karşı oya karşı on dört oyla ihlal olduğuna kanaat getirilmiştir.

Mahkeme’ye göre, “isnat edilen suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun başvuruya konu haberlerin yayımlanması olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez”. Mahkeme, diğer bir deyişle,  tutuklama gerektirecek düzeyde kuvvetli şüpheyi oluşturabilecek bir bulgunun ortaya konulmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Karar özü itibariyle tutukluluk ara kararının hukuka uygunluğunu denetlemenin ötesine geçen bir müdahale içermemektedir. Üzerinde durulan olgu ve olaylarda yanlış ya da eksik aktarılmış değildir. Türkiye’de on yıllardır devam eden tutuklama kültürü ceza yargılama sisteminde gerçekleşen reformlara rağmen devam etmektedir. Üstelik açılan ceza davalarının yarısından fazlası, uzun bir zaman geçtikten ve sanıklar yıllarca tutuklu kaldıktan sonra beraatla sonuçlanmaktadır. Ceza yargılaması sisteminin en önemli sorunlarından biri yetersiz bulgu ile tutuklama kararı verilmesidir.

Bu kararın eleştirilmesi elbette mümkündür. Ancak olgular düzeyinde Anayasa Mahkemesi’nin vardığı sonuç küçümsenemez. Yeterli bulgu olmadığı sürece bireyleri özgürlüklerinden mahrum bırakmak hukuk devleti ilkesi ile ters düşer. Kişinin üzerine atılı suçu işlediğine yönelik kuvvetli bir şüphe yoksa tutuklanmamalıdır.  Hiçbir neden hukukun yanlış ya da eksik uygulanmasını mazur göstermez.

Yeni Yüzyıl, 11.03.2016

http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/karar-siniri-asiyor-mu-1624

Bu Yazıyı Paylaşın

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et