Kamu kurumu niteliğindeki cendere

28 Şubat’ı bütünüyle geride bırakmak istiyor muyuz?
O zaman sadece onun elebaşlarını yargılamakla yetinemeyiz.
“Batı Çalışma Grubu” adlı yasa dışı örgütü mahkum etmekle de…
28 Şubat’ın medyadaki, üniversitedeki, yargıdaki, sermayedeki suç ortaklarının hukuki sorumluluğunun sağlanmasıyla da…
Mağdurlara tazminat ödemekle de…
Bütün bunlar olmalı, ama darbe ve muhtıra verenlerin ve ileride vermek isteyenlerin kurduğu vesayet rejiminin payandaları tasfiye edilmedikçe güvende değiliz.
Gerçek bir demokratikleşme için, o hukuk dışı müdahaleleri mümkün kılan, tamamlayan ve kolaylaştıran kurumlara yer veren hukuki ve siyasi çerçeve de değişmeli.

**

Ne demişlerdi 28 Şubat’ta? “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin.”
Bunu söyleyenler, muhtıra verdikleri toplumun “silahsız kuvvetleri”nden nasıl bu kadar emin olabiliyorlardı?
Çünkü medyası ve üniversitesi gibi, “meslek örgütleri”nin de reel toplumu yansıtmadığını, aksine onların, tam da böyle bir vesayeti bütünleyecek biçimde hareket edecek biçimde dizayn edildiğini biliyorlardı.
Sadece “beşli çete” olarak anılan ve 28 Şubat muhtırasının sivil alandaki payandalarını oluşturan TOBB, TESK, TİSK, DİSK ve Türk-İş’i kastetmiyorum.
Hatta sadece 28 Şubat sürecindekileri de kastetmiyorum.
Bütün bir “kamu kurumu niteliğini taşıyan meslek örgütleri”nden söz ediyorum.
Bütün bir “sistem”den söz ediyorum.

**

Vesayet rejiminin sivil alandaki işgalinden söz ediyorum.
Onun toplumu meslekler üzerinden dizayn etmesini, sivil alandaki meslek örgütlerini bir tür “devlet dairesi” ve onun üyelerini de “devlet memuru” haline getirmesini kastediyorum.
O mesleğin üyelerinin çıkarlarını koruyormuş gibi bir izlenim verse de, aslında hem o meslek mensupları için bir hapishane olan, hem de onlar üzerinden toplumu merkezi otoritenin güdümüne sokan, onu bürokratik oligarşinin sıkı denetimi altına alıp adeta boyundurukla devlete bağlayan bir yapıdan söz ediyorum.

**

Türkiye’de kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının çoğulcu demokrasiye aykırı biçimde oluşturulması bir tesadüf değil. Aksine, korporatist ve faşist sistemlerdeki “mesleki temsil” esasının bu Kemalist adaptasyonu, vesayet rejiminin bir gereği.
Ve eğer vesayeti bütünüyle tasfiye etmek istiyorsak, yeni ve sivil anayasanın bu konuda da evrensel standartları, çoğulcu demokrasinin, serbest piyasa ekonomisinin, rekabetin ve özgürlüğün gereklerini taşıması şart.

**

Peki bunu nasıl yapmalı?

Liberal Düşünce Topluluğu’nun “Türkiye’de Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarının Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Reform Önerisi” bunun için gayet sağlıklı bir yol haritası çiziyor.

LDT önerisinde, “yeni anayasada meslek kuruluşları anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı, üyeliğin gönüllü olduğu, örgütlenme özgürlüğünün ve çoğulculuğun teminat altına alındığı özel hukuk tüzel kişiliklerine dönüştürüleceği bir model kanunla düzenlenmelidir” diyor.

Yeniden yapılandırma sürecinin; kuruluş, faaliyet ve hizmetler bakımından “serbestlik”, üyelik ve finansman bakımından “gönüllülük”, teşkilatlanma ve hukukî statü bakımından “özel hukuk tüzel kişiliği” ve devletle ilişkiler bakımından da “bağımsızlık/özerklik”, esaslarına uygun olarak gerçekleştirilmesini öneriyor.

LDT bunları önermeden önce sivil toplum, anayasal demokrasi, serbest rekabet ilkeleri açısından mevcut durumu incelemiş, medenî demokratik ülkelerdeki uygulamalarla da karşılaştırma yapan bir akademik rapor hazırlamış. (Raporun tamamına http://liberal.org.tr/incele.php?kategori=MTY=&id=NzEx adresinden ulaşabilirsiniz.)

 

Star, 19.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et