Bir kurban bayramına girmek üzere bulunuyoruz. Hem Ramazan hem Kurban bayramlarının bireysel, toplumsal ve kültürel hayatımızda özel bir yeri ve anlamı vardır. Bayramlara özel bir anlam ve değer verişimizin arkasında , bayramların yarattığı iklimde insan ilişkilerimizin manevi yönde niteliksel bir değişim geçireceğine duyduğumuz inancın önemli bir yeri vardır. Başka bir ifade ile bayram kadar, bayramın transformatif işlevi de çok önemlidir.
Bayramda her şeyin çok özel olmasına özen gösteririz. Çocuklarımıza en iyi elbiseleri alır, misafirlerimizi en uygun şekilde ağırlamaya çalışır, en seçkin yemekleri ve tatlıları ikram eder, en özel olarak değerlendirdiğimiz yakınlarımızı ziyaret ederiz. En önemlisi bayramlar da sadece yaşayan yakınlarımıza değil aynı zamanda ölmüş yakınlarımızı da yalnız bırakmamaya çalışırız. Bayramlar, bize, yaşayan ve ölmüş olan herkesle hayattan oluşan özel bir köprü kurma imkanı vermektedir. Yaşamın ve sahip olduğumuz nimetlerin güzelliğini, bayramlarda derinliğine hissetmekteyiz. Bayramda bize hayatı ve özgürlüğü büyük nimetler olarak veren Allah’la yoğun bir şekilde ilişkiye geçmekteyiz. İnsan hayatına saygının en yüce değer olduğuna ve insanın Allah’ın en özel varlığı olduğunu idrak etmeye davetin Kurban bayramının merkezi mesajı olarak değerlendirebiliriz.
Bu bayrama ülkemiz yoğun tartışmalarla girmektedir. Bu yoğun tartışmaların başında Dersim trajedisinin yeniden hatırlanması ve tartışılması gelmektedir. Bugünlerde 1937-38 Yılları arasında hukuk hiçe sayılarak binlerce insanın nasıl yok edildiğini yeniden konuşuyoruz. Dersim tartışmasını, Aleviler i CHP’den uzaklaştırmak için kullanılması gereken bir fırsata indirgememek lazımdır. Dersim’in arka planında, bizim bu ülkede hala hukuka, özgürlüğe, adalete, barışa ve çoğulculuğa dayalı birarada yaşama modeli, bir modus vivendi oluşturma konusunda başarısız olmamıza neden olan zihniyet ve politika vardır.
Dersim trajedisini yoğun olarak konuştuğumuz bugünlerde, insan olan herkesin kanını donduran yeni bir katliam belgesi ortaya çıktı. “Kafes planı” olarak adlandırılan belge, güvenliğimizi kendilerine emanet ettiğimiz kişi ve kurumların, bizi yok etmek için nasıl vahşileşebileceklerini ve insanlık düşmanı makinelere dönüşebileceklerini ortaya koymaktadır.
Ak Parti hükümetine karşı ülke içinde ve dışında karşıt bir kamuoyu oluşturmak, ülkeyi yönetilemez hale getirmek için bir dizi katliam ve cinayet ‘Kafes belgesinde’ planlanmıştır. Kafes planına göre, dış dünyayı Ak Parti karşıtı konuma getirmek için gayri müslimlerin önde gelenlerine ve insan hakları aktivistlerine yönelik suikastler yapılacaktır. Ülke içinde de Ak Parti hükümetini felç etmek ve toplumu hükümete karşı düşman hale getirmek için de, Koç müzesini ziyaret edecek olan yüzlerce okul çocuğunu öldürmeyi hedefleyen vahşi bir cinayet planıyla karşı karşıya bulunuyoruz.
Kafes planı ortaya çıkmasına rağmen, varlığını statükoya borçlu basın yayın organlarının derin sessizliğine şahit oluyoruz. Statükocu güçlerin kirli ve insanlık dışı niyetleri, planları ve suçları konusunda toplumu bilgilendirmeyen ya da manipulatif haberlerle statükocu güçlerin operasyonlarını gizleyen malum basının tavrında şaşılacak bir şey yoktur, çünkü malum basın statükocu güçlerden bağımsız değil, onların en önemli bir parçası olma işlevine sahip bulunmaktadır.
Statükocu basının derin sessizliği sürpriz değildir. Masum okul çocuklarını öldürmeyi hedefleyen kafes planı inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkmasına rağmen, bu planı yapan odaklara karşı toplumun güçlü bir reaksiyon göstermemesi şaşırtıcı olmanın ötesinde şok edicidir. Son yıllarda ortaya bir çok plan ve belge ortaya çıktı. Aktütün ve Dağlıca ile ilgili şok edici belgeler, darbe günlükleri, Sarı Gelin-Yakamoz-Eldiven darbe girişimleri, Balbay günlükleri, irticayla mücadele planı ve Ergenekon Terör Örgütü davası nedeniyle ortaya çıkan korkunç gerçekler. Bu kadar korkunç girişimin belgeleriyle ortaya çıkması, toplumda bunlar her gün oluyor düşüncesine yol açmış olabilir ve toplum kendisini, bunlara alıştırmış bir psikolojiye teslim etmiş olabilir. Kafes planı karşısında sergilenen derin toplumsal sessizlik, bu bağlamda okunduğunda çok ciddi bir tehlikenin habercisidir. Hepimizi şok etmesi ve derinden sarsması gereken Kafes planı karşısında, insani duyarlılığın kaybedilmesi, yüzlerce masum çocuğu ve yetişkini öldürmeyi planlayan zihniyete alışmak demek anlamına geldiği unutulmamalıdır.
Kafes planı, karşılaştığımız ilk katliam planı değildir. Ali Şükrü Bey cinayetinden Dersim kıyımına, 6-7 Eylül olaylarından 16 Mart’a, 1 Mayıs Taksim’den Bahçelievlere, Sivas’tan Çorum’a, Maraş’tan Madımak’a, Gazi’den Danıştay saldırısına, Uğur Mumcu’dan Bahriye Üçok cinayetlerine kadar sayısız katliam ve cinayet örneği önümüzde durmaktadır. Bütün bu cinayet ve katliam plan ve uygulamalarını kısır siyasi çekişmeler bağlamında okumamak ve anlamamak lazımdır. Kafes planı dahil bütün cinayet ve katliam girişimleri, sadece toplumun bir kesimini değil, bütün toplumu kafeste tutmaya, yani özgürlük ve hukuktan yoksun olarak yaşamaya mecbur tutmak için yapılmaktadır. Dinine, mezhebine, ideolojisine ve etnisitesine bakılmaksızın bütün toplum kafeste tutulmak istenmektedir.
Kafes planı dahil bütün katliam ve cinayetlerin arkasında derin bir iktidar mücadelesi vardır.İktidar mücadelesinde muktedir konumlarını devam ettirmek isteyen statükocu güçler, kendilerine alternatif gördükleri kesimleri ortadan kaldırmak ve etkisizleştirmek için devlet gücünü kendi çıkarları için kullanmakta tereddüt etmemektedirler. Hasım gördükleri kesimlere karşı devlet terörü uygulamayı kendilerinin hakkı saymaktadırlar. Ülkemizde insan hak ve özgürlükleriyle kendisini sınırlayan bir hukuk devletinin bir türlü kurulamamasının arkasında bu vardır.
Ülkemizde Kafes planı gibi kanlı cinayet ve katliam yapmaya hazırlananlar, sadece bazı insanları fiziksel olarak yok etmekle yetinmemektedirler. Aynı zamanda fiziksel olarak öldürdükleri insanlar üzerinden öldüremedikleri toplum kesimleri üzerinde de bir tahakküm kurmak istemektedirler. Başka bir ifade ile, onların asıl yürüttüğü psikolojik savaştır. Yürütülen harekatta, kafese alınmak istenen sadece bazı insanlar ve kesimler değildir. Kafese alınmak istenen psikolojik varlığımızdır. Kafes gibi planlar hazırlayanlar, sadece cinayet işlememekte, aynı zamanda geride kalanlara o cinayetleri nasıl anlamaları gerektiğini de dikte ettirmektedirler.Psikolojik savaşta amaç ruhumuzu ve vicdanımızı ortadan kaldırmaktır,çünkü vicdanımız ve ruhumuz geriledikçe çocuk katliamları yaparak iktidar mücadelesi yürütenlerin nesneleri olmamız daha kolaylaşacaktır.
Din, milliyet, cinsiyet,mezhep, vatan ve devlet gibi şeylerin adına yaşadığımız coğrafyada insan kolayca hedef haline getirilebilmekte ve yok edilebilmektedir. Oysa, insanın dokunulmazlığı ve insan hayatına saygı ilkesi bütün bunların üstündedir. İnsan hayatına saygı ilkesini her şeyin ölçüsü olarak benimsemediğimiz için bu coğrafyada geçmişte Dersim gibi trajediler yaşandı ve bugün çocuklarımıza karşı Kafes gibi korkunç cinayet planları yapılmaktadır. Hiçbir din, ideoloji, mezhep, ütopya ya da yüce ideal adına insan hayatını feda etmememiz gerektiğini öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Kurban bayramı, insanı kurban etmemenin bayramıdır. Kurban bayramı, insanı kurban etmemenin bayramı olduğu gibi, yaratılan her şeyi de insanın hizmetine sokmanın bayramıdır. Kurban kesimi, yaratılan her şeyin insanın hizmetinde olduğunu göstermektedir. Bu kurban bayramını klişe bayram nutuklarını dinlemek yerine şu derin ilkenin üzerinde derinliğine düşünmek için bir fırsat olarak değerlendirelim: Kafeslenmeyecek ve kurban edilmeyecek tek varlık insandır.